Birlikteliğin Yolu
Müslümanlar, insanların arasın¬dan çıkartılmış hayırlı bir ümmet olma¬nın getirdiği sorumluluklarını (3/110) ilerleyen zaman içinde unuttular. Ken¬dilerinde bulunan iyi halleri değiştirdiler (8/53). Düşünsel berraklıklarını yitirdi¬ler, birbirleri ile çekişmeye başladılar ve birliktelikleri dağıldı, iç dinamikleri eridi (8/46); sonuçta vahdet bozuldu.
Ama dini doğru tutmak ve ayrılığa düşmemek (42/13) konusunda sebat gösteren salih kulların ıslahat çabaları, niceliksel bir zayıflık taşısa da (98/7) devamlı olarak varlığını sürdürdü. Isla¬hat çabaları, yeryüzünü ifsad eden cahilî anlayış ve uygulamalara, emperya¬list politikalara karşı çıkarken, sürekli olarak da müslümanların ayrılık ve ca¬hillik nedenlerini araştırıcı ve giderici, müslümanların "vahdet"ini sağlayıcı gayretlerle iç dinamiklerin yeniden diriltilmesine yönelik devrimci bir amaca yöneliyordu.
Bugün kapitalist kültürün egemen¬liği altında bulunan islam coğrafyasın¬daki müslümanların birliğini/vahdetini oluşturmak, islam ümmetinin geleceği açısından hayati bir gerekliliktir. Müslü-manlar, tarih içinde yitirdikleri veya za¬yıflayan kardeşliklerini yeniden ihya et¬mek zorundadırlar. Müslümanların bir tek ümmet olduğu (23/52) bilincine ulaşmak tevhidi bilince ulaşmakla eş değerdir. Geleneğin olumsuzlukları ya¬nında vahiy dışı çağdaş kültürlerin, ya¬pay sorunların ve sınırların birbirine yabancılaştırdığı müslümanların birliğinin yeniden tesis edilmesi isteği her geçen gün güçlenmektedir.
Tabii ki islamî uyanışın güçlenme¬si, vahdete yönelik taleplerin artması sevindiricidir. Ama amelsiz temenniler veya ilkesiz aceleciliklerle samimi istek ve çabaların kalıcı çözümlere varama¬yacağı da tarihi bir gerçektir.
Müslümanların birliğini oluşturma¬yı amaçlayan temenniler ve gayretler önemlidir. Zira islam, düşünsel ve toplumsal anlamdaki bozulmayı, cahilî uy-gulamaları, her türlü zulmü, sömürüyü, şirki ve delalet yollarını gidermek ve ilahî adaleti gerçekleştirmek üzere Rabbimiz tarafından insanlara yol gös¬termek amacıyla gönderilmiş bir dindir. Ve müslümanların sınav alanları olum¬lu veya olumsuz yanlarıyla var olagelen bu toplumsal hayatın içindedir. Müslü¬manlar, ancak bu alanda kulluklarını beraberce yerine getirebilmeleri sonucunda Allah'ın rızasını kazanabilecek¬lerine inanırlar. Beraberce Kur'an oku-mak, beraberce rüku etmek ve namaz kılmak, beraberce Allah'tan yardım di¬lemek, aralarındaki işlerini beraberce istişare etmek, düşman karşısında be¬raberce saf tutmak, uğradıkları zulme karşı beraberce karşı çıkmak ve kendi¬lerini savunmak gibi toplumsal yüküm¬lülükler müslümanların en önemli kulluk görevleridir. Müslümanlar ancak bu tarz görevlerini yerine getirerek hakika¬tin şahitliğini (2/143) yapabilirler; kar¬deşliklerini (49/10) yaşanır kılabilirler. Dolayısıyla müslümanların İslam'ı ya¬şayabilmeleri, birlikte ibadet etmeleri ve vahdet içinde bulunmalarıyla alakalıdır. Hz. ibrahim'in tek başına bir ümmet (16/120) olması, islam'ın bireysel yaşa¬ma icazet verdiğini değil, bir ümmet oluşturabilmek uğruna tüm cahilî ilişki¬lerden arınmamız gerektiğini gösterir.
Lakin Tevhid'den ve toplumsal adaletten, uzun tarihleri içinde uzakla¬şan ve hakikatin şahitliğini üstlenecek bir beraberliğin vahyi ölçülerini ve iç di¬namiklerini büyük ölçüde yitiren bir top¬luluğun yeniden ıslah ve ihyası temen¬nilerle veya yüzeysel beraberliklerle oluşturulabileceğini düşünmek, yaşa¬makta olan problemi, iyi niyet taşlarına basa basa hafife almak ve neticede akıntıya kürek çekmek anlamına gelir.
Müslümanların dağınık gayretleri¬ni, ortak duygu ve düşüncelerinden kay¬naklanan benzer çabalarını ve güçlerini bir araya toplayabilmek isteğine nispet¬le çok daha öncelikli ve önemli olan ko¬nu, vahdeti sağlamanın hayatî ve zo¬runlu şartlarının ne olduğudur. Tabii ki bu konuda, İslam kültürü içinde taşınan beşerî yaklaşımların ve muhkem olma¬yan değerlerin farklılaşmalarda ölçü ha¬line getirilmesindeki olumsuzluklar ön¬celikle görülmelidir. Bütün sorunlarımız¬da temel başvuru kaynağımızın, vakası hakkında hiç bir şüphe taşımayan Kur'an-ı Kerim olduğu ittifakla kabul edilmektedir. Ama müslümanların ara¬larındaki ihtilaflar ve ayrılıklar Kur'an'dan değil, onların atalarından devraldıkları veya yaşadıkları çevre kül¬türünden edindikleri cahilî düşünceler, vehim ve hurafelerden kaynaklanmak-tadır. Devralınan veya oluşturulan cahilî tutum ve anlayışların gerçekleştirdiği ön yargılar, Kur'an'ı anlamak ve İslam'ı bir ümmet bilinci ve pratiğiyle yaşamak, dolayısıyla vahdeti gerçekleştirmek ko-nusunda en önemli engelleri oluştur¬maktadır.
Vahdet, İslam'ı bilerek yaşamaktır. Rabbimizin bize hidayet kitabı olarak gönderdiği Kur'an okunup bilinmeden islam'ı yaşamak ve karanlıklardan arın¬mak mümkün değildir. Kur'an'ı, düşün¬celerimizin merkezine koymak ve yaşa¬yan kültürü, geleneği, alışkanlıklarımı¬zı, sorunlarımızı ve diğer kaynakları ön¬celikle onunla çözümlemek ve aydınlat¬mak durumundayız. Bunun için insan¬larla Kur'an'ın arasındaki engelleri kaldırabilmeliyiz. Kur'an'ı okumalı ve okut¬malıyız; onun amacını kavramalı ve bu amaç doğrultusunda mücadele veren insanlarla tavsiyeleşmeli, istişare etme¬li, ortak anlayışlar doğrultusunda safla¬rımızı sıklaştırmalı, anlaşamadığımız konuların çözümünü yine Allah'ın kita¬bında ve Rasulullah'ın örnek uygula¬malarında araştırmaya devam etmeli¬yiz. Tevhidi kavrayışın gerekliliği olan inanç ve amel bütünlüğünü, Kur'an'ın gösterdiği ölçüler temelinde gerçekleş¬tirmeliyiz. Ayrılıklara neden olan bütün cahili tulum ve anlayışlara vahyin ışı¬ğında cephe almalıyız. Gerek itikadı ve gerekse fıkhî sahada olsun, zanni veya nefsanî nedenlerle farklılaşan ekollerin yaşattıkları yanlışlıklar ve taassuplar karşısında Kur'an'ın muhkem hüküm¬leriyle tevhid ve vahdet çağrısı yapma¬lıyız.
Ve bilmeliyiz ki, Rabbimizin bize verdiği müslüman ismi ile birlikte vah¬yin nüzulünden sonra kazanılan diğer sı(at ve nitelemelerden arınabildiğimiz oranda vahdeti yakalayabilecek ve dini Allah'a halis kılabileceğiz. Tarihi kültür içinde kazanılan farklı sıfat ve nitele¬melerden arınmadan bir birliktelik dü¬şünmek aldatmaca olur. Ancak müslümanların vahdet sorununu düşünmesi olumlu bir gelişmedir. Müslümanların aralarındaki ekol, mezhep, hizip farklı-lığına rağmen, ittifak ettikleri konularda ortak bir tutum ve tavır ortaya koyma istekleri, bağlı oldukları Kur'an'ın hüküm¬lerinden kaynaklanmakladır. Ama bu-na rağmen farklılıkları da devam et¬mektedir. Bu farklılıklarla birlikte müslümanların paylaştıkları ortak kelimeler ve amaçlar etrafında birlikte olma istekleri önemli bir gelişmedir. Bu geliş¬menin getirdiği olumluluk, müslümanların vahdeti konusundaki güçlükler yanında Rabbimizin vaadettiği kolaylık (94/5) olsa gerektir. Yeter ki ihtilafları¬mızı çözme aşamasında tarih] birikim¬lerin ve nefsanî yargıların büyüsü çözülsün ve Rabbimizin şifa (17/82) ola¬rak gönderdiği, kolaylaştırılmış (54/17) olan Kur'an'a ön yargısız olarak yakla¬şılsın,
"Topluca Allah'ın ipine sarılın; ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini ha¬tırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz, Allah kalplerinizi birleştirdi, O'nun nimetiyle kardeşler oldunuz..," (3/AI-i İmran, 103)