Kardeşiz Demek Yetmez
İnsanlıkta kardeş olmakla yol kardeşliği aynı değildir.
İnsan olarak, yeme, içme, sevme, sevilme ve hedefler belirleme noktasında müştereklere sahibiz ve beşeriyette kardeşiz. Hüzün ve neşe hepimizin buluşma noktası. Ve hepimiz hidayete açılan bir hakikat çekirdeğine sahibiz. Müştereklerimiz bizi kardeş kılıyor ve birbirimizi anlamamıza yardımcı oluyor.
Ancak inanç ve değerler noktasındaki seçimlerimiz bizi keskin çizgilerle ayırıyor ve yol kardeşliğinde kenetleniyoruz. Burada akla kara, iyi ile kötü gün yüzüne çıkıyor ve dava kardeşliği beşeriyette olan kardeşliğin önüne geçiyor.
İnananlar vahyin ışığında birleşip ümmet okyanusuna doğru akıyorlar. Üstad Sezai Karakoç, “Kardeşiz demek yetmez, Habil misin Kabil misin?” der ve bu ayrıma dikkat çeker. İnsanlık tarihi Habil ve Kabil’in izlerini sürenlerin savaşından ibarettir, her insan özgür iradesi ile tarafını seçer ve yola devam eder.
Kur’an’da Hz Adem’in iki oğlu arasında geçen olay şöyle anlatılır:
“Onlara Adem’in iki oğlunun başından geçen ibret verici şu gerçeği anlat: Onlar Allah’a birer kurban takdim etmişlerdi de birinden kabul edilmiş diğerinden ise kabul edilmemişti. Kurban kabul edilmeyen kıskanıp, ‘Seni mutlaka öldüreceğim’ deyince öteki şu cevabı vermişti: Allah ancak takva sahiplerinin ibadetlerini kabul buyurur.
Sen beni öldürmek için elini uzatsan bile ben seni öldürmek için elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım.
Doğrusu ben isterim ki sen hem benim günahımı hem kendi günahını yüklenesin de ateş ehlinden olasın zalimlerin cezası işte budur.
Nihayet nefsi onu kardeşini öldürmeye sürükledi onu öldürdü de mahvolup gidenlerden oldu” (Maide, 27, 28, 29, 30).
Habil ile Kabil öz kardeşlerdi, aynı kaptan beslenmiş, aynı havayı solumuş ve aynı anne babanın tedrisatından geçmişlerdi. İlk insan ilk peygamber Hz Adem’in oğullarıydı onlar ve onun gölgesinde büyümüşlerdi.
Ancak tercih ettikleri yol, tutundukları değerler onları birbirinden ayırdı. Biri beyazı tercih etti diğeri siyahı, biri yönünü vahye döndü diğeri zifiri karanlığa…
Kabil şiddet ve nefreti savunanların öncüsü olmuş ve zalimlere yön göstermeye devam etmişti. Kabil bir katildi, haset ve kıskançlığına esir olan, nefsinin kölesi haline gelen bir caniydi. Kabil Allah’ın kendisine bahşettiği imkânlara boyun eğip, teslimiyet göstermemiş aksine ihtiraslarına yenik düşüp kardeşinin hissesine göz dikmişti. Zaten yeryüzünde insanoğlunun dünya ve ahiret hayatını mahveden ve onu kaybedenler kulvarına iten en büyük etken ihtiraslar değil midir? Zira muhteris kişi ne kadar çok şeye sahip olursa olsun yakalandığı göz açlığından kurtulamaz ve öz kardeşine dahi haset eder. Nefsinin çığlıklarını dindirebilmek için tehlikeli yollara sapar ve battıkça batar… Muhteris kişi hasedini şefkatle tedavi etmek yerine şiddete yönelir ve sorununu daha da vahim hale getirir. Ve bu döngü hep böyle devam eder.
Kabil kin, nefret, şiddet ve ihtiraslarına kapılıp, kardeşini katletmiş bir katildir. Onunla aynı aile çatısı altında büyümüş olan Habil ise iman, ihlâs, takva ve samimiyeti ile Allah’a bağlıdır… Habil nefsinin taleplerini reddedip, Allah’a teslim olmuş bir Müslüman’dır. Habil ihtiraslarının peşinde sürüklenen katil kardeşinin saldırılarına maruz kaldığında dahi inanç ve değerlerinden zerre kadar ödün vermemiş halini Yüce Allah’a havale etmiş ve teslimiyet göstermiştir. Habil inanan ve inandığı gibi yaşayabilen bir Müslüman’dır. Tehlikeyi görmüştür fakat niyetini bozmamış, dua ile Allah’a sığınmıştır.
Kabilin yeryüzünde işlediği cürümün ardından asırlar geçmiştir ancak onun izini sürenler aramızda yaşıyor ve katliamlarını sürdürüyorlar. Kabil’in kardeşleri masum canlara kıyıyor, yeryüzünde kin ve nefret ekmeye devam ediyorlar. Kadınları, erkekleri ağzı süt kokan çocukları katlediyor ve masum halkların ekmeklerini ellerinden alıyorlar. Kabil’in kardeşleri zulmediyor, zulme tutunuyor, zulme destek veriyor ve yeryüzünü fitne ve fesada boğuyorlar. Habil’in izinden yürüyen ve Allah’ın ipine tutunanlar ise o gün olduğu gibi bu gün de bedel ödemeye devam ediyorlar.
Fatma Tuncer.