Kalplerin Yakınlaşması
Kadın, bütün servetini kaybetmiş gibiydi başını eğmiş, “Yirmi yıllık evliyim ama kendimi hep yalnız hissederim, her şeyi içimde yaşarım, duvarlara ulaşırım ama eşime ulaşamam, iki ayrı dünyanın insanları gibiyiz. O hep meşguldür, önemli işleri vardır, eve geldiğinde odasına çekilip dinlenmelidir…” diyor ve sessizce yutkunuyor.
Kadın; fiziki olarak aynı mekânda yaşayan ancak birbirlerinden kopan ve yabancılaşan iki insanın hikâyesini özetliyor. Aynı havayı soluyan ancak birbirlerinden uzaklaşan ve aralarına mesafeler ören iki kalbin burukluğunu aşikâr ediyor kadın.
Sorduğunuzda hemen herkes evliliğin önemli bir müessese olduğunu ve aile bütünlüğünün paylaşım ve fedakârlıkla sağlanabileceğini ifade ediyor ancak pratikte bunun yansımalarına rastlayamıyoruz. Aile ile bütünleştirilen sevgi, saygı ve hakkaniyet kavramları da tıpkı bunun gibi sadece ifadelerde yer alıyor, pratik hayata taşınamıyor.
Günümüzde evliliklerde yaşanan en büyük sorun, iletişimsizlik ve buna bağlı olarak ortaya çıkan duygusal kopukluk, eşlerin birbirlerine yabancılaşmalarıdır. Kalben yakınlık kuramayan kadın ve erkek aynı evde yaşayan iki yabancıya dönüşüyorlar. Ne kadın kocasını tanımaya çalışıyor ne de erkek eşini anlayabiliyor, eşler hayatlarına iki yabancı olarak devam ediyorlar. Kişiler apartmana yeni taşınan komşuları ile tanışmaya özen gösterip kapılarını çalarken aynı evi paylaştıkları yol arkadaşlarını tanıma gayreti içinde olmuyor, buna tenezzül dahi etmiyorlar. Kadın hep anlaşılmamaktan şikâyet ediyor, erkek ise gün boyu yoğun iş temposunda çalıştığını ve sessizliğe ihtiyaç duyduğunu dillendiriyor ve doğal olarak birbirleri ile kalbi bir bağ kuramıyorlar. Peki, bu sevgisiz ve donuk ortamda çocukların sağlıklı bir kişilik geliştirmeleri mümkün olabilir mi? Elbette hayır…
Kalp, iletişimin gerçekleştiği merkezin adı, sevginin yeşerdiği kaptır ve eğer kalpler birbirinden uzaklaşmışsa şahıslar fiziki olarak bir arada bulunsalar da yakınlık kuramaz ve sevgide buluşamazlar. Zira sözün muhatabı kalptir, iletişim kalpte başlar ve kalpte biter.
Ev, aile bireylerini fiziki olarak bir arada tutuyor ancak uzaklaşan kalplere çözüm olamıyor ve kalbi yakınlık kuramayan eşler birbirlerini öteki olarak görmeye başlıyorlar. Eşlerin birbirlerinin varlığını hissedememeleri mesafeleri artırıyor ve ev işlevini kaybedip donuk bir mekana dönüşüyor. Akşam evine geldiğinde eşi ve çocukları ile sohbet etmekten, onlarla bir arada vakit geçirmekten hoşnut olmayan kişi odasına geçiyor, televizyonu açıyor, telefonu alıp arkadaşları ile sohbet ediyor ve aile fertlerinin varlığını hissedemiyor, onlarla duygudaş olamıyor. Kalpler birbirinden uzaklaşınca evliliği ayakta tutan sevgi ve şefkat zayıflıyor ve eşler birbirlerine tahammül edemez hale geliyorlar. Zira ihtiyaç duyulan sevgi ve anlayış ancak kalplerin yakınlığı ve uzlaşması ile mümkün olabilir.
Kalbin bir aklı, bir iletişim şekli ve kendine has bir dili vardır ki, İslam büyükleri buna gönül dili demişlerdir.
Mevlana mesnevisinde “…Söz beden misali, manası da tatlı bir candır” der ve sözün zahirine değil ruhuna dikkat çeker. Mevlana gönüldaşlık dildaşlıktan iyidir ifadesi ile sözden ziyade özlerin birliğine ve duygudaşlığa vurgu yapar. Zira insanlar aynı dili konuşmasalar dahi aynı duyguyu yaşayabiliyorlarsa bu onları bir araya getirir ve sevgide birleştirir. Ve eğer kalpler yakınlık kurmuşsa aşılmaz zannettiğiniz dağlar aşılır ve sorunlar küllenip gider. İşte o vakit evreni ayakta tutan iksirin, kalplerde hayat bulan sevgi olduğunu kavrarsınız.
Fatma Tuncer.