* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İNANCIMIZ DAVRANIŞLARIMIZA NE ÖLÇÜDE YANSIYOR  (Okunma sayısı 429 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İNANCIMIZ DAVRANIŞLARIMIZA NE ÖLÇÜDE YANSIYOR
« : Ağustos 11, 2019, 11:44:41 ÖÖ »
İNANCIMIZ DAVRANIŞLARIMIZA NE ÖLÇÜDE YANSIYOR?

İnanç ve davranış ilişkisi, hiç şüphesiz dinin en temel konularından biridir. Kur’an-ı Kerîm’de çok sıkça tekrarlanan “iman edenler ve yararlı işler yapanlar” ifadesiyle iman-davranış konularının birbirleriyle ilintili olarak yer alması oldukça dikkat çekicidir. Buna göre iman, davranışlarımızın olmazsa olmaz yegâne unsuru; iş ve davranışlarımız (amel) ise imanın pratik hayata yansıtılmasıdır. Başka bir ifadeyle bütün davranışlarımız, ayette de ifade edildiği gibi imanımızın tabii bir sonucu ve tezahürüdür: 

İnandıktan sonra güzel ve faydalı işler yapanları, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah’ın apaçık ayetlerini okuyan bir peygamber göndermiştir. Kim Allah’a inanır, yararlı işler yaparsa Allah onu, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere koyar. Allah, ona gerçekten ne güzel bir rızık vermiştir. (Talak,65/11)

Peki, günümüzde Resul-i Ekrem’in örnekliğinde Kur’an ahlakını davranışlarımıza yansıtabiliyor muyuz?

Müslümanların, Kur’ân ahlakını terk ettiklerini dile getiren Prof. Dr. Celalettin Vatandaş, iman-amel ilişkisini şöyle izah ediyor: ‘’Ahlak imandan gelir. İnsanın Allah ile insanın diğer insanlarla ve insanın kendisiyle ilişkisi, imandan gelen ahlak çerçevesinde belirlenir.’’

İslâm’ın azılı düşmanları ve amansız muhaliflerinin, en başından itibaren Hz. Peygamber ve arkadaşlarını herhangi bir ahlaki zafiyetle kesinlikle itham etmediklerini vurgulayan Prof. Vatandaş, bunun da imanın davranışlara yansıması ile izah edilebileceğini belirtmektedir.

İslam dünyasının tümünde yoğun bir ahlaki kriz yaşandığını söyleyen Diyanet İşleri eski başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, gerekçesini de şöyle açıklıyor: ‘’Ahlak konusunda insanlığın idrakine dair söyleyecek çok sözümüz olmasına rağmen söyleyecek yüzümüz yok. Çünkü inandıklarımızı eylemlerimizle gösteremiyoruz.’’

Gösteriş Dindarlığı mı?

Günümüzde sadece belli ibadetleri öne çıkaran dindarlık anlayışının, ahlakî davranışlara karşı olabildiğince duyarsız ve gösteriş ağırlıklı olduğu gün gibi ortadadır. Oysa ahlak; ibadetin gayesi, ibadet ise ahlakın vesilesidir. Müslüman’ın açlığını gidermeyi, komşusuna eziyet etmemeyi ve trafikte seyrederken hayvan çiğnememeyi de takvanın içinde zikretmek dindarlığın icabı olsa gerek.

İman ve davranışlarımız yönünden durumumuzu tekrar gözden geçirmeliyiz. Her hâlükârda bunu rutin bir eyleme de dönüştürmemiz gerekecektir. Zira karşı karşıya kaldığımız iç karartıcı durumların arkasında inanç ve davranış noktasındaki zaaflarımızın son derece etkili olduğunu hesaba katmamız gerekmektedir.

İman ile ahlak arsındaki ilişkinin pratiğe yansıması ve tezahürleri Asr Sûresi’nde veciz bir şekilde ifadesini bulur:

Asra (zamana-çağa-ikindi vaktine) yemin olsun ki insan kesinkes ziyandadır. Ancak zararda olmayanlar; iman edip iyi işlerde-davranışlarda bulunanlar, birbirlerine doğruları ve sabırlı olmayı tavsiye eden kimselerdir. (Asr, 1-3)










fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: AKLIMIZI YETERİNCE KULLANIYOR MUYUZ
« Yanıtla #1 : Ağustos 11, 2019, 11:49:36 ÖÖ »
AKLIMIZI YETERİNCE KULLANIYOR MUYUZ

 Kur’an’da inanç, ibadet başta olmak üzere pek çok konunun yanı sıra insanı düşünceye sevk eden sayısız ayetler vardır.

“… O’nun ayetlerindendir” ifadesiyle başlayan birçok ayet insan zihnini varlıklara ve olaylara yöneltirken, “ Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akıl sahipleri için gerçekten ibretler vardır”  gibi ayetler de insanı doğrudan düşünmeye sevk eder (3/190).

Yine Kur’an’da pek çok ayet akıl yürütmeyi, tefekkürü, düşünmeyi ve bilgi edinmeyi teşvik ederken, birçok ayette düşünüp tefekkür etmeyenlerin yerden yere vurulması dikkat çekici hatta “…Aklını kullanmayanları Allah, pislik içinde bırakır” ifadesi bir hayli çarpıcıdır. Bazı gerçeklere dikkat çekildikten sonra, “Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?” (2/44) gibi ayetler ise sitem yüklüdür.

 Ayrıca Kur’an’ın, aklın işlevlerinden olan tefekkür- tezekkür ve benzeri kavramlara çokça yer vermesi aklın kullanılması, düşünce ve düşüncenin ifade edilmesinin ne denli önemli olduğunun açık göstergesidir.

Peki, bütün bu gerçekler ortadayken Yüce Allah’ın, kullanmamız için verdiği aklımızı başkasına kiraya verebilir miyiz, irademizi birilerine rehin bırakabilir miyiz? Ya da İslam dünyasında böyle bir anlayışa nasıl ve ne zaman gelindi? Gelin birlikte irdeleyelim.
 Akıl-Nakil Meselesi

Vahiy temelli olan İslam’ın; bilindiği gibi Kur’an ve Peygamberimizin uygulamaları olmak üzere ‘iki bilgi kaynağı’ vardır. Bağlayıcı olan bu iki kaynağın dışındaki tüm bilgi kaynaklarına temkinli yaklaşılır. Buna göre Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamberin sahih sünnetinde belirtilen hususların dışında kalan konuları; kimden ne gelirse gelsin, olduğu gibi kabul etmek yerine “doğru mu, yanlış mı; mümkün mü, değil mi” diye, esaslı bir muhakeme ve muhasebe süzgecinden geçirilmelidir.

 İslam anlayışına göre imandan sonra en büyük nimet akıldır. Zira Allah’ın; peygamber aracılığıyla gönderdiği mesajları kavramak ancak akılla mümkündür.  Yüce Allah’ın bahşettiği tüm nimetlerin kavranması ve kadir-kıymetlerinin bilinmesi yine akıl sayesinde olmaktadır. İslam medeniyetinin akıl, ilim, irfan ve hikmet üzerine inşa edildiğine bakılırsa “aklı olmayanın dini de yoktur” sözü daha iyi anlaşılacaktır.

Ayrıca körü körüne ve bilgisiz inancı hoş görmez İslam. Evham ve çeşitli hurafeler başta olmak üzere her türlü asılsız adet ve ananeleri hoş görmediği gibi… Bütün bu temelsiz anlayışları, akıl ve mantık ölçülerine vurmadan, muhakeme etmeden kabul edenleri de şiddetle kınamaktadır:

 “Onlara; ‘Allah’ın indirdiği (Kur’an’a) ve Resulün (size tebliğ ettiği şeylere) gelin’ denildiği zaman; biz ancak ‘atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeylere uyarız’ derler. Ya ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğru yolu bulamayan kimseler ise yine mi onlara uyacaklar?” (Maide,5/104).

 “Ve dediler ki; eğer söz dinleseydik yahut aklımızı kullansaydık şu çılgın ateşin halkı içinde olmayacaktık…” (Mülk 67,10).

Ancak zamanla akıl-vahiy dengesinin bozulması sonucu ne yazık ki; İslam toplumunda akıl ve bilgi değil, teslimiyeti öne çıkaran anlayış egemen olmuştur. Öte yandan İslam inancında ‘bilgi kaynağı’  kabul edilmeyen keşf, keramet veilham yoluyla bilgi sahibi olduklarına ve ahirette de şefaatçi olacaklarına inanılan bir takım sapkın fikir sahibi kişiler hep olagelmiştir. Ancak unutmamak gerekir ki; Hz. İbrahim’in hatırına babasını, Hz. Nuh’un hatırına oğlunu, Hz. Lut’un hatırına karısını affetmeyen Allah; gavsın, şeyhin veya evliya denilen kişilerin hatırına da kimseyi affetmeyecek:   “O gün kimsenin kimseye faydası olmaz. O gün bütün yetkiler sadece Allah’a aittir” (infitar,82/19).

 Unutulmamalıdır ki Peygamberler; en çok içinde yaşadıkları toplumun dindarlarıyla savaşmışlardır. Allah’ın hak dinini bozanlarla! Hz. Musa; Bel’am ile Hz. İsa; Yahudi hahamlarıyla, Hz. Muhammed(as) ise babalarının dinlerini ilelebet korumak için ölümüne mücadele eden Mekkeli müşrik din adamlarıyla savaştı. 

Görünen o ki; Mehdi ve Mesih kavramları başta olmak üzere bazı dini değerleri kullanmak suretiyle kendilerine alan açmaya çalışan bu had bilmezler…  Sözde manevi etki ve yetkileri olduğu iddiasını dillendirmek suretiyle taraftar çoğaltma kurnazlığı peşinde olmuşlardır. En çok rağbet gören sözde iddiaları da Hz. Peygamberi toplantılarına getirmek ve rüyalarında görüp ondan talimat almaları olsa gerek. Akıl tutulması bu iddiaya bakıldığında krizin inanç yönüyle ne kadar derinleştiği açıkça görülür.

 İnsanları gözü kapalı ölüme sürüklemekten ve öldürmeyi meşrulaştırmaktan çekinmeyen IŞİD ve FETÖ benzeri yapılar;  akıllarını başkalarına teslim eden işte bu güruhun ürünleri olmalıdır.

  ELEŞTİREL DÜŞÜNCEMİZE NE OLDU?

 İslam dünyasındaki en temel sorunlardan birisinin, “eleştirel düşünce”eksikliğinden kaynaklanan bilgi kirliliği olduğu açıktır. Peki, bu duruma nasıl gelindi?

 Müslümanlar; ilahi hükümleri işleyerek ve yorumlayarak hayatlarına yön verirler. Vahiy kaynaklı olan İslam düşüncesi;  bir yönüyle ilahi ve sürekli, diğer yönüyle de beşeri ve değişkendir. Nitekim İslam inancı bu özelliğini, dine giriş için anahtar cümle olan Kelime-i Şahadette peygamberi  ‘elçi’ ve ‘kul’ şeklinde niteleyerek açıkça ortaya koymuştur. Buna göre dinin sabiteleri/değişmezleri olduğu gibi, hiç şüphesiz değişkenlik gösteren ve hakkında içtihat gereken konular da vardır. Müslümanlar tarafından bu konuların, vahye dayalı bilgilerin ışığında özümsenerek hayatı kolaylaştırma gayreti ise kuşkusuz dünya ve ahiret saadeti aramanın yegâne sonucudur.

Nitekim Sevgili Peygamberimiz, kendisine Yüce Allah’tan vahiy gelene kadar sağduyusu ve aklıselimine göre hareket eder, vahiy geldikten sonra da vahye göre hüküm verirdi. Kur’an’ın açık bıraktığı alanlarda ise aklını kullanmak suretiyle içtihat etmek suretiyle İslam’ın bilgi kaynağının vahiy ve akıl olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

 Ancak zamanla yeni metotlar, yeni imkânlar aramak yerine büyük ölçüde ‘mevcudu koruma’ ve  ‘eskiyi taklit etme’ kolaycılığı tercih edilir. Bu istenmeyen durum; Kur’an’ın özünde bulunan özgür düşüncenin yerini duraklama ve mevcutla yetinme fikrini beraberinde getirecektir.

İslam dünyası 17.yüzyılan itibaren siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda Batı karşısında yaşadığı acziyetin ve geri kalmışlığın vahametini fark eder.  Koçibey, Taşköprülüzade ve Kâtip Çelebi gibi Osmanlı aydınları bu fikri durgunluğa dikkat çekerler. İslam dünyası geç de olsa bu durumdan kurtulmanın arayışlarına girer ve farklı kesimlerden çözüm önerileri gündeme gelir. Ancak hepsinin ‘mevcut durumdan şikâyet’ ortak noktaları olsa da önerdikleri reçeteler farklıdır.

 Günümüzde ise bu manada her hangi bir gayrete, içtihat ve metoda gerek duyulmaz. En kestirme yoldan tespit edilen zamanın sahibi, kutbu ya da sözde beklenen mehdisi (!) her kimse ona “teslim ol ve kurtul” anlayışı hâkimdir.

 Bir musibetin bin nasihatten evla olduğu dönemlerdeyiz. Bir de Sevgili Peygamberimizin kulluk bilinci, güzel ahlakı, hakikate tanıklığı, istişareye önem vermesi, hak, adalet, eşitlik, yardım severlikteki duyarlığı, kamu malı hassasiyeti ve emaneti ehline verme ilkesi gibi temel prensiplerinin hiçe sayıldığı zamanlardayız…

 


* BENZER KONULAR

Dualarımız Neden Kabul Olmuyor Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:10:43 ÖÖ]


Birlikte Hizmet Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:59:59 ÖÖ]


Gizli Halleri Açık Hallerinden Daha Hayırlı Adamlara İhtiyacımız Var Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:40:31 ÖÖ]


Mücahitler Kazandığınızı Kaybetmeyiniz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:32 ÖÖ]


İnsanlardan Övgü Beklemek Ateşle Oynamak Gibidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:24:29 ÖÖ]


Zamanın Kıymetini Bilmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:13 ÖÖ]


Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 06:02:09 ÖS]