Hesap Verme Bilinci
لَا تَزُولُ قَدَمَا عَبْدٍ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حَتَّى يُسْأَلَ عَنْ عُمُرِهِ فِيمَا أَفْنَاهُ وَعَنْ عِلْمِهِ فِيمَ فَعَلَ وَعَنْ
مَالِهِ مِنْ أَيْنَ اكْتَسَبَهُ وَفِيمَ أَنْفَقَهُ وَعَنْ جِسْمِهِ فِيمَ أَبْلَاهُ
“Kıyamet gününde bir kula şu sorular sorulmadıkça yerinden kıpırdayamaz: Ömrünü nasıl tükettiği, öğrendiği bilgilerle ne yaptığı; malını nereden kazanıp ve nerede harcadığı, vücudunu nerede yıprattığı.” (Tirmizî, Kıyâme,1.)
Yaratılış gayemizin Allah’a kulluk olduğunu Cenab-ı Hak açıkça ifade etmektedir. (Zariyat, 51/56.) Ahiret ise insanın yaratılış gayesine uygun bir yaşam sürüp sürmediğinin hesabının verileceği bir ebediyet yurdudur. (Tekasür, 102/8.) Hz. Peygamber (s.a.s.) sürekli olarak bir hesap verme bilinciyle hayatımızı sürdürmemiz gerektiğini vurgulamaktadır. Bu hadislerinde de kıyamet günü toplu olarak hangi alanlardan hesaba çekileceğimizi bildirmektedir. Hz. Peygamber’in ön plana çıkarmış olduğu alanlar aynı zamanda Allah’a karşı sorumlu olduğumuz alanları belirlemektedir. Şimdi bu alanlara biraz daha yakından bakarak, kıyamet gününde hesabını vereceğimiz nimetlerin neler olduğu üzerinde durabiliriz.
Ömür sermayesi
Ömür, Allah (c.c.) tarafından bizlere bağışlanan zaman sermayesi olarak görülmelidir. İmtihanın gereği olarak ne zaman öleceğimizi bilememekteyiz. Bu durum sahip olduğumuz ömür sermayesinin kıymetini bilmemeye ve zayi etmemize sebep olmaktadır. Oysaki aslında alıp verdiğimiz nefesler sayılıdır. Geçen saniyelerin bir daha geri gelmesi mümkün değildir. Bu saniyeler Allah (c.c.) tarafından bizlere verilen sermayedir ve kıyamette ilk olarak hesabını vereceğimiz husus boşa harcadığımız saniyelerimiz olacaktır. Ancak bizler modern hayatın çok hızlı akması sebebiyle bırakın saniyeleri, elimizden kayıp giden günlerin, haftaların, ayların ve yılların farkına varamıyoruz. Hızlı yaşam, sürekli bir kovalamaca içinde bulunma, trafikten iş hayatına, ev hayatından, sosyal yaşama kadar hayatımız kesintisiz bir meşguliyetler dizisi olarak işlemekte ve bu hız bizim yaratılış misyonumuzu unutmamıza, bize verilen nefeslerimizi zayi etmemize sebep olmaktadır. Oysaki Müslüman, bir misyon adamıdır. Kıyamette bu görevlerden sorulmadan önce kendi kendimizi sorgulamalı ve hesaba çekilmeden önce hesap verebilmeliyiz.
Bu çerçevede insanlık için dünya sahnesine çıkartılmış en hayırlı insanlar olma misyonumuzu ne kadar yerine getirebiliyoruz? Bize tahsis edilen zaman sermayesi içinde iyiliklerin yayılması, kötülüklerin engellenmesi için ayırdığımız vakit ne kadar? Hayat felsefemiz “İman et ve dosdoğru ol!” düsturunu mu esas almakta, yoksa “Ey nefsim, sen rahat et ve başkasını bırak.” bedbinliğinin gölgesinde mi şekillenmektedir? Bir ümmet bilincine sahip miyiz?
Eşimiz, dostumuz, konumuz, komşumuz, akrabalarımız bize ayrılan zamanın ne kadarını işgal ediyor? Bir bedenin uzuvları gibi olmamız gerekirken, yanı başımızda çöplerden ekmek toplayan kardeşlerimizin açlıklarını hissedebiliyor, onların dertleri, ömürlerinden ömür alan sıkıntıları bizim ömrümüze halel getiriyor mu? Bütün bu soruların cevabını düşünmekle işe başlamak hadiste ifadesini bulan sorgudan geçebilmenin ilk aşaması olacaktır.
Akıl sermayesi
Hz. Peygamber (s.a.s.) ikinci sırada, öğrendiğimiz bilgilerin hesabını vereceğimizi haber vermektedir. Bilgiyi aklımızla elde ettiğimize göre aslında hesabı sorulan şeyin akıl sermayesi olduğunu söyleyebiliriz. İlk olarak aklımızı yaratılış gayesine uygun olarak kullanıp kullanmadığımızın hesabını kendi kendimize vermeliyiz. Yani aklımızla kâinatı okuyabiliyor muyuz? Akıl, var olan bilgilerden hareketle var olmayan bilgiler üreten bir vasıta olarak tanımlanmaktadır.
Bu çerçevede sürekli bir gelişim içerisinde miyiz? Yoksa aklını kullanmayan, bu suretle ilmini de geliştirmeyen, atadan ve dededen duyduklarıyla yetinen biri miyiz? Öğrendiğimiz bilgi şayet bize katkısı olmayan, bizi dönüştürmeyen, hayata aktarmadığımız bir bilgi ise bunun da yok hükmünde olduğunu ve aslında öğrenilmemiş bir bilgi olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade edebiliriz. Amel edilmeyen bilgi faydasız ilim olarak tavsif edilmekte ve Hz. Peygamber’in dualarında bu durumdan Allahʼa sığındığı görülmektedir. (Tirmizî, Daavât, 68.) Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim de bildikleriyle amel etmeyenlerin tıpkı kitap yüklü eşeklere benzediğini ifade etmektedir. (Cuma, 62/5.)
Servet ve gayret.
Üçüncü olarak hesabını verme şuuruyla hareket etmemiz istenen şey servetimiz ve kazancımızdır. Servetimizin iki yönü itibarıyla yani hem nasıl kazanıldığı hem de nasıl harcandığının hesabını verebilecek bir tavır içinde olmamız gerekmektedir. (’Aliyyul-Kari, Mirkatu’l-Mefatih, VIII, 3254.) Bir mümin haram ve helal ölçülerine dikkat etmeme gibi bir gaflet ve sapkınlık içinde olursa kıyamette bunun hesabını ağır bir şekilde ödeyecektir. Allah’ın nasip etmiş olduğu servet ve kazancı yine hak yolunda harcamak, infak etmek de o dehşetli günde hesabı sorulacak hususlardan biri olarak karşımızda durmaktadır.
Kişinin vücudunu nerede yıprattığına dair sorgulama; gücünü, enerjisini, gayretini nasıl kullandığına işaret etmektedir. (İbn ’Allan, Delilu’l-Falihin, IV, 301.) Yaratılış gayemize uygun bir ömür sürmenin yolu, var gücümüzle Allahʼın (c.c.) bizden istediği gibi bir yaşam sürmekle, bütün gayretimizi bu amaca yöneltmekle gerçekleşecektir. Güç ve kuvvetten düşmeden önce, sefahat içinde gününü gün etme hevesiyle en önemli sermayemiz olan gücümüzü, enerjimizi ve gayretimizi heder edersek, hem bu dünyada hem de ahirette hüsrana uğrayanlardan oluruz.
Allah (c.c.) her hâl ve hareketini hesap verme bilinciyle, sonsuz bir katma değere çeviren kulları zümresine bizleri de dâhil etsin!
Âmin…
--------------------------------------------------------------------------------
Hadisten öğrendiklerimiz:
1- Verilen bütün nimetlerin mutlaka son bulacağının farkına varmamız gerekmektedir.
2- Bize verilen nimetlerin bir varoluş gayesi bulunmaktadır. Bu gayelere uygun tüketilip tüketilmediğinin hesabı mutlaka sorulacaktır.
3- Bunların hesabı sorulmadan kendimizi hesaba çekmeli ve bize yüklenen misyona göre hareket etmeliyiz.