Konuşmanın Bir Adabı Vardır
Büyüklerimiz bir insanı tanımak istiyorsanız öfke anında sergilediği tavırlarına bakın der ve öfkenin kişinin karakterini ele verdiğini ifade ederler. Yani sizin nasıl bir kişi olduğunuz, kendinizi, diğerlerini ve olayları nasıl değerlendirdiğiniz öfke anında sergilediğiniz tepkilerinizde gizlidir. Açıkçası bazı kardeşlerimizin olaylara kendileriyle aynı pencereden bakmayanlara karşı gösterdikleri abartılı tepkilerine, büyüklerimizin bu perspektifinden baktığımda, sürekli savunma halinde olan, suçluluk hissi yaşayan güvensiz bir insan prototipi ile karşılaştığımı görüyorum.
Kardeşlerimiz duygularını anlatırken bir yandan tarihimizin yüceliğinden, milli kahramanlarımızdan, dinimizin getirdiği kültürel zenginliklerden, Ali’nin ilminden, Ömer’in adaletinden bahsediyor diğer yandan kendilerini sarsılmaz, yenilmez bir bilek olarak lanse ederek hamaset yapıyorlar. Birisi muhalif bir söz söylemeye görmesin, kişinin kim olduğunun hiç önemi yok, kardeşlerimiz hep birlikte ayağa kalkıyor ve koro şeklinde hakaretler yağdırmaya başlıyorlar. Muhatabı hiç dinlemiyor, saydırıyor, tehdit ediyor ve seslerini sonuna kadar yükseltiyorlar. İçlerinden aklıselim bir kişi çıkıp, “Kardeşim fazla abartıyoruz, bu kadar üstümüze almayalım, herkes yüreğinde taşıdığını kusar, biz şerri reddedip hayrı yaymaya çalışacağız, sakin olun” dese de fayda getirmiyor, bizimkiler sesimizi ne kadar yükseltirsek o kadar güç elde ederiz anlayışı ile hareket edip tepkilerini bir cehalet mizacı ile sürdürmeye devam ediyorlar.
Tepkilerini uç noktalarda gösteren kişilerin bulundukları konumun, aldıkları eğitimin ve aile yapılarının hiçbir önemi yok, bu kişiler tartışmanın adabını bilmiyor ve tepkilerini cahilane bir tutumla ortaya koyuyorlar. Kim sesini daha fazla yükseltirse, kim daha hamasi ifadeler sarf ederse, kim dini değerleri kullanarak ortaya çıkarsa koronun şefliğini o yapıyor ve kavgayı bastıran güçlü ilan ediliyor. Kardeşim karşımızdaki kişi bizimle aynı inanca, aynı düşünceye sahip olmayabilir bunu kabul etmek ve davamızı İslam’ın öngördüğü bir nezaket ekseninde savunmak ve anlatmak zorundayız. Sevgili Peygamberimiz İslam’ın azılı düşmanlarına hitap ederken dahi asaletinden hiç ödün vermemiş ve bu insanların nefislerine değil ruhlarına hitap etmiştir. Resulullah Taif’de kendisini taşlayan ve İslam’ın değerleri ile alay eden gençler için, “ Allah’ım onlar hakikati bilmiyorlar, onları affet” diye duada bulunmuş ve şiddete merhametle karşılık vermiştir. Fakat ne yazık ki kardeşlerimiz muhalifleri ile tartışırken Resulullah’ın gölgesinden tamamıyla uzaklaşıp cehaletin sokaklarına dalıyorlar. Sözü bir araç olarak kullanmayıp, silaha dönüştürüyor ve gözdağı veriyorlar. Her konuda konuşuyor, her olayda başı çekiyor ve cehalet kibri ile her şeyi biz biliriz havası taşıyorlar… Fakat ne sarf ettikleri söz, ne de enaniyet kokan davranışları muhatapları üzerinde zerre kadar tesir bırakmıyor. Çünkü kibir ve gösterişli halleri yüreklerindeki iyiliği alıp götürmüş ve onları cehaletin çıkmaz sokaklarına sürüklemiş. Fakat kendilerine biçtikleri kurtarıcı rolüne o kadar inanmışlar ki, kibrin hayatlarından neler alıp götürdüğünün farkında dahi değiller. O yüzden seslerini çok fazla yükseltiyor ve karşı tarafı korkutarak baskın gelmeye çalışıyorlar.
EN DOĞRU SÖZÜ O SÖYLEDİ
“Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.” (Lokman Suresi, 18. ayet)
Fatma Tuncer.