Vefat Eden Bir Kimsenin Mirası Hangi Sıraya göre Taksim Edilir?
Bir kimse vefat edince terikesinden/ölen bir kimsenin bıraktığı mallardan, önce cenaze masrafları yapılır. Bundan sonra borçları ödenir. Üçüncü derecede ölenin vasiyeti varsa yerine getirilir. Fakat vârisi varsa bunun rızası olmadıkça ancak malının üçte birine kadar vasiyeti geçerlidir. Vârislerden birine yapılan vasiyette diğer vârisler izin vermedikçe muteber değildir. Vasiyyet için muayyen bir şekil yoktur. Yazılı veya sözlü olabilir. Vârisler inkâr ederse şahitler ile de isbat olunur.
Bunlar ödendikten sonra geriye kalan malları, akraba ve hısımlık derecesine göre belli paylarla taksim edilir. Ancak bunlardan hiç biri bulunmazsa üçte birden fazla olan vasiyeti yerine getirilir. O da bulunmazsa yahut fazla mal kalırsa zâyi edilmiş mal gibi beytü'l-mâl'e (devlet hazinesine) konur.
Mirasçı olmanın sebepleri:
1. Hısımlık: Varisin, miras bırakana mirasçı olabilmesi için aralarında hısımlık bağının bulunması gerekir. Usûl, fûrû, yani ana, baba, dede ve nine gibi kendi neslinden gelinenlerle; çocuk, torun gibi kendi neslinden gelenler; yine ölenin kardeşleri ile amcalar bu hısımlardandır. Bunlar miras bırakana yakınlık derecesine göre mirasçı olurlar. Daha uzak olanın mirasçı olmasını önlerler, buna "hacbetme" denir.
Bu hısımlardan erkek vasıtasıyla miras bırakana bağlanan erkek hısımlara "asabe" denir. Ölenin babası, babasının babası veya oğlu, ya da oğlunun oğlu gibi. Bir de payları muayyen mirasçılar vardır ki, bunlara "ashâbülferâiz/farz sahipleri" denir. Bunlardan kalan mirası asabe alır. Sadece asabe varsa, mirasın tamamı bunlara kalır. Farz sahipleri ve asabe yoksa, bunların dışında kalan ve ölenin uzaktan kan hısımı olan "zevilerhâm" mirasçı olur. Hala, dayı, kızın kızı gibi.
2. Evlilik: Geçerli bir nikâh akdi eşler arasında miras hakkı doğurur.
3. Velâ: Bu, İslam'ın belirlediği hükmî bir yakınlık olup, köleyi azat eden efendinin azad ettiği köleye mirasçı olmasını ifade eder. Hadiste; "Velâ, neseb bağı gibi bağ meydana getirir, satılmaz ve hibe edilmez" buyurulur. Hanefiler buna "velâul-müvâlât" veya "mevlâl-muvâlât"ı da eklediler. Bu, iki kişinin birbirine koruyucu ve diyet ödemede yardımcı olmak ve buna karşılık birbirine mirasçı olmak üzere anlaşmasıdır.
Bir kimsenin ölümüyle geride bıraktığı malına dört şey gerekir:
1. Techiz ve tekfin masrafları; ölen kimsenin geride bıraktığı mirastan önce kefenleme ve gömülme masrafları karşılanır. Bunlar israf ve kısıntı yapılmaksızın dinî ölçülere göre yerine getirilir. Techiz ve tekfin, hayattaki tesettürün devamı niteliğinde olduğu için, diğer haklardan önde gelir. Miras malı, bu masrafları karşılamazsa, miras bırakanın nafakası kimin üzerine gerekli ise, bu masraflar ona ait olur. Hiç kimsesi yoksa, beytü`l mal tarafından karşılanır. (Mevsılî, el-Ihtiyâr, Istanbul 1980, V, 85; Bilmen, Istılahat, V, 213-215).
2. Ölenin malından borçları ödenir. Techiz ve tekfin masrafı çıkarıldıktan sonra miras bırakanın borçlarını ödeme ikinci sırada yer alır.(bk. Nisâ, 4/11). Ayette vasiyetin borçlardan önce zikredilmesi dikkati çekmek içindir.
İslâm hukukunda borçlar ikiye ayrılır:
a) Allah hakkı olan borçlar: Zekât, keffâret, adak gibi Allahuteâlâ`nın emri ile sabit olan borçlar Hanefîlere göre ölüm hâlinde dünya hukuku bakımından düşer. Çünkü bunlar niyetle veya birisine vekâlet vererek yerine getireceği borçlardır. Halbuki ölen kimse niyet edecek ve vekâlet verecek durumda değildir. Ancak bunlar, miras bırakanın vasiyet etmesi hâlinde terikenin üçte birinden ödenir.
Çoğunluk Islâm hukukçularına göre ise, bu çeşit zekât, keffâret ve adak gibi borçların terikeden ödenmesi gerekir. Çünkü bunlar ölenin borçları olup, niyete bağlı değildir ve nimetin külfeti kabilindendir.
b) Kul borçları: Ölen kimsenin gerçek veya tüzel kişilere olan borçlarının tamamı terikeden ödenir. Miras varlığı, borçları karşılamazsa, borçlar oranlarına göre ödenir. Terikenin karşılamadığı kısım, dünya hukuku bakımından, düşer. Mirasçıları bu borçları ödemeye zorlanamaz.
Şâfiîlere göre, Allah hakkı olan borçlar önce ödenir. Çünkü Allah`ın alacağı ödenmeye daha lâyıktır. (Buhârî, Savm, 42; el-Cürcânî, Şerhu`s Sirâciyye, Istanbul, t.y., s. 3, 4).
3) Vasiyetlerin yerine getirilmesi: Vasiyet; ölümden sonra geçerli olmak üzere malını başka bir kimseye bağışlamak suretiyle temlik etmektir.
Vasiyetin hükmü şu kısımlara ayrılır:
a) Üzerinde emanet gibi şer`î bir hak olan kimse; bunun zâyi olacağından korkarsa, o hakkın ödenmesini vasiyet etmesi vacip olur.
b) Zekât, oruç fidyesi, hacc, keffâret gibi ibadet olan şeyleri vasiyet etmek müstehap olur.
c) Fısk ve fücûr, ahlâksızlık ve kötülüklere dalmış kimselere vasiyetle mal bırakmak mekrûhtur.
d) Varis olmayan akraba ve dostlara vasiyet mübahtır (el-Askalânî, Bulûgu`l-Merâm, Terc. ve Şerh, A. Davudoğlu, III, 216).
Vefat edenin vasiyeti, ancak cenaze masrafları ve borçları dışında kalan mirasın üçte biri üzerinde geçerlidir. Üçte biri aşan kısmı mirasçıların kabulüne bağlıdır. Kabul ederlerse, vasiyet tüm mal üzerinde cereyan eder. Kabul etmezlerse üçte biri aşan kısım hükümsüz olur. Hanefi ve Hanbelîlere göre mirasçı yoksa, kişi bütün malını vasiyetle başkasına bırakabılir. Mâlikî ve Zâhirilere göre, üçte biri geçen vasiyet baştan hükümsüzdür. (el-Kâsânî, el-Bedâyi`, VII, 307; Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Hukuku, Istanbul 1983, s. 428 vd.).
4. Mirasçıların hakkı: Techiz ve tekfin masrafları, borçlar ve vasiyet edilen kısım düşüldükten sonra, geride kalan terike mirasçılara taksim edilir. Miras bırakan kişi, hiçbir vârisini mirastan düşüremeyeceği gibi, vâris de mirası reddedemez. Ancak miras bırakanı öldüren ve aralarında din farkı olanlar varis olamaz.
Vasiyet ve borçların bulunması mirasın taksimine engel değildir. Çünkü vasiyet terikenin üçte birinden yerine getirilir. Sonradan ortaya çıkabilecek borçlar ise, her mirasçıya düşen hisse nisbetinde ödenebilir.
Mirasçıların hisseleri Kitap, Sünnet ve İcmâ hükümleri uyarınca bölüştürülür.
Mirasın taksimi iki şekilde olur:
a) Rızaen taksim: Mirasçıların hepsi âkıl ve bâliğ olunca, kendi aralarında anlaşarak mirası taksim etmeleri mümkündür. Ferâize göre taksim şeklini kendileri bilmiyorlarsa, bir ilim ehlinden sormaları gerekir. Diğer yandan mirasçılar anlaşarak ve helallaşarak içlerinden birisine veya daha çoğuna normal hissesinden fazla veya az hisse verebilirler. Ya da bazı mirasçılar, kendi özel mülkleri sebebiyle zengin oldukları için miras almayıp, kendi haklarını diğer varislere bırakabilirler. Karşılıklı rıza bulununca bunda Islâmî bir sakınca bulunmaz.
b) Kazâen taksim: Bazı durumlarda mirasın taksimi mahkeme yoluyla gerekebilir. Mirasçıların haklarını korumak için buna ihtiyaç olur. Mirasçılar arasında küçük veya akıl hastası varsa, mirasçılardan birisi gâipse, vârislerin hepsi âkıl ve bâliğ olduğu halde, içlerinden birisi başvurduğu takdirde hâkim Ferâiz hükümlerine göre taksim yapar. (el-Mevsilî, el-Ihtiyar, V, 86; el-Merginâni, el-Hidâye, IV, 236; Ali Himmet Berki, Islâm Hukukunda Feraiz ve Intikal, Ankara 1965