Allah’ın Kopmaz iİpi̇ne Sarılın
Müslümanlar olarak çok hassas ve çok tehlikeli bir dönemden geçiyoruz. Küfür cephesi tek bir millet olmuş bütün gücüyle üzerimize gelmektedir.
Her tarafta işgal edilen yerler İslam coğrafyası, akıtılan kan Müslüman kanıdır. Onun için millet olarak her zamankinden daha fazla birbirimizi anlamaya ve birbirimize destek olmaya ihtiyacımız vardır.
Müslümanlar olarak aramızdaki en güçlü bağ iman bağıdır. Bunun dışındaki bütün ilişkilerimiz bu bağ üzerine inşa edilmesi Müslüman olabilme ve Müslüman kalabilmenin ön şartıdır. “Müminler ancak kardeştirler” (Hucurat, 10) ilahi buyruğu aramızdaki hukuku çok açık bir şekilde belirler.
Kinimizi, nefretimizi ve imkânlarımızı birbirimize değil, bu kan emici düşmanlara karşı yöneltmeliyiz. Nitekim zafer kazanacak müminlerden bahseden ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “(Onlar) Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar” (Maide, 54).
Evet, insan olarak, anlayış olarak kardeşlerimiz arasında bazı ihtilaf noktalarımız olabilir.
Ama ihtilaf noktalarımızı değil, ittifak noktalarımızı önceleyerek enerjimizi kendi içimizde tüketmekten uzak durmak zorundayız. Bugün bizim üzerimizde oynanan oyunların benzerleri Asr-ı Saadet’te dahi o ilk iman nesli arasında oynanmak istenmesi meselenin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyar.
Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Medine’ye hicret etmeden önce burada yaşayan Araplar birbirine düşman iki kabile idi. Evs ve Hazreç isimli bu iki kabile birbiriyle savaşıyor ve aralarındaki düşmanlık hiç bitmiyordu. Zira bu iki Arap kabilesinin aralarındaki düşmanlık ateşini körükleyen Yahudiler de onlara komşuluk ediyorlardı.
İslam’dan önce birbirine düşman olan ve bu iki kabile İslam’la şereflendikten sonra birbiriyle kardeş oldular. Geçmişi silip attılar. Allah Resulünü ve muhacirleri bağırlarına basıp İslam’ın bayraktarı oldular ve İslam buradan yayıldı ve tüm dünyanın dini oldu.
Rabbimiz bu konuda şöyle buyuruyor:
“Hepiniz, toptan sımsıkı Allah’ın ipine sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın, üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz (birbirinizin) düşmanlar(ı) idiniz de O, kalplerinizi (İslam’a ısındırıp) birleştirmişti. İşte O’nun (bu) nimeti sayesinde (din) kardeşler(i) olmuştunuz ve yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böylece apaçık bildiriyor. Ta ki doğru yola eresiniz” (Al-i İmran, 103).
Demek ki bu kardeş olabilmek için birinci temel kural iman ve takvadır. Onun için kardeşlik ancak Allah’ın ipine yani şeriatına, metoduna ve dinine sarılmak esasına dayanmakla olur. Başka düşünceler, başka hedef ve gayeler peşinde koşanlar kardeş olamazlar.
Allah’ın ipine sarılmaktan kaynaklanan bu kardeşlik, yüce Allah’ın Müslümanlara bahşettiği bir nimettir. Yüce Allah, bu nimetini ancak sevdiği kullarına bahşeder. Bunun için yukarıda geçen ayet-i kerime yüce Allah’ın onlara bu nimetini hatırlatarak cahiliyye döneminde nasıl “düşman” olduklarını hatırlatıyor.
Rivayete göre bu ayet-i kerime Evs ve Hazreç hakkında nazil olmuştur. Yahudilerden birisi Evs ve Hazreç’ten bir topluluğa rastlar. Onların uzlaşmaları ve ittifakları Yahudi’nin hoşuna gitmez.
Yanında bulunanlardan birisine yanlarına gidip oturmasını ve “Buâs Günü”ndeki savaşlarını hatırlatmasını söyler. (Buas,Evs ve Hazrec arasında yapılan son kanlı savaşın ismidir.) Adam söylenenleri yapar. Böylece toplulukta bulunanların nefislerinde ırkçılık duyguları canlandırır. Birbirine kızar ve birbirlerine girerler.
Cahiliyedeki armalarıyla birbirlerini çağırıp silahlarını isterler ve Harre denilen yerde buluşmak üzere sözleşirler. Bu durum Resûlullaha (s.a.v.) haber verilince yanlarına gelip onları sakinleştirdikten sonra, “Ben aranızda olduğum halde cahiliyye davası mı (güdüyorsunuz)?” buyurur ve arkasından yukarıdaki ayet-i kerimeyi okur. Bunun üzerine her iki taraf da pişmanlık duyar ve yaptıklarından utanırlar.
Bu olay yeryüzünde beşeriyete önderlik yapmak ve Allah’ın metodu üzere hayatlarını sürdürüp birbirini sevenler arasındaki Allah’ın ipini koparmak için Yahudilerin ve münafıkların sarf ettikleri çabanın bir göstergesidir. Asr-ı Saadet’ten nakledilen bu olay, Allah’ın ipine sarılarak O’nun hayat için koyduğu metot etrafında bir araya gelecek her Müslüman cemaat için Yahudilerin sürekli kuracakları tuzaklardan bir örnektir.
Aynı zamanda bu olay, ilk Müslümanları nerdeyse küfre döndürüp birbirinin boyunlarını vuracak noktaya getirerek, etrafında toplanıp kardeş oldukları Allah’ın sağlam ipini koparacak olan ehl-i kitaba itaat etmenin sonuçlarından biridir.
Kur’an-ı Kerim, Müslümanları, ehl-i kitaba itaat etmemeleri, onların hile ve desiselerine kulak vermemeleri ve onlar gibi ayrılığa düşüp parçalanmamaları için sürekli olarak uyarıyor.
Bu uyarılar, Medine’deki Müslüman cemaatin karşılaştığı Yahudi tuzaklarının şiddetine ve sürekli ayrılık, şüphe ve kargaşa tohumları saçtıklarına işaret etmektedir.
Yahudilerin her zamanki uğraşlarıdır. Bugün, yarın, her zaman ve mekânda Müslüman saflar arasında aynı işlevini sürdürecektirler.