Modern ailenin çıkmazları
Günümüzde her şey bireye özgü kurgulanıyor ve aile ortak bir yaşam alanı olmaktan çıkıyor. Böyle bir ortamda, ortak bir heyecan ortak bir yaşam döngüsü ve ortak bir duygudaşlık oluşturmak mümkün olamıyor. Anne babalar, kendi dünyalarına hapsolmuş, birbirlerinin seslerini işitemiyor, varlıklarını göremiyor ve hissedemiyorlar. Baba akşama kadar ağır iş ortamında çalışıyor ve “ kendini çalışmaya eve para getirmeye kurgulanmış” bir araç gibi görüyor. İnsanlarla aynı yolda yürüyor, aynı ortamı paylaşıyor fakat insani bir yakınlık kuramıyor. Baba akşam eve geldiğinde ise yemeğini yiyor ve hemen televizyonu açıyor, rutin dizilerini seyrediyor. Akşama kadar evin işleriyle meşgul olan ve eşinin eve gelmesini dört gözle bekleyen anne ise, eşiyle sohbet etmek istediğinde elleri boş geri dönüyor. Çünkü eşi kendisine sorulan soruları duyamıyor ve ruhen ailenin içinde yer alamıyor. Çocuklar ise odalarına kapanmış ve geç vakte kadar bilgisayar ile meşgul oluyorlar.
Anne baba ve çocuklar aynı evde yaşıyorlar, aynı sofraya oturuyorlar, aynı havayı soluyorlar ama duygusal olarak birbirlerinden uzaklaşıyor ve sağlıklı bir iletişime geçemiyorlar… İletişim kanallarının tıkandığı bir aile ortamında, fertler etrafa saçılmış nar taneleri gibi birbirinden kopuyor ve yalnızlığa sürükleniyorlar.
Günümüz insanı Yaratıcısından, kendinden ve ailesinden kopuk bir hayat yaşıyor. Bu insanların en belirgin özelliği ise ürettikleri mazeretin arkasına sığınmalarıdır. Onların, “eşimle ve çocuklarımla sohbet edemiyorum çünkü vaktim yok” dediklerini işitirsiniz. Oysa iyi işler yapabilmek için vakit her zaman vardır… Hazreti Peygamber’in sorumluluğu oldukça ağırdı. O akşama kadar bir dize görüşmeler yapıyor, bağlantılar stratejiler, kararlar alıyor, ziyaretler yapıyor, kendisine gelen heyetleri kabul ediyor ve gelenleri dinliyordu. Ama o yoğunluk içinde dahi önceliklerini çok iyi belirliyor ve ailesine vakit ayırıyordu.
İletişimin ilk basamağı karşımızdaki kişiye değer vermektir. Hazreti Peygamber evine selam ile girer, karşılaştığı insanlara, çocuklara ve yaşlılara önce selam verir ve hal hatır sorardı. Selam gönülden gönle muhabbet olur ve akardı.
Bir insanı yargılamadan dinlemek ve anlamaya çalışmak iletişimin en etkili anahtarıdır. Karşımızdaki kişiye bu anahtarla yaklaşır ve olaylara onun gözlüğü ile bakar empati kurarız. Empatik iletişim vicdanımızı harekete geçirir ve karşımızdaki kişiyi sadece anlamakla kalmaz aynı zamanda yardımcı olmaya çalışırız. Zira Hazreti Peygamber insanları dinliyor, sıkıntılarını gidermek için elinden geleni yapıyor ve bu konuda bizlere yol gösteriyordu.
Bir insana değer vermek onu kazanmak demektir. Hazreti Peygamber, insanlarla konuşurken yüzlerine bakar, konuşma bitinceye kadar yönünü çevirmez ve konuşulanı saygı ile dinlerdi. Konuşurken karşısındaki kişinin sözünü kesmez ve anlamaya çalışırdı. Resulullah’ın aile efradı ile ya da çevresindeki insanlarla ilişkilerine baktığımızda daima empati ile yaklaştığını ve yardımcı olduğunu görmekteyiz.
Ailede iletişimi yeniden inşa edebilmek için, aile içi sohbet geleneğinin canlandırılması, fertlerin birbirlerine müdahale etmeden anlamaya çalışmaları gerekmektedir. Fakat bu gün ne yazık ki, sohbet geleneğimiz yerini kişisel ilgi alanlarına bıraktı. O yüzden insanlarımız birlikte bir şey yapmak yerine kendi istedikleri şeyi yapmayı tercih ediyorlar.
MAHREMİYET SINIRLARININ İHLALİ
Eskiden mahremiyet kavramına büyük önem verilirdi. Gizli kalması gereken şeyler titizlikle korunur ve arka bahçedeki yerini alırdı. Mahremiyet sınırlarını koruyan kişiler, bu olumlu davranışları sebebiyle övülür ve takdirle karşılanırdı.
Mahremiyet bize özel olan duygu, düşünce ve davranışların korunmasını ve muhafaza edilmesini ifade ederdi. Bu değerler bizim gizli bahçemizdi ve buraya kimsenin girmesine izin veremezdik. Kendimizle ve aile yakınlarımızla ilişkilerimizin saygı çerçevesinde devam edebilmesi için bu şarttı.
İslam kültürünün hâkim olduğu bir ailede çocuk mahremiyetin keskin çizgilerini aile içi ilişkiler vasıtasıyla öğrenir ve içselleştirirdi. Günümüzde görsel ve yazılı medya ne yazık ki birey ve toplumların mahremiyet algısını yerle bir etti.
Ekranlarda sergilenen gayri ahlaki görüntüleri içselleştiren insanlarımız, mahremiyetin kapılarını sonuna kadar araladılar. Artık özel olan hiçbir şey kalmadı. Her şey gözler önünde yaşanıyor ve bu durum toplumu ahlaki çürümenin içine doğru sürüklüyor.
Peki, şimdi ne olacak? “Eskiden her şey daha anlamlıydı, evlilikler saygı çerçevesine devam eder, çocuklar aile içi ilişkilerde ve toplumsal alanda nasıl davranacaklarını bilirlerdi” diyen ebeveynler kendilerine dönüp şu soruyu sormaları gerekmez mi? O günden bugüne neler değişti? Hayatımızı anlamlı kılan o değerleri nasıl ve ne şekilde tükettik? Eskiden olup da şimdi olmayan şey nedir? Sorular elbette kapılarımız, ihtiyacımız olan şeye bu kapılardan içeri girerek ulaşacağız. Fakat nedense ihtiyaçlarımıza doğru yol alırken hep yanlış kapıdan giriyor ve her seferinde ellerimiz boş geri dönüyoruz. Oysa önce maruz kaldığımız hastalığın teşhisini yapmak zorundayız. Düşünün: Bir kadın kocasının özel sırlarını afişe ediyor ve onu müşkül duruma düşürüyor. Bir genç, bir kızın gayri ahlaki görüntülerini sosyal medya üzerinden sergileyerek şantaj yapıyor. Bir komşu diğerinin iffetine leke getirmek için çaba gösteriyor. Bir genç ağza alınmayacak küfürler savuruyor Yazılı ve görsel medya, kişilerarası ilişkileri dengede tutan, hayâ, edep ve mahremiyet sınırlarını tahrip ederek insanlara çarpık bir bakış açısı empoze ediyor.
Günümüzde çocuklar rol modellerini dizi oyuncularından seçiyorlar. Fertler arası ilişkileri oluşturan sosyal ağın yerini alan medya, ahlaki değerleri sümen altına itiyor.. Artık gençler aşklarını medya üzerinden ilan ediyor, yaslarını medya ortamında tutuyor, öfkelerini medya üzerinden ortaya koyuyorlar. Geçtiğimiz günlerde yaşanan bir olay bunun en bariz örneğidir. Bir evlilik programına katılan genç kız babasının vefat haberini kameralar önünde alıyor. İlk şokunu kameralar önünde atlatıyor. Duygularını burada ifade ediyor. Medya o kadar etkin hale getirildi ki, kişiye özel hiçbir şey kalmadı.
Birey ve toplumların arka bahçeleri darmaduman edildi, mahremiyet sınırlarını koruma çabasında olan kişiler ise utangaç, güvensiz ve çekingen olmakla damgalandılar. Küresel kültür mahremiyet alanında büyük bir depreme sebebiyet vererek kişisel olanla toplumsal olan arasındaki ayrımı ortadan kaldırdı. O yüzden insanlar ne evlilik yaşamlarında ne de kişilerarası ilişkilerde tutarlı ve istikrarlı bir yol bulamıyorlar. Ne acı!
Fatma Tuncer.