YAPTIĞINIZ YARDIMLAR SİZİ YOKSULLAŞTIRMAZ
Hz. Ali, “Dünyanın herhangi bir noktasında açlık ve yoksulluğa maruz kalmış insanlar varsa anlayın ki az ötede israf eden bir grup insan vardır” der ve israfla yoksulluk arasında bir bağ kurar. Bilindiği üzere İslam özel mülkiyete karşı çıkmaz ancak zekât, sadaka ve infak yoluyla mülkün tek kişinin elinde toplanmasını önler ve paylaşımı tavsiye eder.
Toplumumuzda yoksulluk ve yoksullaşma sık sık gündeme gelen kronik bir sorun olarak görülüyor. Eğer insanlarımız Kur’an’ın öngördüğü şekilde zekât, sadaka ve infak gibi değerleri içselleştirebilmiş olsalardı, bu sorun kronik bir yara haline gelmezdi. Nitekim İslam kültürünün hâkim olduğu dönemlerde servet infak ve zekât yoluyla sahiplerine ulaşmış ve yoksullar kendilerini dışlanmış ve açlığa terk edilmiş hissetmemişlerdir. Böyle dönemlerde mülk belli bir kesimin tahakküm aracı değil yoksulla zengin arasında köprü vazifesi gören bir değere dönüşmüş ve toplumun suç oranı hızla düşmüştür.
Osmanlı toplumunda varlıklı insanlar özelikle Ramazan ayında yoksulları iftara davet eder, onlara özel sofralar kurar, evlerine uğurlarken de özel hazırlanmış bir torbaya birkaç altın koyup, “Bizi hayra teşvik ettiğiniz için teşekkür ederiz” der ve memnuniyetlerini ifade ederlermiş. Kuşkusuz yoksulu evinde ağırlayıp ona minnettarlığını bildiren kimseler, mülkün gerçek sahibi olmadıklarının bilinciyle yaşar ve paylaşımı merkeze alırlardı. Yani o dönemin sakinleri serveti bir güç olarak değil bir değer olarak algıladılar ve buna uygun kullandılar.
Abdulhakim Arvasi, “Şehrin bir köşesinde biri açlıktan hâsıl olan bir hastalıktan ölse, katil şehrin diğer köşesinde cüzi bir miktar zekât borcu olan kişidir” der ve mülkün tek elde toplanmasının doğurduğu tehlikelere vurgu yapar.
Toplumumuzda Müslümanların büyük çoğunluğu zekâtlarını açlık sınırında yaşayan yoksullara değil, ait oldukları cemaat, grup ve dernek gibi kurumlara verip, burada kendilerine bir yer edinmeye çalışıyorlar. Ne yazık ki insanların camialarının sesi olarak gördükleri bu kuruluşlar gittikçe büyüyor ve bir sektör haline geliyor. Oysa kültürümüzde yardımlaşma, veren ile alan arasında gerçekleşir ve bu iki kişinin kalplerini birbirine yakınlaştırır.
Kapitalist kültürün birey ve toplumlara bulaştırdığı üç hastalık var: 1-Ferdin bütün hayal ve beklentilerini maddiyat üzerine kurması, 2-Fertler arası ilişkilerin çıkar odaklı olması, 3-Sürekli pompalanan çaresizlik ve aç kalma korkusu…
Kapitalist karaktere sahip olan fertler, aç kalma, işsiz kalma ve beklentilerine ulaşamama kaygısı taşıyorlar. Bu durum onları bencilliğe ve cimriliğe sürüklüyor. Düşünün insanlar hayır için verilen şeyin ellerinden çıktığını ve bu durumun kendilerini yoksullaştıracağını düşünüyorlar.
Oysa paylaşım odaklı yaşamak, infak etmek, hayır yapmak ibadet olmasının yanında ruhi bir ihtiyaçtır da. Nitekim son yapılan araştırmalar, infak eden kişilerin kendilerini daha iyi hissettiklerini ve bu kimselerin ruhsal rahatsızlıklara karşı daha dirençli olduklarını gösteriyor. Yani hayır yapmak kişiyi yoksullaştırmıyor aksine zengin kılıyor.
FATMA TUNCER.