Tüm Yalvarışlar Ona
Kulluğun sırrı her dem Hak Teâlâ’nın huzurunda olma idrakini zevk etmektir. Bu sırra ise dua ile varılır.
“Duanız olmazsa Rabbiniz size ne diye değer versin!” (Furkan, 25/77.) buyuran Rabbimiz bu hakikati bildiriyor bizlere. Hep muhtaç, aciz, zayıf olan kulun sonsuz kudret sahibi olan Yaratan’a sığınma ve yönelme vasıtasıdır dua.
Kulun acziyetinin idraki içinde Rabbinin tükenmeyen ümit kapısına dayanmasıdır dua.
Tüm yakarışlarına, yönelişlerine cevap alacağı yegâne sığınaktır dua. Dua çağrıdır, Hak’tan bize bizden Hakk’a olan en güzel çağrı. Bizleri kapısına çağıran Sultan’a “lebbeyk” diyerek varmaktır dua. Tüm samimiyet ve mahfiyetiyle ahvalini arz eylemektir en yüce makama.
Nasıl varılmaz ki o Sultan’ın kapısına. Her varlık her an O’na muhtaçken, O’nun emri olmadan bir yaprak dahi düşmezken dalından, kime varılır, kimden istenir O’ndan gayri? Tüm oluşlar O’nun kudret eliyle halk edilirken O’ndan gayrıdan beklemek divanelik değil de nedir? Üstelik kapısına çağıran ve “Gelin vereyim.” diye buyuran O iken bu çağrıya bigâne kalmak nasıl bir gaflettir! Rabbimizi, kendisini bize bildirdiği şekilde bilirsek canı gönülden ram oluruz bu çağrıya: “Kullarım beni senden sorarlarsa (bilsinler ki) gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara, 2/186.) Hak Teâlâ, kendisini çok yakın olarak tanıtıyor ve davet ediyor kullarını bu yakınlığa ermeye. Kurbiyet makamıdır ki gizli açık yapılan her yakarışı duyan ve cevap veren bir yakınlıktır! O, yakınlığını gönülden hissederek yönelmemizi istiyor bizden. Bu yöneliş, sadece istek ve dileklerini arz etmek değildir. Ayet-i kerimenin devamından anlıyoruz ki doğru yolu bulmak ve imana ermenin de yolu bu samimi yakarışlarda gizli. Bu sebeple duanın ibadetin özü olduğunu haber veriyor Sevgili Peygamberimiz. (Tirmizi, Deavat, 1.) Zira dua Rabbiyle kulu arasındaki en sağlam rabıtadır. Kulluk makamlarının en yücesidir.
Her varlık lisan-ı hâliyle Rabbinden gelen çağrıya icabet ederek duaya durmakta. Çünkü tüm varlık O’nunla var ve O’nunla varlığını idame ettirmektedir. Biz farkında olsak da olmasak da her şey O’nu tesbihte, zikirde ve dua hâlindedir. Gönlünü Rablerine raptedip yakınlık sırrına eren Hak erleri duyar bu tespihleri. Esen rüzgârın dilinde, göğe uzanan dallarda ve durmadan akan nehirlerde çağıldar O’nun ismi. “Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlam seni/ Seherlerde kuşlar ile çağırayım Mevlam seni” diyen Yunus kâinatın çağrısına aşkla katılır. Tabiatın lisanına gönlünü veren Mevlana da duyar bu çağrıları:
Çınar ellerini nasıl duaya açar? Bir ağaç saçlarını gökyüzüne nasıl salar?
Bahar günlerinde çiçekler avuçlarını açıp nasıl saçılar saçar?
Lalenin yüzü nasıl kızarır kan gibi? Gül, nasıl çıkarır kesesinden altını?
Bülbül nasıl gelip de gülü koklar? Üveyik, nasıl birini arıyormuş gibi sesler çıkarır?
Leylek canla başla nasıl “lek lek” der? “Lek” nedir? Rabbim, mülk senindir, demektir.
Kul minnet etmeden ister Rabbinden. Çünkü istemek kulluğun, vermek de O’nun lütfunun gereğidir. O karşılıksız verir her isteyene. Bitmez tükenmez hazinelere malik olandır: “Allah’ın fazlından isteyin çünkü Allah kendisinden bir şey istenmesini sever. En faziletli ibadet (dua edip) bir sıkıntının kalkmasını beklemektir.” (Tirmizi, Deavat, 116.)
Dua arzuhâldir her hâlimizden haberdar olan Rabbe. Onunla hâlleşmek, hasbihâl etmek ve dayanmaktır o sonsuz güç ve kuvvet sahibine. Gönlünü, derdini açtığın Rabbin her şeye kadir olandır. Lütfuyla, merhametiyle kuluna nazar eder. Kul daralıp da etrafını karanlık gölgeler sardığında O, kendisine ihlasla yönelenleri selamet sahiline ulaştırır. (Lokman, 31/32.) Kul halis bir niyetle, bıkmadan usanmadan çağırırsa Rabbini, elbet cevap verecektir ona. Yeter ki sen o kapıda durmayı bil, yeter ki o kapıyı çalmayı bil. “Duam neden kabul olmadı?” demekten sakın. Çünkü tüm çağrılara cevap vereceğini vaat ediyor Hak Teâlâ. (Müminun, 23/60.) Ancak darlıktan kurtulup da feraha erdiğinde unutma Rabbini. Hem darlıkta hem genişlikte çağır O’nu ki unutulanlardan olmayasın!
Dua zikirdir, hatırlamaktır. Her hâl ve vakitte Hak’la hem dem olmaktır. Fatiha suresinde öğretir bizlere Rabbimiz nasıl duaya duracağımızı. Her işte olduğu gibi duada da O’nun ismine sığınmak, O’nun ismiyle başlamak gerekir. Çünkü O Rahman ve Rahim’dir. Kullarına merhametiyle muamele eden ve rahmetiyle verendir. Ama sen önce kulluğunu göster. Dini Allah’a has kılarak yalnız O’na kulluk et. O Ulu Sultan’a bende ol da ubudiyette bulun ki huzurunda istemeye yüzün olsun. Sonra da ne isteyeceksen yalnız O’ndan iste. İbn Ataullah İskenderî, bir insanın Cenab-ı Hak’tan isteyeceği en makbul şeyin O’nun bizden istedikleri olduğunu söylüyor. Peki, ne ister kul Rabbinden? Dosdoğru bir yol ister, Rahman’ın nimetlerine nail olan peygamberler, şehitler, sıddıklar gibi olmayı ister. Öyleyse huzurda hazır ol ve nimete erdirdiği kullarının yoluna hidayet eylemesini iste!
“Hangi dua daha müstecaptır?” dersen önce kalbini yoklaman icap eder. Çünkü Allah Teâlâ kendisinden gafil bir kalbin duasını kabul etmez. (Tirmizi, Deavat, 64.) Önce gönül hanende ne var onu yokla. Dilin ve gönlün aynı duayı yapıyor mu? Dilinle söylediğini kalbinle de ister misin Hak’tan? Gönülden için için gizlice yakar Rabbine. Sakın ola edepte kusur edip sesini yükseltme. Korku ve ümitle yakar. (Araf, 7/55-56.) Sonra müstecap vakitleri gözet. Hz. Peygamber, kabule en şayan duaların “Gece yarısından sonra ve farz namazların arkasından yapılan dualar.” (Tirmizi, Deavat, 79.) olduğunu haber vermiştir. Gök kapılarının açılıp ilahi rahmetin yağdığı nice mübarek vakit ve mekân da vardır. Şefkati sonsuz Rabbimizin kulunun kendisini çağırması için lütfeylediği vesileler ve fırsatlardır bunlar. Mübarek vakitleri ve mekânları gözeterek dua etmek rahmet-i ilahiyi celbeder.
Tüm hayatı duayla bezeli olan Peygamber Efendimiz, bıkıp usanmadan Allah Teâlâ’ya niyazda bulunurdu. Hep Rabbine yakınlık makamında olan Resulüllah sabah yataktan duayla kalkar, duayla yer içer, duayla giyinir, duayla evden çıkar, duayla konuşur, duayla yolculuğa çıkar, duayla eve girer, duayla uyurdu. O, hep dilinde dualarla Rabbine iltica ederdi. Biz dahi onun duasıyla yakarıyoruz Rabbimize: “Allah’ım, sen benim Rabbimsin, senden başka ilah yoktur. Beni sen yarattın, ben, senin kulunum, gücüm yettiğince senin ahdin ve vaadin üzereyim; işlediklerimin şerrinden sana sığınır, üzerimdeki nimetlerini sana ikram eder, günahımı da itiraf ederim, bundan ötürü beni mağfiret eyle. Senden gayrı kimsecikler günahları bağışlayamaz.” (Buhari, Deavat, 2.)