DÜNYA ALTADICIDIR
Allah-u Zülcelâl kullarını ahiret gününde hesaba çekmeden önce, Peygamberleriyle gönderdiği ayetleriyle ikaz ediyor. Bir ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“İnsanlar! Allah’ın vâdi elbette gerçektir, öyleyse sakın dünya hayatı sizi aldatmasın; aldatıcı hilekâr (şeytan, nefis, ehl-i dünya kişiler) de Allah’ın kerem ve merhametini ileri sürerek sizi aldatmasın.” (Fatır; 5)
Hasan Basri rahmetullahi aleyh bu ayeti okuduktan sonra etrafındakilere şöyle demişti:
“Bakın, dünya hayatı sizi aldatmasın sözünü kim söylüyor? Dünyayı yaratan söylüyor. Dünya hayatını, onu yaratandan daha iyi bilen birisi olabilir mi? Öyleyse ey insanlar, dünya hayatının aldatıcılığından sakının!”
Dünyayı Allah-u Zülcelâl yaratmıştır. Yeryüzünde bizim nefsimizin ihtiyaç ve arzu duyduğu birçok şeyleri de yaratmıştır. Nefsimizi de Allah-u Zülcelâl yaratmış ve ona dünyadaki nimetlere karşı iştiha duygusunu yerleştirmiştir. Bu sebeple insan nefsanî tarafıyla dünyayı muhakkak ister ve sever. Bu insan için bir imtihandır.
Allah azze ve celle bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“Kadınlara, oğullara, biriktirilmiş altın ve gümüş yığınlarına, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere karşı arzu ve sevgi, insanlar için süslü gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının geçici birer faydasıdır. (Âl-i İmran; 14)
Dünya, Parmağı Denize Daldırmaya Benzer
Allah-u Zülcelâl insanı, birçok şeye muhtaç halde yaratmıştır. Dünyayı da muhtaç olduğu şeyleri elde edeceği metalarla süslemiştir. Bu sebeple dünya imkânları insan için caziptir. Her insan zahmet çekmemek için, hayatını rahat ettirmek için dünya nimetlerinden hoşlanır.
Fakat bu dünya nimetleri ne kadar çok olsalar dahi, ahiretin yanında pek azdır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
“Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının (denizden) ne kadarcık su ile döndüğüne bir baksın.” (Müslim, Cennet, 55)
Gerçekten de insanın bu dünyada tattığı nimetler de, çektiği zahmetler de ahirete nazaran hiçbir şey değildir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün buyurdular: “Cehennemliklerden olup, dünyada pek müreffeh hayat yaşayan bir kişi kıyamet gününde getirilip cehenneme bir kere daldırılır. Sonra:
– Ey âdemoğlu! Sen hayırlı bir gün gördün mü? Herhangi bir nimete nâil oldun mu? denilir. O kişi:
– Hayır, vallahi Rabbim! Öyle bir şey görmedim, der. Cennetliklerden olup, dünyada insanların en yoksul olanı getirilir cennete bir kere daldırılır. Ona da:
– Ey âdemoğlu! Sen herhangi bir yoksulluk ve sıkıntı gördün mü? Hiç zorluk ve darlık çektin mi? denilir. O kişi de:
– Hayır, vallahi Rabbim! Hiçbir yoksulluk ve sıkıntı görmedim, zorluk ve darlık çekmedim, der.”(Müslim, Münâfikîn 55.)
İşte ahiretteki ahvali gördüğü zaman insana bu dünyada gördüğü nimet veya meşakkatler böyle basit ve değersiz gelecektir. Çünkü insan bu dünyada ne kadar nimete kavuşsa da bilir ki, bu nimetler bir gün elinden gidecek. Dünyada zahmet çekse de bilir ki bunlar da bitecek; bu sebeple ne kadar zahmet çekse de bu ahirete nazaran hafif bir zahmettir.
İşte bunu bilen, dünyada refah aramaz. Allah’ın rızasını kazandıracak ameller işlerken azıcık zahmet çekmeye de aldırmaz.
“Yolcu Gibiyim!”
Abdullah bin Mes’ûd radıyallâhu anhu şöyle anlatıyor:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hasır üzerinde yatıp uyumuştu. Efendimiz uyandığında, o hasır, mübarek vücudunun yan tarafında iz bırakmıştı. Biz:
“- Yâ Rasûlâllah! Sizin için bir döşek edinsek?!” dedik.
“- Benim dünya ile ne alâkam var ki? Ben bu dünyada, bir ağacın altında gölgelenen, sonra da bineğine binip orayı terk eden bir yolcu gibiyim.” buyurdular. (Tirmizî, Zühd, 44/2377)
Peygamber aleyhisselatu vesselam dünyaya hiç değer vermemiş, dünya hayatında rahat ve keyif aramamıştır. Daima Allah-u Zülcelâl’in emirlerini yerine getirmek ve İslam’a hizmet etmek için ne kadar fedakarlık yapmak gerekirse hiçbirinden kaçınmamıştır.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, İslam’ı tebliğ etmek için dünya işlerini bıraktı; yoksulluğa razı oldu. Doğup büyüdüğü memleketini bıraktı, hicret etti. Ailesiyle ve ashabıyla beraber yokluğa sabretti.
Müşrikler, Arabistan’ın bütün kabilelerinden asker toplamışlar, Medine’yi yakıp yıkmaya geliyorlardı.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ashabıyla beraber Medine’nin etrafına hendek kazıyorlardı.
Kıtlık zamanıydı, ambarlardaki zahireler tükenmişti. Ashab-ı kiram ise hendek kazmakla uğraşıyor, dünya işleriyle meşgul olamıyorlardı. Açlıktan yorgun, bitkin bir halde güneşin altında hendeği kazıyorlardı. Peygamber efendimiz bu zahmetlere katlanırken şöyle söylüyordu:
“Allah’ım! Gerçek hayat sadece âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikak 33-110)
Peygamber aleyhisselatu vesselam ashabının çok yorulduğunu, gücünün kuvvetinin kesildiğini görünce şiirli bir münacat söyleyerek ashabını şevke getiriyordu. Böylece onlara, bu dünyada uğrayacakları sıkıntıların ecir ve mükâfatlarını ebedî olan ahiret hayatında verileceğini müjdeliyordu. Onlar böyle Allah yolunda sabırla çalışınca Allah-u Zülcelâl onlara Mekke’nin fethini müyesser kıldı.
Peygamber efendimiz yüz bin kişiden fazla müminle Veda Haccı için Arafat dağında toplanmıştı. O gün müminlerin çokluğunu görünce, ashabının çokluğa bakarak gurura kapılmamaları için de; “Allah’ım! Gerçek hayat sadece ahiret hayatıdır,” demişti.
Peygamberimiz dünya hayatının sıkıntılarında da ahireti hatırlayıp ferah bulur, başarıya kavuşunca da yine ahiret hayatını düşünür, dünyadaki nimetlerle övünmezdi. İşte bizim de böyle olmamız lazımdır.