İstersek Başarabiliriz
Topluma yön veren üç sosyal sınıf vardır. Din adamları, aydınlar ve yönetici kesim. Toplumun ıslahı ise ağırlıklı olarak din adamlarından beklenir. Allah’tan korkan adamdan zarar gelmez ifadesi insanlarımızın dindarlara olan güvenini ifade etmektedir. Eğer bir kişinin görüntüsüne ya da davranışlarına bakıp dindar olduğuna karar vermişsek, artık bu kişiyi evimizin anahtarını dahi bırakabileceğimiz bir kişi olarak görürüz. Fakat günümüzde öyle olaylara tanıklık ediyoruz ki, “zarar gelmez, güvenirim” diyebileceğimiz kişilerden dahi kuşku duyar hale geliyoruz. Çünkü bugün, paraya biçilen değer ahlaki ilkelere biçilen değerin önünde yer almaktadır.
İnsanlık tarihine baktığınızda para ve mevki karşısında zaaflarını alt edip, fıtratına uygun hareket eden pek az kimsenin olduğunu görürsünüz. Çünkü insanoğlu maddiyata karşı zaaf taşıyor, küçük vaatler karşılığında, kendisini insan olma şerefine ulaştıran değerleri satılığa çıkarabiliyor. Öyle ki, inançlıdır, topluma öncülük eden biridir dediğimiz bazı kimlerin dahi inandığı değerleri küçük menfaatler karşılığında terk ettiğine şahit oluyoruz. Rabbimiz bu insanların durumunu “ahiret hayatı karşısında dünya hayatını satanlar” diye vurgulamaktadır. Peki, iyi ile kötü gün gibi açıkken insan neden kötülüğe meyleder Aslında her şey insanda yani bizde bitiyor… Eğer istersek kör nefsimizi alt edip, insanca yaşamanın bütün kaidelerini etkin hale getirebiliriz. Eğer istersek iyilik üzere kalmaya karar verip, iyiliğin savunuculuğunu yapmaya devam edebiliriz. Buna güç yetirebiliriz fakat iyiliğin bedelini ödemeyi göze alamıyoruz, bu bir geçek.
Günümüz insanı hayata seküler bir gözlükle bakıyor, bu durum, bu insanların kendilerine yabancılaşmalarına neden oluyor. Bizler domatesin, kabağın, portakalın, suyun toprağın bozulduğunu, aslından uzaklaştığını dillendirirken mazbut ve yalnız hayatlarımızda ortaya çıkan asimilasyonun farkına dahi varamıyoruz.
Çağımızda para her şeyin ölçüsü olarak görülüyor. İnsanlar sahip oldukları mülk üzerinden değerlendiriliyor ve sosyal tabaka insani ilişkilerde belirleyici oluyor. Müslümanlar kendi öz kültürleri ile bütünleşip insanı kabuğu ile değil özüyle değerlendirecekleri yerde ortama ayak uyduruyor ve ambalaj odaklı bir hayat sürüyorlar. Batının sömürgeci tavrını ve ahlaki kokuşmuşluğunu eleştiren insanlarımız onları taklit etmekten bir lahza dahi geri kalmıyorlar.
Parası olan, gücü elinde tutan taklit edilir mantığı ile hareket eden Müslüman halkların düşünme ve tasavvur etme yetileri ise zayıflatılmış durumda. Edilgen bir varlığa dönüşen Müslümanlar nasıl davranacaklarını nasıl hareket edeceklerini ekranlarda sergilenen dizilerden öğreniyorlar. İnsanların düşünme ve üretme kapasitesini körelten medya ise fertleri tüketim ağına çekerek nesnel bir varlığa dönüştürüyor. Beyinleri uyuşan insanlar bütün yaşamlarını bir şeylere sahip olabilmek için harcıyorlar. Küresel kapitalizm, evrende etkin bir yere sahip olan insanın gücünü, emeğini, duygularını, düşüncelerini, vaktini ve bütün hayallerini üç beş kuruş para karşılığında satın alıyor. İnsan ise her şey yolundaymış gibi tepkisiz kalıp, kölelik yapmaya razı oluyor. Ne garip!
Fatma Tuncer.