Sünetin İslami Hhükümlerde Yeri
Bütün İslam bilginleri sünneti Kur'an'dan sonra ikinci teşri kaynağı olarak kabul etmişlerdir ve bu konuda bazı ayet ve hadisleri delil olarak göstermişlerdir. Ayrıca icmanın ve akli delillerin de sünnetin bir teşri kaynağı olduğunu gösterdiğini ilave etmişlerdir.
İslam dini üzerine azıcık bilgi dağarcığına sahip olan herkes islami yasamada ikinci kaynağın sünnet olduğunu, sünnetin bu dönen çarkın ekseni, hakikatin güneşi, hidayetin membaı olduğunu bilir, insanlık kapkara cahiliyeye dalmış, şehvetlerine batmış, cehalette son aşamaya varmış, alçaklıkta en alt noktaya ulaşmış sefil ve şaşkınlık içerisinde yolunu bulamaz bir halde zulüm ve kötülüğe bulanmışken ve hiçbir umut ışığı bulamazken kimse sünnetin bu kapkaranlık gecede insanlara aydınlık bir ışık kaynağı olduğunu gizleyemez. Ortam böyleyken Allah, nebisini gönderdi ve onun üzerine yüce kitabı indirdi.
İşte bu kerim olan Kuran, usulü içerdiğinden bütün tafsilata girişmediğinden mücmelinin (kısa, öz olarak ifade etmesinin) çok olmasından bu veciz ifadelerin açıklanmasını Allah Tcala resulüne bırakmıştır. "Sana zikri indirdik, insanlara indirileni açıklayasın diye. Umulur ki tefekkür ederler." (16/44)
Buna göre Resulullah (sav) Allah tarafından gönderilen açıklayıcı ve konuşan bir kitaptı. Hidayet vesile olan bir rahmet ve büyük bir nimetti. Bundan anlaşılıyor ki Allah’ın kitabı salt yüzünden okunarak anlaşılmaz ve onun dileciği biçimde yaşanmaz. Bunların olabilirliği yüce resulün parlak beyanına ve güzel örneğine bağlıdır. "O resulde sizin için güzel bir örnek vardır." Parlak beyanı ve güzel örneği ise sünnettir. Kim bundan uzak ve kopuk olarak hidayete ve Allah’ın kitabına yönelirse muhale yönelmiş demektir.
Bilindiği gibi Hz. Peygamber (sav) ümmetini sünnetine sarılmaya teşvik ediyor ve ona muhalefetten de sakındırıyordu. "Sizlere iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıtmayacaksınız. Onlar da Allah’ın kitabı ve benim sünnetimdir." Allah, kendilerinden razı olsun gerçekten sahabe-i kiram da onun
bu konudaki emrine yapışıyor, ona uyuyor, bütün söz, fiil ve tasviplerinde kendisine tabi oluyor ve ondan sadır olan her şeyi kendilerine ittibayı gerekli kılan delil olarak görüyorlardı.
Ancak bu hüküm, Hz. Peygambere has dünyevi konularla ilgili bir içtihadı olunca o zaman bunun nasıl ve ne için olduğu konusunda kendisine danışıyorlardı.
Yine indirilen bir hüküm kendilerince anlaşılmaz bir durumda olunca gerçek olduğuna inanmadıkları için değil ancak hikmetini anlamak için onu Hz. Peygamber (sav)'e sorup hakikatini anlamaya çalışıyorlardı.
Yine bazı vakitler Hz. Peygamber (sav)’in birtakım fiillerinde -bu fiillerin özellikle Efendimize has kılınmış olabileceğini düşündüklerinden - kendisine tabi olmuyorlardı.
Bununla beraber onlar başlarına gelen bir hadisede çözümü için sadece Kuranla yetinmiyorlardı. Bilakis başlarına gelen her hadisede sorma imkanı buldukları müddetçe Resulullah (sav)'a danışıyorlardı. Eğer onlardan birisi Efendimiz (as)'den uzakta bulunduğunda başına bir hadise gelirse onun halli için önce kitapta cevabını araştırır, onda bir cevap bulamazsa sünnette araştırır, orada da bir cevap bulamazsa kendi görüşüyle içtihat ederdi. Resulullah'a döndüğü zaman da durumu ona arz eder, eğer içtihadında isabetli ise Efendimiz (sav) onu tasvip eder, hatalı ise hatasını gösterirdi. Böylece o da hatasından dönerdi.
Sahabe-i kiram Resulullah (sav)’in sünnetine yapışmalarını, kendi zamanında onunla delil getirmelerini Hz. Peygambere danışma imkanları olduğu müddetçe sadece kitapla yetinmemelerini, yanında değilken yaptıkları içtihatlardan sonra geri döndüğünde yaptıkları içtihatların doğruluğunu sorup aksi cevap aldıklarında kararlarından hemen nasıl döndüklerini ve böyle olduğunu iddia ettiğimiz diğer davranışlarını izah eden ve bunları ifade eden bazı nakiller sunacağız:
Buhari. ibn Ömer'den rivayet ediyor. O, demiştir ki: "Resulullah (sav) altından yapılmış bir yüzük takındı. Bunu gören insanlar da birer altın yüzük taktılar. Sonra Efendimiz (sav) : "Ben altından bir yüzük takınmıştım." deyip onu attı ve "Onu bir daha asla takmayacağım." buyurdu. Bunun üzerine insanlar parmaklarındaki yüzüklerini attılar.
Sahabenin Allah resulüne katıksız uyduklarını gösteren başka bir olayı da Şifa
şerhinde Aliyyulkari, Ebu Said el-Hudri'den rivayet etmiştir ki el-Hudri şöyle demişti: "Resulullah (sav) ashabına namaz kıldırıyordu. Aniden ayağındaki nalınlarını çıkarıp sol tarafına koydu. Bunu gören cemaat da nalınlarını çıkardılar. Resulullah namazı bitirince: "Sizi, nalınlarınızı çıkarmaya sevk eden nedir?" diye sordu. Onlar da: "Sizin nalınlarınızı çıkardığınızı görünce biz de çıkardık." dediler. Bunun üzerine Resulullah (sav) "Bana Cebrail (as) gelip nalınlarımda pislik olduğunu haber verdi. Ben onun için çıkarttım." dedi.
Bu ve bunun gibi birçok hadise bizlere sahabenin Resulullah’a nasıl tabi olduklarını, sünnetini nasıl anladıklarını göstermektedir, işte bunlardan bir tanesi de Mu- az b. Cebel hadisidir. Bu hadis bize sünnetlerin islami yasamadaki yerini en güzel şekilde göstermektedir, ibn Abdilber, Muaz b. Cebel'den şu nakli yapmaktadır. O demiştir ki:
"Resulullah beni Yemene vali olarak gönderdiği zaman bana: "Önüne bir dava getirildiği zaman nasıl hüküm verirsin?" buyurdu. Ben: "Allah’ın kitabıyla hükme bağlarım." dedim. Resulullah Efendimiz (sav): "Allah'ın kitabında bir çözüm bulamazsan ne yaparsın?" diye sordu. Ben: "Allah resulünün sünnetiyle hüküm ve- ririm."dedim. Efendimiz (as) "Allah resulünün sünnetinde bir çözüm yoksa ne yaparsın?" buyurdu. Ben de: "Kendi görüşümle içtihat ederim, meseleyi yüzüstü bırakmam." dedim. Bu cevap üzerine Resulullah (sav) göğsüme vurarak: "Resulünün elçisini onun olunduğunda önce Kurana başvururum,eğer sorunun cevabını orada bulur ve meseleyi halledersem ne iyi, yok eğer cevabı orada bulamazsam, Allah resulünün sünnetine müracaat ederim. Sorunun cevabını sünnet ışığı altında aydınlatmaya çalışırım."
Kısaca sünnet, önemli bir şer’i kaynaktır. Kitap, sünnetten ayrı olamayacağı gibi, sünnet ve kitap da birbirinden hiçbir durumda ayrılmaz.
Bu konuda İmam Şafii'nin sözleri gayet açıklayıcıdır "Allah'ın farzlarını kabul eden herkes Resulullah’ın (sav) sünnetim kabul eder. Allah'ın (cc) farzı insanların Resulullah'a (sav) itaatim ve onun hükmüne bağlanmasını gerektirmektedir. Al lah'ın resulüne itaati farz kılışından dolayı kim Resulullah’tan (sav) bir hüküm ka bullenirse onu Allah'tan kabullenmiş olur." (İrşadü’l-Fuhul, s. 29) razı olduğu şeyde muvaffak kılan Allah'a hamd olsun" dedi.
Sahabelerden sonra gelen alimler de sünneti böyle kabul etmiş Kurandan sonra müracaat ettikleri ikinci kaynak olmuştur. Bu anlayış günümüze kadar böyle devam etmiştir. Nitekim imam Ebu Hanifenin şu sözleri de meselemize açıklık getirmektedir "Bana bir mesele arz olunduğunda önce Kurana başvururum,eğer sorunun cevabını orada bulur ve meseleyi halledersem ne iyi, yok eğer cevabı orada bulamazsam, Allah resulünün sünnetine müracaat ederim. Sorunun cevabını sünnet ışığı altında aydınlatmaya çalışırım."
Kısaca sünnet, önemli bir şer’i kaynaktır. Kitap, sünnetten ayrı olamayacağı gibi, sünnet ve kitap da birbirinden hiçbir durumda ayrılmaz.
Bu konuda İmam Şafii'nin sözleri gayet açıklayıcıdır "Allah'ın farzlarını kabul eden herkes Resulullah’ın (sav) sünnetim kabul eder. Allah'ın (cc) farzı insanların Resulullah'a (sav) itaatim ve onun hükmüne bağlanmasını gerektirmektedir. Al lah'ın resulüne itaati farz kılışından dolayı kim Resulullah’tan (sav) bir hüküm ka bullenirse onu Allah'tan kabullenmiş olur." (İrşadü’l-Fuhul, s. 29)