İman ve İnkâr Arasında
İnsan, kulağına kimin fısıldadığına iyi bakmalıdır. Anne de olsa, şerli işe uyma. Ama anneden de geçme. Şeriata muhalif olmadıkça isteklerini yerine getir.
Akrabalık hukukunu, bakmakla yükümlü olduklarının hukukunu reddedemezsin. Hz. Lut a.s. da, Hz. Nuh a.s. da kâfir olan karılarını atmadı; şeriat attırmıyor, baktırıyor. Sonra, birinin cennete diğerinin cehenneme yolları ayrılıverdi.
Lokman suresi 15. ayet-i kerimede Allah Tealâ, “anne baban seni İslâm’ı, imanı terke zorlarsa onlara itaat etme, ama onlarla dünyada iyi geçin” buyuruyor.
Annen namaz kılmıyor, baban içki içiyor. Darılıp ilgini kesemezsin. Hürmetini, vazifeni yerine getirir, ihtiyaçlarını temin edersin. İçki onun kendisine ait. Senin nasihat hakkın var, o kadar.
Allah Tealâ buyuruyor: “(Rasulüm) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” (Yunus 99)
Burada iki husus var: İman etmeyenlerin durumuna üzülme. Eğer Allah Tealâ dileseydi herkes iman ederdi, kimse kâfir kalmazdı. İnsanlar arasında iman ve din hususunda ihtilaf da olmazdı. Delili melekler... Aralarında hiç ihtilaf yok. Allah dilemiş, hepsini iman ettirmiş.
Allah Tealâ insanları yaratmış, onlara irade, karar gücü vermiştir. Dileyene cennet yolunu açmıştır. Dini kabul hususunda zorlama yoktur. Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u fethetti, fakat hıristiyan diye kimseyi öldürmedi.
Aile hukukunda da böyledir. Terbiye ediyorum diye eza, öğretiyorum diye cefa etmemelidir. Pazarda çeşitli meyve sebzeler satılır. Herkes hepsinden alacak diye bir şart yoktur. İsteyen istediğinden istediği kadar alır.
Evde de katılıktan uzak, nezaketle davranmalıdır. Unutmamalı ki tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.
Kur’an-ı Kerim’de, “Allah’ın izni olmadan hiçbir nefs iman edemez ve O, akıllarını güzelce kullanmayanları pislik içinde bırakır.” (Yunus 100) buyuruluyor.
İman Allah Tealâ’nın elindedir. O’nun izin verdiklerine nasip olur. Aklını kullanmayan, tembellik edip düşünüp araştırmayanlar ise cezaya müstahak olurlar.
Allah akıl vermiş, hayır ve şerri göstermiş. Kur’an-ı Kerim ile hükmünü bildirmiş, Hz. Peygamber s.a.v. ile açıklatmış, âriflerle şerh ettirmiş. İlahî hüküm ortada, akıl meydanda, seçme kabiliyeti insanın elinde ve hüküm de Allah Tealâ’dadır. Hasta insanın şifa için doktor, tedavi, ilaç araması haktır. Şifa ise Allah’tandır, tesiri O verir.
Allah Tealâ, aklını imana sarf etmeyen kimselere kızar, onlara azap eder. İnsan, iradesini imana sarf edince Allah Tealâ da ona hidayet ihsan eder, imanı nasip eder.
Allah’ın izni, iradesi olmadan hiçbir şey olmaz. Ancak kulun vazifesi, kendi iradesini tembellik etmeden, kolaya kaçmadan çalıştırmasıdır, sarf etmesidir. İmana doğru gayret ederse, Allah Tealâ da onu içinde bulunduğu murdarlıktan çıkarır, mümin kullarından yapar.
Tercih kulun... Nihayetinde Allah Tealâ kimseye haksızlık etmez, zulmetmez. O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.