EDEP - AHLAK - BİR TAÇ İMİŞ
Şair, “Edep bir taç imiş nur-ı Hüda’dan / Giy ol tacı emin ol her beladan” dizeleriyle ne güzel anlatıyor edebi. Bu hikmet dizeleri bizi edebin kaynağına yani Yüce Rabbimize döndürüyor. Zira her türlü güzelliğin ve mükemmelliğin yegâne sahibi ve yaratıcısı Yüce Rabbimizdir. O, Rab ismi ile tüm kâinata ve mahlûkata tecelli ederek onları terbiye eder, edeplendirir. Her varlığı Rab ismi ile yetiştirir, geliştirir. Bu terbiye ile tüm mahlûkat O’na boyun eğerek vazifelerini hüsnüedeple yerine getirirler. Yerlerde ve göklerde olan her şeyin O’nu tespih etmesinin bir anlamının da bu olduğunu ifade eder âlimlerimiz. Rabbin en güzel kıvamda yarattığı insan, O’nun edebiyle edeplenmeye en layık varlıktır. Öyle ki insan, edeb-i ilahiyle bezenirse Hak Teâlâ’nın muhabbetine nail olur. (Kuşeyri, Risale, s. 373.)
Âlemlerin Rabbine ancak edeple güzel kul olur insan.
Başta ibadet ve taatler olmak üzere her yerde ve hâlde edepten ayrılmamak ve güzel ahlaka sahip olmak kulluğun gereğidir. Hz. Peygamber, kişinin güzel ahlakı sayesinde ibadetle erişilecek yüksek derecelere ulaşacağını haber vererek (Ebu Davud, Edeb, 7.) ahlakı ibadetten ayırmamıştır. Zira her nerede olursak olalım Rabbimiz bizimle beraberdir. (Hadid, 57/4.) Güzel ahlakın zirvesi olan edep, ihsan şuuru üzere Yaradan’a kulluk etmektir. Resul-i Ekrem’in ifade ettiği gibi her ne kadar biz O’nu görmesek de O bizi görüp gözetmektedir. İhsan şuuruna sahip olan kul hayatının bütününde Rabbinin kendisiyle beraber olduğu idrakiyle edep üzere yaşar. Düşüncesinde, fiilinde, işinde, konuşmasında…
Her hâlinde edeple hareket eder. Bu sebeple adap kitaplarımızda yemekten içmeye, konuşmadan dinlemeye, abdest almadan dua etmeye kadar her şeyin adaplarına yer verilerek edep, hayatın tümüne teşmil edilmiştir. Her an bizimle olan Rabbimize karşı hayatı edeple yaşamak O’na olan sevgimizin ve bağlılığımızın âdeta bir remzidir!
Ebu Hanife Hazretleri ile yirmi yıl birlikte bulunan Davud-i Tâi, bu zaman zarfında ne yalnızken ne de yanında birileri varken istirahat maksadıyla onun ayağını uzatmadığını nakleder. Kendisine yalnızken ayağını uzatmasının bir mahzuru olup olmadığını sorduğunda büyük imam: “Cenab-ı Hak karşısında edepli olmak daha efdaldir.” cevabını vererek her an huzurda bulunmanın edebini ortaya koymuştur.
Edebin ve yüksek ahlakın numune-i imtisali olan Hz. Peygamber yüksek edep duygusunu en büyük mürebbi olan Rabbinden almış, “Beni Rabbim edeplendirdi ve edebimi de güzel kıldı.” (Süyuti, Camiu’s-Sağir, I, 12.) hadisiyle bu hakikati ifade etmişti. Ahlakın en yücesine sahip olan Efendimiz (Kalem, 68/4.) sözüyle, bakışıyla, sükûtuyla, tebessümüyle, hilim ve hayâsıyla bir edep sultanıydı. Onun bu yüksek edep ve ahlakını Enes b. Malik (r.a.) şöyle anlatıyor: “Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kesinlikle hakaret etmez, mübarek ağızlarından kaba bir söz çıkmaz ve lanet etmezdi. Birimizi azarlayacak olsa: ‘Allah iyiliğini versin, ona ne oluyor ki!...’ derdi.” (Buhari, Edep 38-44.) O (s.a.s.), insanlarla iyi geçinmeyi, merhameti, güler yüzü, tatlı dili, öfkelenmemeyi, zarar vermemeyi, kibirlenmemeyi, kötülüğe iyilikle mukabele etmeyi ve affetmeyi yaşayarak öğretti bizlere. Edep dairesinden ayrılmamak Efendimizin sözlerini yaşamakla olur: ”İnsanlar bize iyi davranırsa onlara iyilik yaparız şayet kötü davranırlarsa onlara kötülük yaparız diyen zayıf karakterli kimselerden olmayın. Kendinizi, insanlar iyi davranırsa onlara iyilikle mukabele etmeye, şayet kötülük yaparlarsa onlara zulmetmemeyi içinize (bir ilke olarak) yerleştirin.” (Tirmizi, Birr, 63.)
Sufilere göre edep zahir ve bâtın olmak üzere iki türlüdür. Zahirî yani şeklî olan edep ameli riyadan, münafıklıktan, yağcılıktan korumaktır.
İkincisi ise bâtıni edeptir ki kalpteki şehvet, itiraz, iradede zayıflık gibi olumsuz şeyleri temizlemektir. Sufiler edep sahibi kişide bulunması gereken ahlakı şöyle anlatmışlardır: “Konuştuğun zaman dilini korumak, yalnız kaldığın zaman kalbini korumak, dışarı çıktığın zaman gözünü korumak, yediğin zaman boğazını korumak, uzattığın zaman elini korumak, yürüdüğün zaman ayağını korumak, bütün işlerinde vaktini korumak.” Kuşeyri, üç meziyete sahip olan kimsenin garip ve yalnız olmayacağını söyler ve bu meziyetleri şöyle sıralar:
“Şüpheli insanlardan uzak durmak, güzel edep ve kimseyi incitmemek.” Hatta ehl-i gönül, incinse de incitmemeyi kemal yolunun düsturlarından görmüş:
Hz. Ali, kişinin edebinin zehebinden yani sahip olduğu dünya servetinden daha kıymetli olduğunu ifade ederken insan için gerçek süsün edep olduğuna da dikkat çekiyor. Edep, hem zahirini hem de bâtınını ahlakın en güzeliyle teçhiz etmektir. Esasında insan bâtınını güzelleştirdiğinde Cenab-ı Hak onun zahirini de güzel kılar. Hz. Ali’nin de işaret ettiği üzere dünyada bir insanın elde edeceği hakiki zenginlik de böylesi güzel bir ahlaka sahip olmaktır. Zira kişinin güzel ahlakı mizanda en ağır gelecek ameldir.” (Tirmizi, Birr 62.)
Sufilerin tekke ve asitanelerinin giriş kapılarında “Edep Ya Hu” yazar. Bu, Cenab-ı Hak’tan edep isteme niyazı anlamına geldiği gibi bu kapıdan giren kişinin tüm yaratılmışlara edeple davranması anlamına gelir.
İnsandan hayvana, bitkilerden eşyaya kadar canlı ve cansız herkese ve her şeye karşı edep üzere davranmak irfan geleneğinde esastır.
“Yaratılanı severiz Yaradan’dan ötürü” diyen Yunus da bu hakikati dile getirir. Bu sebeple irfan ehli sadece insanlara ve canlı varlıklara değil yaratılmış her şeye cansız varlıklara dahi edeple yaklaşırlar. Mesela kapı gürültüyle ve hızla örtülmez. “Kapıyı kapat veya “kapattım” denmez. Allah kimsenin kapısını kapatmasın gibi ince bir düşünceyle “Kapıyı ört.” veya “sırla” denir. Yine aynı latif düşünceyle “Lambayı veya ocağı söndür.” denmez.
“Lambayı veya ocağı dinlendirmek, sırlamak” gibi tabirler edebe daha uygun görülür. Bir fincan dahi sertçe yere konulmaz. Kısacası edep sahibi kişi insanlara karşı hürmet ve saygıyla davrandığı gibi çevreye ve eşyaya karşı da saygılıdır. Cenab-ı Hakk’ı zikrederken onlara hor davranmak edebe aykırı görülmüştür. Bir çiçek, bir ot dahi sebepsiz koparılmaz, hiçbir canlıya zarar verilmez.