Adım adım kurtuluşa
“Ey iman edenler, rüku edin, secdeye varın, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin. Umulur ki, kurtuluş bulursunuz.
Allah adına gereği gibi cihad edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi). O (Allah), bundan daha önce de, bunda (Kur’ân’da) da sizi müslümanlar olarak isimlendirdi.
Rasul, sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın. Sizin Mevlânız O’dur. İşte ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcı.”[1]
Böyle buyuruyor Âlemlerin Rabbi Allah (Azze ve Celle)... Yegâne Rabbimiz, Melikimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ böyle buyuruyor... O’na, Meleklerine, Kitablarına, Rasul-lerine, ahiret gününe ve kadere katıksız iman eden muvah-hid mü’min kullarına bu emri veriyor Allah Teâlâ... Katıksız iman eden ve imanın gereği olan salih ameli işleyen muvahhid mü’min müslümanlar, Rabbleri Allah’dan gelen bu emre ve diğer emirlere candan kulak verir, duyar, idrak eder ve tabi olur... “İşittik ve itaat ettik” demek, muvahhid mü’minlerin en tabiî vazifeleridir... Allah Teâlâ’dan gelen bütün emir ve nehylere, yegâne önderleri Rasulullah (s.a.s.)’den işittiklerine iman edip itaat etmek, muvahhid mü’min olmanın gereğidir... Allah’a ve Rasulü’ne iman ile itaat etmek, müslüman olmanın olmazsa olmaz şartıdır... Gereği gibi iman edip itaat etmek, ancak mü’min müslüman olanın gerçekleştirdiği bir olaydır...
Allah’a ve Rasulullah (s.a.s.)’e iman edip itaat etmek, mü’min müslümanların vasfı olduğu gibi, Allah ve Rasulü’nden yüz çevirip itaat etmemek kâfirlerin vasfıdır...
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
“De ki: ‘Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin.’ Eğer yüz çevirirlerse şübhesiz Allah, kâfirleri sevmez.”[2]
Muvahhid mü’minler, yegâne Rabbleri Allah’a ve önderleri Rasulullah (s.a.s.)‘e tam teslim olup itaat eden salih ve sadık kullardır... Onlar, Allah’ın hükümleri ve Rasu-lullah (s.a.s.)‘in Sünneti ile hayatlarını tanzim ederler... Al-lah’ın hükümlerini, örnekleri ve önderleri Rasulullah (s.a.s.)‘in gösterdiği şekilde anlar ve O’nun gibi uygulamaya gayret ederler... Aralarında Allah’ın hükümleriyle hükmeder, bu hükümlerin dışında kalan bütün beşerî ve tağutî hükümleri, ideolojileri ve düzenleri reddederler... “Lâ ilâhe illallah” demek ve bu hakikata iman etmenin gereğidir bu!..
Muvahhid mü’min kullarının vasıflarını ve tavırlarını şöyle beyan buyurur Rabbimiz Allah:
“Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve Rasulü’ne çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü: ‘İşittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte kurtuluşa erenler bunlardır.
Kim Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederse ve Allah’dan kor-
kup, O’ndan sakınırsa, işte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır.”[3]
Rabbimiz Allah, emirlerine tam teslim olmuş, hükümleriyle amel eden muvahhid mü’min kullarına hitaben şu emri veriyor:
“Rüku edin, secdeye varın” yani, imandan sonra en bü-yük hakikat olan ve kul olmanın en bariz özelliği olarak kabul edilen namazı kılın!.. Yalnız ve yalnız Rabbiniz olan Allah’ın huzurunda eğilin!.. Allah’dan başka hiç kimsenin karşısında eğilmeyin!.. Rükunuz ve secdeniz yanlızca Rab-biniz Allah’a ve Allah için olsun!.. Çünkü siz, Allah’ın insan kulları, siz Allah içinsiniz ve dönüşünüz O’nadır. Namazınız ve bütün ibadetleriniz Allah için olmalıdır... Hayatınız ve ölümünüz Allah için olmalıdır...
“De ki: Şübhesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”[4]
“Onlara bir musibet isabet ettiğinde derler ki:
“Biz, Allah’a aid(kullar)ız ve şübhesiz O’na dönecegiz.”[5]
Katıksız iman edip gereği gibi namaz kılan mü’min müslümanlar, namazın dışındaki kulluk vazifelerini de, emrolundukları gibi dosdoğru yerine getirirler... İbadet, bütün hayatını, Allah’ın emrettiği ve Rasulullah (s.a.s.)’in gösterdiği gibi tanzim etmektir... Ferdî, ailevî ve toplumsal bütün meseleleri, Allah’ın hükümlerine göre, Rasulullah (s.a.s.)'in Sünneti’nde olduğu gibi uygulamaya ibadet denir... Bundan dolayı ibadet, yanlızca namaz, zekat, oruç ve Hacc ile sınırlı değildir. Bunlar, hayatın bütününü kapsayan ibadetten birer parçadır... Allah için namaz kılmak ibadetin bir parçası olduğu gibi, Allah’ın emrettiği gibi ticaret yapmak ve helâl ile haram sınırına dikkat etmek de ibadetin bir parçasıdır... Zekat vermek ibadetin bir parçası olduğu gibi, Allah’ın milkinde, yani yeryüzünde Allah’ın kullarını, Allah’ın razı olduğu ve emrettiği gibi sevk ve idare etmek, hakkı hakim kılıp batılı yok etmek, adaletle hükmedip zulmü ortadan kaldırmak da ibadetin bir parçasıdır... Oruç tutmak ibadetin bir parçası olduğu gibi, Allah’ın kullarının arasındaki anlaşmazlıkları giderirken, onların aralarında Allah’ın hükmüyle hükmetmek ve Allah’ın emirlerini uygulayıp karara bağlamak da ibadetin bir parçasıdır... Hacca gitmek ibadetin bir parçası olduğu gibi, Allah’ın razı olduğu gibi Sünnet üzere evlenmek, yuva kurmak, eğitilmek ve öğretilmek de ibadetin bir parçasıdır... İşte bu parçaların bir araya gelmesi ve bütünleşmesi, kâmil mânâda ibadeti oluşturur... İbadet, bunların bütünüdür... İbadeti parçalamak, bazı parçalarını yapıp, bazılarını yapmamak, ibadet değil, Allah’a karşı isyandır... Hele hele yapmadıklarını reddetmek ve hiç gündeme getirmemek, hatta gündeme gelmemesi için bütün önlemleri alıp gündeme getirmek isteyenleri cezalandıranlar, Allah’a karşı yapılan en korkunç isyandır... Allah’ın hükümlerinin uygulanmasını yasaklayanlar ve uygulamak isteyenleri cezalandıranlar, Allah’a karşı baş kaldırıp isyan edenler değil de ya nedir?..
Halbuki yegâne Rabbimiz Allah, insan kullarının kurtuluşu, Rabblerine ibadet etmek ve hayır işlemekte olduğunu beyan buyurmuştur:
“Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin. Umulur ki, kurtuluş bulursunuz.”
Âlemlerin Rabbine ibadet etmek, bütün hayatını O’nun emrine göre düzenlemek demek olduğu beyan edildi... Böyle bir düzenleme, hayır işlemektir... Hayır üzere bulunmaktır... Bunun dışında hayır yoktur... Hayrın olmadığı yerde şerr, belâ, huzursuzluk, karmaşa ve toplumsal iflas vardır... Rabbleri Allah’a baş kaldırıp isyan ederek ibadet etmeyenler, hevalarını, yani tutku ve arzularını ilâhlaştırıp ona ibadet ederler... Hayatlarını ve hayatı, ilâhlaştırdıkları hevalarına göre tanzim ederler... Böylece hayır işlemeyi terk eder, şerr ile meşgul olurlar...
“Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilâh edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?
Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir, ya da aklını kullanır mı sanıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler, hayır, onlar, yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı)dırlar.”[6]
Kendilerini, istek ve tutkularını ilâhlaştıran müstekbir-lerin vasıflarını böyle beyan buyuran Rabbimiz Allah, muvahhid kullarına “cihad etmek” emrini veriyor:
“Allah’ın adına gereği gibi cihad edin!”
Nefs-i emmarenizin, Allah’ın emirlerine ve Rasulullah (s.a.s.) önderinizin Sünneti’ne aykırı olarak gündeme getirdiği istek ve tutkularına karşı cihad edin... Apaçık düşmanınız olan Şeytana ve onun taraftarlarına karşı cihad edin... Yeryüzü barışını ve huzurunu bozan müfsid facirlere karşı cihad edin... Zalimlerin yok olması ve zulmün ortadan kaldırılması için cihad edin... İnsanın alın terini ve el emeğini haksız yere sömürenlere karşı cihad edin... Yeryüzünde huzur ve barışın yeniden olması için, insan kulların birbirini rabbler edinmemesi ve hep beraber yegâne Rabb Allah’a kul olmak için cihad edin...
Evet, “Cihad edin” diye buyuruyor Rabbimiz Allah... Bütün gücünüzü ve gayretinizi sarf edin, bütün imkânlarınızı kullanın buyuruyor Allah Teâlâ... Hem de Allah adına... Allah’ın hoşnud olduğu ve emrettiği gibi... Önderiniz Rasulullah (s.a.s.)'in izah ettiği ve gösterdiği gibi cehd edin... Cihad ederken, yani hakkın, iyiliğin, hayrın ve adaletin hakim olması uğrunda cehd ve gayret ederken, “Allah adına” yapın!.. Kendi isteklerinize, delilsiz arzularınıza göre davranmayın!.. Her fikriniz, her hareketiniz Allah için, Allah’a göre ve Allah adına olsun... Rasulullah (s.a.s.) sizin örneğinizdir...[7] O’na tâbi olun... O’nun gibi davranın... Ne geride kalın, ne ileri gidin ve aşırılıktan kaçının!..
“O (Allah), sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi).”
Âlemlerin Rabbi Allah’ın seçip din konusunda kendilerine güçlük yüklemediği muvahhid mü’minler, iman edip imanlarına zulüm karıştırmayanlardır... En büyük zulmün, Allah’ın zatına veya sıfatlarına ortak koşmak, yani şirk olduğunu beyan buyuran Rabbimiz Allah’dır...
“İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.”[8]
“Hani Lokman, oğluna öğüt vererek demişti ki: ‘Ey oğlum, Allah’a şirk koşma! Şübhesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.”[9]
En büyük zulüm olan şirkin her türlüsünü reddedip Tevhid’i kabul eden, küfrü terk edip iman eden muvahhid mü’minler, şirkin ve küfrün temsilcisi olan tağutları da tanımamak zorundadırlar... Hevalarını ilâhlaştırmış olan yeryüzünün tağutları, Fir’avn gibi, Nemrud gibi ve Ebu Cehil gibi Allah’ın yeryüzündeki egemenliğini gasbetmiş, Allah’ın kullarını kendilerine kul-köle etmişlerdir... Allah’ın hükümlerini tanımamış, emirlerini, egemen oldukları bölgelerde yasaklamışlardır... Allah’a ve Rasulullah (s.a.s.)'e itaat eden mü’min müslümanları, bu itaattan vazgeçirip kendi hevalarına itaat etmeye zorlamışlardır... Kendilerine itaat etmeyenleri en ağır işkencelerle cezalandırmış ve zindanlara atmışlardır...
Hakkı ve batılı apaçık beyan buyuran Rabbimiz Allah, muvahhid mü’min kullarının tağutları tanımayıp, onların her türlü düşünce, ideoloji, akîde ve sistemlerini kabul etmeyip, bunlardan tamamen arınarak kendisine inanmalarını emretmiştir... Tağutu reddedip Allah’a iman edenlerin sapasağlam bir kulpa yapıştıklarını açıklayan Rabbimiz Allah, kurtuluşun bu olduğunu beyan buyurmuştur:
“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şübhesiz doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır, bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.”[10]
“Hüküm yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din, işte budur. Ancak insanların çoğu bilmezler.”[11]
“Senden önce hiçbir Rasul göndermedik ki, ona şunu vahyetmiş olmayalım: Benden başka ilâh yoktur. Öyleyse bana ibadet edin.”[12]
Hayatın kendisine tâbi kılınacak hüküm, Allah’ındır ve bütün ibadet yalnızca Allah’adır... Tağutları inkâr edip hükmü ve bütün ibadeti yalnızca Allah’a has kılan İslâm Milleti’nin babası, atamız İbrahim (a.s.), böyle inanmış ve böyle davranmıştı... Rabbimiz Allah, atamız İbrahim (a.s.) ve O’nun dinini biz muvahhid mü’minlere örnek veriyor...
“Atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi.)” diye buyuruyor Allah Teâlâ... Ve atamız İbrahim (a.s.)’ın kavmiyle olan mücadelesini ve kavmine karşı olan tavrını bizlere beyan buyuruyor Rabbimiz Allah:
“(İbrahim,) kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, doğrusu ben, sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım.
Gerçek şu ki, ben, bir muvahhid olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben, müşriklerden değilim.
Kavmi, O’nunla çekişip tartışmaya girdi. Dedi ki: ‘O, beni doğru yola iletmişken, siz benimle, Allah konusunda çekişip tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin, O’na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum. Ancak Allah’ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?
Hem siz, O’nun, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmazken ben, nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Şu hâlde güvenlik içinde olmak bakımından iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirsiniz?..[13]
“İbrahim ve O’nunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp inkâr ettik. Sizinle aramızda, siz, Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.”[14]
“De ki: ‘Rabbim, gerçekten beni doğru yola iletti, dimdik duran bir dine. İbrahim’in hanif (Muvahhid) dinine... O, müşriklerden değildi.”[15]
Rasulullah (s.a.s.)’in üzerlerinde şahid olduğu ve kendileri de insanlara birer örnek, birer şahid olan muvahhid mü’minlerin, hem Kur’ân’da, hem de Kur’ân’dan önceki ilâhî kitablardaki isimleri, “Müslümanlar”dır... Bu ismi, bu yüce sıfatı onlara, yegâne Rabbleri ve kendisinden başka ilâh olmayan Allah Teâlâ vermiştir...
Mü’min müslümanlar, bu isimden, bu yüce sıfattan başka bir isme ve başka bir sıfata talib olmaz ve rıza göstermezler...
Muvahhid mü’minlerin şiarı:
Rabbimiz Allah,
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.),
Dinimiz İslâm,
Dusturumuz Kur’ân,
Yolumuz Cihad,
Arzumuz Allah yolunda şehid olmak,
Adımız müslüman...
Bu şiarların sahibi olan mü’min müslüman kullarına şöyle buyuruyor yegâne Rabb Allah Teâlâ:
“Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin, ve Allah’a sarılın. Sizin Mevlânız O’dur. İşte ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcı.”
İşte adım adım kurtuluşa doğru yaklaşıp hedefe varmak budur!..
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hacc, 22/77-78.
[2] Âl-i İmrân, 3/32.
[3] Nur, 24/51-52.
[4] En’âm, 6/162.
[5] Bakara, 2/156.
[6] Furkan, 25/43-44. Ayrıca bkz. Câsiye, 45/23.
[7] Bkz. Nahl,16/36 ve Azhab, 33/21.
[8] En’âm, 6/82.
[9] Lokman, 31/13.
[10] Bakara, 2/256.
[11] Yusuf, 12/40.
[12] Enbiya, 21/25.
[13] Enâm, 6/78-81. Rabbimiz Allah, yalnızca kendisinden korkmayı ve
tağutlardan, zalimlerden korkmamayı emrediyor:
“Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun.” Maide, 5/44.
“Onlardan korkmayın, Benden korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamla-
yayım. Umulur ki, hidayete erersiniz.” Bakara, 2/150.
“Onlar (o peygamberler), Allah’ın risaletini tebliğ edenler, O’ndan içleri tit-
reyerek korkanlar ve Allah’ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır.
Hesab görücü olarak Allah yeter.” Ahzab, 33/39.
“Yalnızca benden korkun.” Bakara, 2/40.
[14] Mümtehine, 60/4.
[15] Enâm, 6/161.