İyiliği emredip Kötülüğü Önleme Görevimiz
Birkaç haftadır Müslümanların birbirleriyle dostluk/velayet ilişkilerinin önemini ısrarla vurguluyoruz.
Son olarak Enfal, 73. ayette buyurulan, ‘eğer müminler, kafirlerin birbirlerine yardım ettikleri gibi birbirlerine yardım etmezlerse, yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgunculuk çıkacağı’ ihtarını paylaşmıştık.
Zira, Tevbe suresinin 67. ayetinde açıklandığı üzere; kafirler, özellikle de küfürlerini gizleyip kendilerini “Müslüman” gösteren münafıklar fitne-fesat çıkarıp kötülükleri yaymayı aralıksız sürdürüyorlar:
“Erkek-kadın münafıklar birbirlerindendir. Kötülüğü emrederler, iyiliği engellerler, elleri sıkıdır, onlar Allah’ı unuttukları için Allah da onları unuttu. Münafıklar yoldan çıkmışların ta kendileridir...”
Böyle bir ortamda Müslümanlara düşen öncelikli görev iseTevbe, 71. ayette açıklanır:
“Erkek-kadın bütün müminler birbirlerinin velîleri/dostlarıdır. Bunlar iyiliği emreder, kötülüğe engel olurlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve peygamberine itaat ederler...”
Burada mümin erkek ve kadınların “emr-i bi’l-ma’rûf (iyiliği emr) ve nehy-i ani’l-münker (kötülüğü nehy)” görevlerinin imanî bir sorumluluk olarak önemsenip öncelendiğini ve vurgulandığını görüyoruz.
Üstad Yusuf el-Karadavî, Öncelikler Fıkhı (Fıkhu’l-evleviyyât/Dengeli Müslüman Anlayışın Temel Parametreleri) isimli eserinde, Müslümanların ihmal ettikleri ya da gereken değeri vermedikleri farzı ayın olan görevlerin başında “el-emru bi’l-ma’rûf ve’n-nehyu ani’l-münker” görevinin geldiğini söylüyor. Kur’an’ın Tevbe suresinin 71. ayetinde müminlerin imana dair özelliklerini anlatırken “iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma” farzını, namaz ve zekâttan bile önde tuttuğuna dikkat çekiyor ve devam ediyor:
Aynı zamanda Yüce Allah iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı ümmetin en hayırlı olmasının birinci sebebi saymış ve şöyle buyurmuştur: “Siz, insanlığın iyiliği için çıkarılmış hayırlı bir topluluksunuz; doğru olanı emreder, eğri olandan alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız...” (Al-i İmrân, 3/110).
Ayrıca Yüce Allah, bu farzın ihmalini, kendi peygamberlerinin diliyle İsrailoğullarının lanetlenmesinin sebebi saymış ve şöyle buyurmuştur:
“Hakikati inkâra şartlanmış bulunan şu İsrailoğulları (zaten) Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Böyledir, çünkü onlar (Allah’a) isyan ettiler; hak ve adalet sınırlarını ihlalde ısrarcı davrandılar. Onlar birbirlerini yaptıkları iğrenç şeylerden vazgeçirmeye çalışmadılar: yaptıkları şey gerçekten ne kötü idi” (Mâide, 5/78-79) (a.g.e., s. 49-50).
Bugün öncelikli görevleri ihmal etmenin, sadece geniş Müslüman kitlelerde değil, özellikle dindar kesimlerde de görülen bir hastalık haline geldiğini vurgulayan Yusuf el-Karadavi, bunun sebebini, gerçek fıkıh ve doğru bilgi sahibi olmamaya bağlıyor: ‘Şüphesiz ilim, amellerin tercihe şayan olanını olmayanından, üstün olanını olmayanından, sahihini fâsitinden, makbul olanını olmayanından, sünnet olanını bidat olanından ayıran ve din (şeriat) nazarında her amelin kıymetini ve pahasını biçen şeydir. İlmin ışığından ve fıkhın rehberliğinden mahrum olan kimselerin çoğu kere ameller arasındaki sınırları erittiklerini görmekteyiz. Bunun sonucunda amelleri birbirinden ayırmak mümkün olmamaktadır. Ya da bu gibi kimseler ameller hakkında dinin vermediği bir hükmü vermekte, ya ifrata veya tefrite düşmektedirler. İşte burada din, dinde aşırıya kaçanlar ve ondan uzak duranlar arasında zayi olmaktadır. Dinde aşırı giden kimselerin -samimi olmakla birlikte-, çoğu kere amellerin tercihe şayan olanını bırakıp tercih edilmeyenleri ile meşgul olduklarını, daha faziletli olandan habersiz olup, faziletçe az olana daldıklarını görmekteyiz…’ (a.g.e., s. 44)
“Öncelikler fıkhı (fıkhu’l-evleviyyât)” adını verdiği tabirle kastını; ‘hüküm, değer ve amellerden her birinin adalet ölçüsüyle kendi sırasına konması’ olarak tanımlayan Karadavi üstadımız devam ediyor: ‘Daha sonra vahiy ve akıl nurunun -ki bu, “nûr üstüne nûrdur” (Nûr, 24/35)- ilettiği sahîh şer’î ölçülere dayanarak bu hususlarda daha öncelikli olan diğerine takdim edilir.
Mühim olmayan mühim olana, mühim olan daha mühime; tercih edilmeyen tercih edilene, faziletçe üstün olmayan üstün olana veya daha üstün olana takdim edilmez. Aksine takdim hakkı olan öne alınır, geri bırakılması gereken geri bırakılır, küçük meseleler büyütülmez, önemli olan basite alınmaz. Zarar vermeden ve haddi aşmadan, her şey en doğru kıstas ile yerli yerine konulur…’ (a.g.e., s. 37)
Peki ümmet, “öncelikler fıkhı” bağlamında daha çok hangi görevleri ihmal ediyor? Haftaya görelim: