Öz Kimliğimizi Korumak Zorundayız
Öz kimliğimiz fiziki ve davranışsal özelliklerimizi ifade eden ve kim olduğumuzu tanımlayan bir kavramdır. Kendimizi nasıl değerlendirdiğimiz, diğerlerinin nazarında nasıl bir yer edindiğimiz, insanla ve eşya ile ilişkilerimizi neyin üzerine temellendirdiğimiz tamamıyla bu alana dâhildir.
Kimliğimiz bizi diğerlerinden ayıran özelliklerimizi, geleceğe dair hayallerimizi, kültürel kazanımlarımızı, insanlarla ilişki kurma biçimimizi bütünüyle yansıtan bir ayna gibidir.
Yan kimliklerimiz zamanın akışına göre değişebilir, öz kimliğimiz ise çaya rengini veren iksir gibidir, hâl ve hareketlerimizin yönünü tayin eder.
Çocukluk döneminden itibaren şekillenmeye başlayan kimliklerimizi bir binaya benzetecek olursak, binanın temeli Allah’ın bahşettiği özdür, yani Müslüman kimliğimizdir ve bu öz hayatımızın her noktasında belirleyici olur. Öz kimliğimiz hayatımıza yön veren bir yol haritasıdır ve yan kimliklerimize hakemlik yapar, şekillendirir.
İnsan hayatını neyin üzerine kurmuşsa, neyi önceliyor, neyi hayatının merkezine alıyorsa dünyaya buradan bakıyor ve icra ettiği rollerini buna göre şekillendiriyor. Mümin ise niyetinde ve eyleminde Allah’ın rızasını arayan kişidir ve bu yönüyle diğerlerinden ayrılır. Rabbimiz hayatımızı öylesine muazzam bir denge üzerine kurmuş ki, besmele ile başladığımız her iş hayra dönüşüyor ve iyilikler hanesindeki yerini alıyor.
Bütün nehirlerin tek bir noktada birleşip okyanusa doğra aktığı gibi hayata kattığımız her şey İslam’ın değerler hanesine dâhil oluyor ve emeğe, berekete, yol azığına dönüşüyor.
Kendilerini iki âlemde de saadete ulaştıracak bir değerler sistemine sahip olan Müslümanlar, bir asrı aşkındır materyalist kültürün kuşatması altında yaşamakta ve ne yazık ki tepkilerini kaybetmekteler. Müslümanlar bölgeye bir virüs gibi yayılan güç odaklarını gözlerinde o kadar büyüttüler ki, onurlu bir duruş sergilemek yerine boyun eğdiler ve yavaş yavaş dönüştüler. Vicdanlarını susturdular, nefislerini besleyerek ortama uyum sağlamaya ve öz kimliklerinden uzaklaşmaya başladılar. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı, bunun farkındaydılar fakat gözlerini iç dünyalarına çevirip ne yaptık ya da ne yapmalıydık diye sormaktan kaçındılar ve sorunu tamamen karşı tarafa yıkıp işin içinden çıkmaya çalıştılar. Ama olmadı, olamazdı ayağımıza baskı ile giydirilen bu ayakkabı bize ait değildi…
Rabbimiz muhtemel iç ve dış tehlikeleri elbette biliyor ve siperlerimize yani göğsümüzde taşıdığımız “öz”e ve vahyin gücüne işaret ediyor. Rabbimiz misafiri olduğumuz dünya hayatında nasıl bir hayat süreceğimiz ve tehlikeler karşısında nasıl bir tavır alacağımız konusunda yön gösteriyor ve yolu hak olanın kaybetmeyeceğini belirtiyor. Rabbimiz göğüslerimizde taşıdığımız imana, öze ve kirlenmemiş niyetlere vurgu yapıyor. Nitekim bahşedilen bu öz sevgi ile yoğrulmuştur dolayısıyla kötülüğe meylettiğimizde üzeri perdeleniyor ve yavaş yavaş körleşmeye başlıyoruz. Böyle durumlarda vicdanımız susuyor, zihnimiz bulanıyor ve önümüzü göremez hale geliyoruz.
Uzun sözün kısası şu; Rabbimiz bizden içimizdeki özü korumamızı ve olayları irademizin süzgecinden geçirerek tavrımızı haktan yana almamızı istiyor. Rabbimiz bizden öz bilincimizi, vicdani hassasiyetimizi korumamızı istiyor ve bunun tabiatımıza en uygun yaşam tarzı olduğunu haber veriyor. Rabbimiz iki âlemde de geçerli olacak saadet formüllerini sunuyor ve bu formülleri korumamızı istiyor.
Fatma Tuncer.