İşe Kendini Bilmekle Başla
İslam düşünürleri insanın psikolojik boyutunu ele almış, düşünce ve davranışın hangi süreçlerden geçtiğini anlamaya çalışmışlardır.
Muhasibi, İbni Sina, İbni Rüşt, Gazali, İbni Arabî, Kindi ve Mevlana gibi şahsiyetler ruh ve beden arasındaki düzeneği anlayabilmek için çalışmalar yapmış ve elde ettikleri birikimlerin psikolojik karşılıklarına ulaşabilmek için kafa yormuşlardır. Zira İslam bireyin maddi yanına değil, insan yanına hitap eder ve onun kişisel gelişimine vurgu yapar.
Günümüzde psikoloji ilminin kaynağının Batı toplumları olduğu iddia edilir ve Doğu’da bu konuyla ilgili hatırı sayılır bir çalışmanın olmadığı düşünülür. Oysa Müslüman düşünürler, mutasavvıflar ve tarihe yön veren dava insanları insanı tanımaya ve anlamaya yönelik birçok çalışmalar yapmış ve bu konunun üzerinde titizlikle durmuşlardır.
Mutasavvıflar şahsiyet eğitimine büyük önem vermiş ve insanın önce kendini bilmesi, zaaflarını tanıması gerektiğini belirtmişlerdir.
Kendini bilmek merdivenin ilk basamağıdır ki, burada kişi dikkatini iç dünyasına çevirir ve nefsinin kendisine yüklediği haset, kibir, gaflet, riya ve dünyevileşme gibi olumsuz hasletlerin farkına varıp köklü bir değişime gider. Kendini bilmek söylemi üzerinden hareket eden İslam büyükleri, kişinin farkındalığına dikkat çeker ve değişimin bilinçli bir farkındalıkla gerçekleşebileceğini ifade ederler.
Mutasavvıflar insan nefsinin düzeneğini belli bir hiyerarşiye tabi tutmuş ve şu dört mertebeyi merkeze almışlardır. Şahsiyetin yapıtaşlarını oluşturan bu dört mertebe, nefs-i emmare, nefs-i levvame, nefs-i mülhime ve nefs-i mutmaine olarak belirlenmiştir.
Nefs-i emmare merdivenin ilk basamağıdır ve insanın iyiyi kötüden ayırt edecek güce ulaşamamış, terbiye edilmemiş olumsuz hasletlerini, onu hataya sürükleyebilecek dürtüsel yanını ifade eder. İnsanın ilkel dürtülerini içeren nefs-i emmare terbiye edilmediği takdirde, kişiyi, kötülüğe, harama yönlendirir ve bir sonraki mertebeye ulaşmaktan alıkoyar. “Hiç şüphesiz nefis devamlı kötülüğü emreder” (Yusuf süresi, 53).
Nefs-i emmareden sonra nefs-i levvame zikredilir ki, bu aşamada kişi hatalarının farkına varıp pişmanlık duyabilmekte ve iyiliğe yönelmektedir ancak bunu istikrarlı şekilde yapamamaktadır. Yani kişi davranışları üzerindeki hâkimiyeti sağlayamamış ve iyiliği meleke haline getirememiştir. Nefs-i mülhimede ise kişi bir üst mertebeye geçmiş ve iradesini kullanma noktasında bir disiplin kazanmıştır. Kişi artık düşünce boyutunda bir dönüşüm sağlamıştır ve nefsanî dürtülerini kontrol altında tutabilmektedir. Ve artık bu süreçlerden geçerek nefs-i mutmainneye ulaşıp, hayatını iyilik ve ihsan üzere sürdürecektir. Kişi nefsini doğal ve etkin bir eğitim sürecinden geçirmiştir ve olayları doğru bir bakış açısı ile değerlendirebilmektedir.
İnsanlarımız bireyin manevi yönünü yok sayıp onu maddi bir varlığa indirgeyen ve yoksullaştıran Batılı bilim insanlarının geliştirdiği psikoloji ilmine büyük bir rağbet gösterirken, büyüklerimizin asırlar öncesinde ortaya koydukları terbiye metodunu küçümser ve itibar etmezler. O yüzden başımızı çevirdiğimiz her noktada bir terapistin tabelası ile karşılaşıyoruz fakat ne hikmetse nefsin ilk mertebesinden öteye geçemiyoruz. Hepimiz nefs-i emmarenin basamağındayız ve erişkin bedenini sıkışmış çocuklar olarak kalmaya rıza gösteriyoruz. Nefsimiz neyi yap diyorsa yapıyor, nereye yönlendiriyorsa o tarafa doğru gidiyoruz ve bu çelişkiler yumağının içinden bir türlü çıkamıyoruz. Bedenen büyüyor, gelişiyor ve yaşlanıyoruz ama düşünce ve davranışlarımız hiç büyümüyor, güdük kalıyor ve erişkin bedenine sıkışmış bir çocuk olarak veda ediyoruz hayata.
Fatma Tuncer.