İnandım Demek Yetmez
“Bütün zulümler, bütün haksızlıklar dünyayı bu dünyadan ibaret sanmaktan kaynaklanıyor” der Sezai Karakoç.
Sorduğunuzda her kişi ahirete iman ettiğini ve yapılan ya da yapılmayanın hesabının mutlaka sorulacağını ifade edecektir.
Bunun pratik yansımalarına baktığınızda ise hayatı sadece bu dünyadan ibaret görenlerin rekabet, ihtiras, şiddet ve nefretleri ile karanlık izler bıraktıklarını görürsünüz. Yoksa kişi gerçekten ahirete görür gibi inanmış olsaydı zulmedebilir miydi? Kibre kapılıp zayıfları ezmeye yeltenebilir miydi? Ahirete inanıyorum diyen birçok kişi bu iddianın ne olduğunu kavramış değiller. O yüzden toplumdaki suç oranı her geçen gün biraz daha artıyor ve yeryüzü zulmün kirleri ile siyaha boyanıyor.
Karakoç’un ifade ettiği gibi yaşanan bütün kötülüklerin nedeni fertlerin dünyayı sadece bu dünyadan ibaret görmeleridir.
Dünyevileşen insanlar konakladıkları mekânın misafiri olduklarını unutuyor ve burada ebedi kalacakları hissine kapılıyorlar. Düşünün sorgu yok, sual yok, hesap yok, ceza yok, mükâfat yok… Böyle düşünen ve böyle inanan kişiler için kötülüğün önündeki bütün engeller kalkıyor ve yeryüzü karanlığa boyanıyor. İnsanlar ahirete görür gibi insanmış olsalardı kötülüğe bulaşmamaya özen gösterir ve kendilerini koruyabilmek için büyük gayret gösterirlerdi öyle değil mi?
İnsanın yaradılışına, evrenin idare edilişine ve yaşama dair açıklamalarda bulunan ayetlerde dünya hayatı bir oyun, eğlence, mal ve evlatla övünülen yaşamsal alan olarak ifade ediliyor. Rabbimiz ayetlerinde asıl hayatın ahiret yurdu olduğunu vurguluyor ve uyarıyor. Fakat insanoğlu ruhi ve fikri gelişimini sürdürürken dünyanın geçiciliğine işaret eden onlarca emare ile karşılaştığı halde vurdumduymaz davranıyor ve adeta körleşiyor. Misafir olarak geldiği mekânda evin sahibi gibi davranmaya ve kibri ile ahkâm kesmeye devam ediyor.
İnsan eğer ahirete görür gibi inanmış olsaydı elindeki emanetlere aldanıp kibre kapılır mıydı? İnsanların yüreklerini acıtabilir miydi? Kul hakkı yiyebilir miydi? Dünyanın geçici metalarına kapılıp kibir ve gösterişe yönelebilir miydi?
Ahiretin varlığı Allah’ın mutlak adaletinin bir göstergesi, eylemlerin adalet terazisinde değerlendirilerek iyi ile kötünün ayrıştığı ve hak sahiplerinin haklarına ulaşabildiği bir gerçek. Zira fani dünyada birçok kişi hakkını ihlal edenlerle hesaplaşamamış, kulların zulmüne karşı varlığını koruyamamış, haklarına ulaşamamıştır. Ahiret yurdu mutlak adaletin vuku bulacağı bir yer, orada herkes Allah’ın adaletinde buluşacak ve haklarını elde edebilecekler. Ahiret yurdu iyiler için gerçek saadetin, gerçek mutluluğun, gerçek huzurun vuku bulduğu bir mekân… Dünyada Allah’ın rızasını arayanlar orada mahrum olmayacaklar…
Fatma Tuncer.