Kendinden Kaçamazsın
Yalnızlığı seviyorum diyorsun... Bu doğru mu? Sanmam… Şehrin gürültüsünden, insanlardan, kalabalık caddelerden, ruhunu okşayan gökyüzünden, boylu boyunca akan denizden, acılarını yıkayan yağmurdan ve yaşadığın toplumdan uzaklaşıp karanlık bir mahzene, yalnızlığa kaçmak istediğini söylüyorsun öyle mi?.. Aslında sen kendinden, kendi gerçeğinden kaçmaktasın farkında mısın?
Belli ki, yaşanmışlıkların ya da yaşanmasından endişe ettiklerin insanlarla kurduğun o sıcak bağı koparmış ve sen artık hiç kimseye hiçbir şeye itimat edemiyor, tasavvurlarında oluşturduğun karanlık yüzlerden uzaklaşıp yalnızlığa sığınıyorsun. Peki, ama bu ne kadar doğru? Düşünüyorum… Acaba sen bu tek kişilik hücrede, bu karanlık mahzende ne kadar kalabilirsin? İnsansızlığa, sessizliğe ne kadar katlanabilirsin? Nesnelerin bir bir kaybolduğu bir boşlukta hayatını ne kadar sürdürebilirsin? İstersen bunun küçük bir provasını yapalım ne dersin.
Şimdi düşünce dünyanda ve tasavvurlarında ne varsa her şeyi dışarıda bırak ve o hayalini kurduğun mahzenin kapısını açıp yavaşça içeri gir. Burası uçsuz bucaksız bir mekân olsun ve bu mekânda hiçbir insan hiçbir canlı ve hiçbir hayat belirtisi olmasın... Zihnini tamamen boşalt... Yaşanmış olayları ve yaşanması muhtemel hayallerini avuçlarının içine al ve gökyüzüne doğru fırlat... Uçsuz bucaksız bir sahrada yapayalnız olduğunu düşün... Yakınma, bunu sen tercih ettin, insanlardan, olaylardan ve yaşanmışlıklardan uzaklaşmayı ve ıssız bir ortamda yapayalnız kalmayı sen istedin. Ve ısrarla yalnızlığa olan özleminden, yalnız kalma isteğinden bahsettin. İşte şimdi tam da istediğin bir mekândasın ve burada gerçekten yalnızsın. Karanlığa bak ve sırtını yasla duvara sonra derin bir nefes al ve öylece bekle… Konuşma, düşünme, hayal kurma, hiçbir talepte bulunma, özlemlerinden bahsetme öylece kal… Hayatını kâbusa çeviren acılara da yol ver, ızdıraplarının sebebi olarak gördüğün bütün uyaranları terk et ve kapıyı kuvvetlice kapat. Kuvvetle tutunduğun bağları bir bir kopar ve hiçbir ses hiçbir insan hiç bir şeyin kapıdan içeri girmesine izin verme. Çünkü sen yalnızlığı seviyor ve yalnız kalmak istiyorsun öyle değil mi? Sonra başını duvara yasla ve beklemeye devam et. Yalnızlığı yavaş yavaş solu ve neler hissettiğini anlamaya çalış... Sonra zihnini tamamıyla boşalt... Hatıralara veda et, duygularını istila eden acı ve tatlı olayları sav, kulaklarında yankılanan insan seslerini sil, sevdiklerini ya da sevmediklerini, canlılık belirtisi gösteren her şeyi, objeleri, hayat yolculuğunda sana eşlik eden canlı cansız bütün varlıkları çıkar hayatından ve gözlerini aç, boşluğa doğru bak. Peki, ne hissediyorsun şimdi? Bu şekilde ne kadar kalabilirsin. Ne kadar kaldırabilirsin bu hayatı ya da yaşamın ne anlamı kalır senin için? Büyük bir boşluktasın değil mi? Ve yalnızlığın aslında senin doğanla uyumlu olmadığını anlıyor bir sese, bir harekete, bir renge ihtiyaç duyuyorsun… Sadece iyi şeylerin değil acıların dahi bir anlamı olduğunu hissediyor ve boğulmakta olduğun karanlıktan çıkmak için çaba gösteriyorsun. Yalnız ve yalıtılmış bir hayatın fıtratına ne kadar uzak olduğunu bütün benliğinde hissediyor ve bu dar kapıdan çıkmak istiyorsun değil mi? Düşün…
Acı yok, neşe yok, insan yok, gürültü yok, olgular yok, kavgalar yok, başarı yok, sevdiklerin yok, sevmediklerin yok, iş yok, meşgale, gelecek yok geçmiş yok... Böyle bir hayata tahammül edemeyeceğinin farkındasın değil mi? Ve aslında yalnızlığı hiç sevmediği anlıyor sonra zihninin kapılarını dünyaya açıp adına hayat denen acı-tatlı olayların derin anlamlar ifade ettiğini bütün hücrelerinde hissediyorsun. Çünkü sen insansın ve yalnızlığa hiç yatkın değilsin, olamazsın da. Elbette yalnızlığa ihtiyaç duyduğun anlar olabilir ancak bu çok kısa soluklu bir moladan ibarettir ki, zihnini toparlar ve hayata geri dönersin. Çünkü sen insansın…
Fatma Tuncer.