* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: ARINMANIN - TEMİZLENMENİN - ŞARTLARI  (Okunma sayısı 658 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
ARINMANIN - TEMİZLENMENİN - ŞARTLARI
« : Ekim 05, 2017, 11:50:26 ÖS »
Arınmanın - Temizlenmenin - Şartları
 
Hem kalpte, hem beyinde, hem bedende ve hem çevrede gerçekleştirilen ve bir inkılap olan "Nasuh Tevbe"nin olmaz­sa olmaz belli şartları vardır... Bu şartlar, yapılan suç ile ilgili­dir... Eğer günahkâr kişinin işlediği günah, nefsine zulmet­mek veya kendisiyle âlemlerin Rabbi Allah arsında bir şey ise şu şartları gerçekleştirmesi gerekir:

1) Günahtan tamamıyla vazgeçmek.

2) İşlediği günahlardan dolayı gerçekten pişman olmak.

3) Tekrar günaha dönmemek için kesin karar vermek ve kararında sabredip direnmek.

Eğer işlediği suç, bir başka insana zulmetmek ve onun hakkına tecavüz etmek ise, bu üç şart ile beraber dördüncü bir şart daha gündeme gelir.

4) Kendisine zulmettiği ve hakkına tecavüz ettiği kişi ile helâlleşmek.

Sahih ve inşaallah kabul edilen tevbenin şartları bunlar­dır... Bu şartların bütünü yerine geldiği zaman tevbe, sahih bir tevbe olur... Bu şartlardan biri noksan olursa, tevbe sahih olmaz.. [1]

Herhangi bir kul, kendi nefsini ilgilendiren konularda bir başka kulun hakkına tecavüz etmediği durumlarda, Rabbi Al­lah'ın emrettiğini yapmayarak veya yasakladığnı yaparak işle­diği suçtan dolayı pişman olup bir daha yapmamak üzere Rab­bi Allah'a tevbe edip affını ister... Şirk suçunun dışında olan günahların affı umulur... Yine herhangi bir kul, diğer kulların haklarını çiğnemiş, onlara zulmetmiş ise, onlarla helâlleşme­den tevbesi kabul olmaz... Çünkü kulun kula yaptığı zulüm, onun hakkını gasp etmesiyle meydana gelir. Hakkına tecavüz edilmiş kul, hakkını almadıkça veya kendisine zulmedeni affetmedikçe, Allah, o zalimi affetmiyor... Rabbimiz Allah, dünya hayatında imtihan olunan kullarına böyle bir hak tanı­mıştır... Kulun hakkına tecavüz eden bir kişi, hem "bu işi yap­ma" diyen Rabbi Allah'ın emrini dinlememiş, Allah'a karşı âsi olmuş, hem de kulun hakkını gasp edip, kula karşı suç işle­miştir... Böyle birinin, tevbenin dört şartını birden gerçekleş­tirmesi gerekir... Çünkü o günahkâr âsi kul, hem Allah'a itaat etmemiş ve karşı gelmiştir, hem de haram olan kul hakkına te­cavüz edip onun hakkını zorla ve zulmen almıştır... Böylece hem ferdî, hem de toplumsal bir ifsada yol açmış ve bir fitne­yi türetip, fücuru alevlendirmiştir... Bundan dolayı toplumsal barışı bozmuş ve huzuru zedelemiştir... Mutluluğun boynunu bükmüş, saadeti garip bırakmıştır. Bütün bu olumsuzlukların düzeltilmesi için sahih bir tevbenin dört şartının yerine gel­mesi ve tevbede samimi olunması lazımdır...

Cabir b. Abdullah (r.anhuma)'nın rivayetiyle şöyle buyu­ruyor Rasûlullah (s.a.s.):

"Zulümden sakının; çünkü zulüm Kıyamet gününde karanlıklar olacaktır. Cimrilikten de sakının; çünkü cimrilik sizden öncekileri helak etmiş, onları birbirinin kanlarını dök­meye, haramlarını helâl saymaya sevketmiştir." [2]

Bu hadisin şerhinde muhterem İslam alimleri şöyle de­mişlerdir:

Kadı İyad'ın beyânına göre alimlerden bazıları:

“Bu hadisten maksat, zahiri mânâsıdır. Yapılan zulüm Kı­yamet gününde sahibine karanlıklar şeklinde tecelli edecek, mü'minlerin nuru önlerinde, yanlarında parlayıp dururken; zalim, yolunu bulamayacaktır, demişlerdir.

Nevevî:

“Buradaki karanlıklarla, Kıyametin şiddet ve dehşeti kas­tedilmiş olabilir, demiştir.

İbnü'l-Cevzi de diyorki:

“Zulüm, iki suça şâmildir:

Biri, haksız yere başkasının malını almak; diğeri adaleti emreden kimseye karşı gelmektir.

Bu ikisincisi daha beterdir; çünkü zulüm hemen hemen Allah'tan başka yardımcısı olmayan zayıfa yapılır. Bu, ancak kalbin kararmasından neş'et eder. Zifa hidayet nuruyla ay­dınlanmış olsa, yaptılarının sonunu düşünür. [3]

Mü'min müslümanı günahlardan arındıracak bir tevbe için gerekli olan kul hakkından dolayı helâlleşme konusun­da önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)'in şu emirlerine dikkat edil­meli!..

Ebû Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):

"Kimin yanında kardeşine ait haksız alınmış bir hak var­sa, o haksızlıktan dolayı hak sahibiyle helâlleşsin. Muhakkakki, Kıyamet'te hiçbir dinar ve hiçbir gümüş yoktur. Kar­deşinin hakkı için kendi sevaplarından alınmadan evvel, dün­yada onunla helâlleşsin. Ahirette zalimin, o hakkı karşılayacak sevabı bulunamazsa, kardeşinin günahlarından alınır da o zalimin üzerine atı­lır"  [4]

Ebû Hüreyre (r.a.)'dan:

Rasûlullah (s.a.s.):

"Müflis kimdir, bilir misiniz?" buyurmuş.

Ashâb:

“Bizim aramızda müflis, hiçbir dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir, demişler.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.):

"Hakikaten benim ümmetimden müflis, Kıyamet günün­de namaz, oruç ve zekatla gelecek olan kimsedir. Ama şuna sövmüş, buna zina isnadında bulunmuş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, diğerini dövmüş olarak gelecek. Ve bu­na hasenatından, şuna hasenatından verilecektir.

Şayet dâvası görülmeden hasenatı biterse, onların günah­larından alınarak, bunun üzerine yüklenecek, sonra cehenne­me atılacaktır" buyurmuştur. [5]

Ebû Ümame (r.a.)'ın rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Her kim yemin ile bir müslümanın hakkını elinden alır­sa, Allah, o kimseye cehennemi vacip kılmış, cenneti de ha­ram etmiş demektir.

Bunun üzerine bir zat:                                                   

“Pek az bir şey olsa da mı ya Rasûlullah?  Demiş Rasûlullah (s.a.s.):

"Misvak ağacından bir çubuk dahi olsa (yine böyledir)" buyurmuşlar. [6]

Önderimiz Rasululah (s.a.s.)'in bu beyânlarından anlaşıl­dığı gibi, kul hakkına tecavüz, helalleşmedikçe af olacak bir şey değildir... Bu hak, insanların nezdinde en değersiz birşey bile olsa, o kulun gasp edilmiş hakkı, gasp edenden alınacak­tır... Elbette ahirette mal-mülk olmadığı için, dünya hayatın­da işlemiş olduğu hayır ve hasenatın karşılığında ahirete gö­türdüğü sevaplardan alınacaktır... Sevapları, dünyada gasp et­tiği kul hakkını ödemeye yeterli gelmezse, hakkını gasp etmiş olduğu kişinin günahları kendisine yüklenecektir...

Allah'ın hükümleri hakim olsun ve yeryüzünde fitne tamıyla kaldırılsın diye savaşan,' [7] savaşta Allah yolunda şehit olan mücahid mü'minin kanı her türlü günahına kefaret olur­ken, kul hakkı ayrı tutulup istisna edilmiştir... Şehidin başka bir kula olan borcunun dışında bütün günahlarını affeden Rabbimiz Allah, kul hakkını affetmiyor, ta ki onlar helâlleşinceye kadar...

Ebû Katade (r.a.) şu hadisi rivayet eder:

Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)'e:

“Ne buyurursun; ben, Allah, yolunda öldürülürsem gü­nahlarım affolunur mu? Demiş.

Rasûlullah (s.a.s.):

"Evet, ihlâsla sabrettiğin hâlde ileri gidip geri dönmeyerek Allah yolunda öldürülürsen... Yanlız borç müstesna!.. Gerçek­ten bunu bana Cibril (a.s.) söyledi" buyurdu. [8]

Bu sahih delillerden apaçık anlaşılan hakikat, dünya haya­tında kullar, kulların haklarına riâyet edip, haksızca saldırarak onların haklarına tecavüz etmemelidirler... Hele hele muvahhid mü'min müslümanlar, bu konuda çok hassas ve dikkatli olmalıdırlar... Ancak bir başkası tarafından gasp edilmiş öz hakkını ve helâl malını kurtarmaya gayret etmelidir... Kendi hakkını bir başkasından almaya çalışırken, bazı yolları dene­yebilir... Normal zamanda uygun olmayan bu yollar, hakkı gasp edilmiş mü'min müslüman için caiz olan yollardır... Hak­kını gasp edenden, hakkını almaya çalışırken haddi aşmamalı ve zulmetmemeli, yalnız ne kadar hakkı varsa onu almalı­dır... Ayrıca malını zalim müstekbirlere kaptırmamaya, onla­ra yedirmemeye çalışmalıdır... Bu konuda bütün imkanını kullanmalı, karşı çıkmalı ve direnmelidir...

Rabbimiz Allah:

"Mallarımızı sefihlere (düşük akıllılara) vermeyin” [9] buyu­rurken, önderimiz Rasûlullah (s.a.s.) de mü'min müshımanın, malını gasp eden ile kavga etmesini, malını korumasını ve bu uğurda öldürülürse şehit olacağını beyân buyurur...

Abdullah b. Amr (r.a.)'dan:

Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdular:

"Malı(nı muhafaza) uğrunda öldürülen kimse şehittir." [10] Ebû Hüreyre(r.a.)'dan:

Rasûlullah (s.a.s.)'e bir adam geldi ve:

“Ya Rasûlullah, bir kimse gelip benim malımı almak ister­se, ne buyurursun? dedi.

Rasûlullah (s.a.s.):

"Ona, malını verme!" buyurdu.

“Şayet benimle mukaatele ederse? "Sen de onunla mukatele et (vuruş)!"

“Ya beni öldürürse?

"O halde şehit gidersin."

“Ya ben, onu öldürürsem?

"O, cehennemde olur" buyurdular. [11]

Abdullah b. Amr (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):

"Malını müdafaa ederken öldürülen kimse -zulme uğradı­ğı için- cennetliktir." [12]

Mü'min müslümanlar, önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)'in bu hadisleri ışığında kendi durumlarını tekrar gözden geçirmeli­dirler... Müstekbir zalim tağutlar tarafından işgal edilip yağma­lanan vatanlarında ne zamana kadar esaret zilletinde kalacak­ları sorusuna ciddî cevaplar gerekir... Bir başkasının hakkına tecavüz etmemek için azamî gayret sarf eden mü'min müslü­manlar, egemen tağutî güçler tarafından gasp edilmiş hakları­na ne zaman sahip çıkacaklar ve yağmalanan mallarını koru­mak için ne zaman harekete geçecekler?.. Zalim ve sömürücü müstekbirlere karşı ne zaman ciddî tavır sergileyecekler? Tek millet olan küfre karşı, İslâm'ın izzetini ne zaman savuna­caklar?!..

İslâm'a göre tevbe etmenin dört şartı yerine getirilmeli ve tevbe geciktirilmemelidir. Çünkü günahkâr kulların hep bera­ber veya fert fert tevbe etmeleri, Rabbimiz Allah'ın ve önderi­miz Rasûlullah (s.a.s.)'in bir emridir. Günahlardan pişman olup vazgeçerek tevbe etmek, mü'min müslümanlar için bir kulluk borcudur...

Rabbimiz Allah (azze ve celle) şöyle buyurur:

"Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler! Umulur ki, felah bulunursunuz." [13]

İşgal edilmiş İslâm topraklarında egemen olan zalim tağutî güçler tarafından, Allah ve Rasûlü (s.a.s.)'in yasakladığı, ya­ni haram kıldığı her şey yasallaştırılmış, hatta müslümanların onları işlemesi mecbur edilmiştir... Bütün bu zorluklara rağ­men muvahhid mü'minler, Allah ve Rasûlü (s.a.s.)'in haram kıldığı şeylerden tüm imkanlarını kullanarak tek tek veya hep birlikte vaz geçmeli, tevbe ve istiğfar etmelidirler. Bu konuda her zorluğa göğüs germeli, imkânlarını bir araya getirmelidir­ler...  Çünkü Rabbimiz Allah:

"Ey mü'minler, hep beraber Allah'a tevbe edin" diye buyur­maktadır... Haramları helâlleştiren, yani Allah ve Rasûlü (s.a.s.)'in yasakladıklarını serbest kılan ve bunu da yasallaştıran gayr-i İslâmî bütün egemenlerin otoritelerini redederek, İs­lâm'a dönmek hep beraber tevbe etmenin gereğidir... Bütün cahiliye düzenlerini ve cahiliye âdetlerini terk etmekle kal­mayıp, diğer insanların da terk etmesini ve onlardan kurtul­masını sağlamak gerek...

İmam İbn Kesir (rh.a.) şöyle diyor:

"Allah'ın size emretmiş olduğu bu güzel sıfatları ve yüce huyları yerine getirip cahiliye halkının üzerinde olduğu re­zil ahlâk ve sıfatları terk ediniz. Zira bütünüyle kurtuluş, Al­lah'ın ve Rasûlü'nün emrettiklerini yapmakta, Allah ve Rasûlü'nün yasakladıklarını terk etmektedir. Yardım dilenecek, yalnızca Allah'tır." [14]

İmam Fahrüddin er-Râzi (rh.a.), bütün mü'minlere tevbeyi emreden ayet hakkında şu açıklamayı yapıyor:

"Tevbenin ne demek olduğu hususunda şu iki izah yapıl­mıştır:

a) Zayıf olan kulun, çalışıp çabalasa, kendisine hakim ol­mak istese bile, Allah'ın mükelef tuttuğu her şeye harfiyen uyması âdeta imkansızdır. Mutlaka onun bir kusuru olur. İşte bundan ötürü Cenab-ı Hak, bütün mü'minlere tevbe ve istiğ­farı emretmiştir. Tevbe ve istiğfar ederlerse, kurtuluşun söz konusu olabileceğini bildirmiştir.

b) İbn Abbas (r.a.) bu ayete şu mânâyı vermiştir:

“Cahiliyye döneminde yapmış olduğunuz şeylerden tevbe edin. Belki o zaman dünya ve ahirette said bahtiyar olursunuz.

Buna göre eğer:

“Kişi müslüman olduğu zaman, zaten sahih bir tevbe yap­mış olur. Müslüman olmak ise, daha önce yapılmış olan şey­leri siler ve onlarla ilgili mesuliyeti kaldırır.  Binaenaley ayrı­ca bu tevbe etmenin mânâsı nedir? Denilirse, biz deriz ki:

Bazı âlimler şöyle demişlerdir:

“Günah işleyen, sonra tevbe eden kimsenin, o günahı her hatırlayışında, yine tevbe ve istiğfar etmesi gerekir. Çünkü ki­şi, Rabbi'sinin huzuruna varıncaya, ölünceye kadar bu pişman­lığını sürdürmeli." [15]

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. O da, sizi adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta ile metalandırsın ve her ihsan sahibine ihsanını versin. Eğer yüz çevi­rirseniz, gerçekten ben sizin için büyük bir bir günün azabından korkarım. " [16]

"Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." [17]

"Ancak kim işlediği zulümden sonra tev­be eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah, onun tev­besini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” [18]

Kul, imtihan sahası olan dünya hayatında, Rabbi Allah'ın emrini, Rasûlullah (s.a.s.)'in gösterdiği ve yapıp öğrettiği şe­kilde yerine getirmeye çalışırken, meydana gelen noksanlık­lardan veya emirleri dinlemeyip işlediği günahlardan dolayı Allah'a tevbe ve istiğfarda bulunması gerekir... Kul, yaptığı ha­talardan, günahlardan ve yanlışlıklardan pişman olup tevbe eder, Allah'tan af talebinde bulunacak olursa, Allah, onun tevbesini kabul edip bu samimiyetinden dolayı kendisini güzel bir meta ile metalandırır...

Yapılan tevbenin kabul görebilmesi için, onun şartlarına çok dikkat edilmesi gerekir... Tevbe ettiği günahlara, işlemiş olduğu haramlara asla yaklaşmayacak ve onları yaptığından dolayı devamlı bir pişmanlık içinde olacaktır... Ayrıca fikrini, hâl ve hareketlerini düzeltecektir... Daha önce harama mey­leden, Allah'ın razı olmadığı fikir, hal ve hareketlerinden tama­men vaz geçecek, gerek fikrî yapısını, gerekse amelî yapısını, Allah Teâlâ'nın razı olduğu, en hayırlı, en güzel ve en iyi bir hâle getirecektir... Kul, kendisinden istenen inkılabı gerçek­leştirir, kötüden bütünüyle vazgeçip iyiye hicret ederek, iyi­lik üzere karar kılıp ayak diretecek olursa, Allah Teâlâ da onun tevbesini kabul eder...

Günahlarından tevbe eden birisinin tevbesinin kabul olup olmadığı, onun hâl ve hareketlerini düzeltmesine bağlıdır... Çünkü Allah Teâlâ, onun tevbesinin kabulünü kendisini dü­zeltmesine bağlamış ve şart koşmuştur... Kim bu şartı yerine getirirse:

"Şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder."

Bu şart, şu ayetteki şarta benzer:

"Öyleki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir peygamber gönderdik. Öyleyse (yalnızca) Beni anın (zikredin), Ben de sizi ana­yım, ve yalnızca Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin." [19]

Bu konuda şu hadisi şerifi de analım:

Ebû Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):

"Yüce Allah şöyle buyurur: Ben, kulumun Beni zannı yanındayım (iradem, kulumun Beni anlayışına göre biçimlenir). Kulum Beni andığı zaman Ben, muhakkak onunla beraber bulunurum. O Beni, gönlünde gizlice zikrederse, Ben de onu, bu suretle nefsimde (yani zatımda) zikrederim. Eğer o Beni bir cemaat içinde zikrederse, Ben de onu, bu cemaat fertlerinden daha hayırlı bir cemiyet içinde anarım. Kulum, Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona, bir arşın yaklaşırım. Kulum Bana bir ar­şın yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. O, Bana yürüye­rek gelirse, Ben ona koşarak gelirim." [20]

Bu ayet ve hadiste, Rabbimiz Allah, kullarını anmasını, onların Kendisini anmasına bağlamış ve şart koşmuştur... Eğer kullar, mü'min müslüman olup her hallerinde Rabbleri Allah'ı anacak, yani onun emirlerini hatırlayıp O'na göre dav­ranacak olurlarsa, Allah da onları anıp, onlarla ilgilenecek yardım edecektir...

"Beni anın, Ben de sizi anayım" diye buyuran Rabbimiz Allah'ın Bizi andığını, O'nu anmak ile biliriz... Bunun gibi, yaptığımız tevbenin kabul olup olmadığını bilmek ve mutma­in olmak istiyorsak, tevbe ettikten sonra kendimizi düzeltme­mize bakacağız... Eğer gerçekten işleyerek günahkâr olduğu­muz, fikir hal ve hareketten tamamen vazgeçmiş ve sevap olan fikir, hâl ve hareket ile vasıflanmış, bir daha o günaha dön­memeye karar vermiş isek, bilelim ki, tevbemiz kabul olmuş­tur... Allah Teâlâ, günahtan tevbe edip kendisini islah ederek, şahsında inkılap gerçekleştirmiş olan samimi mü'min müslüman kulunun tevbesini kabul eder...

"Şüphesiz Allah, tevbe edenleri seven, temizlenenleri de sever.” [21]

Tevbe ve istiğfar ile kendini tertemiz edenler ve Allah'ın sevdiği kullardan olanlar, muvahhid mü'min muttaki olanlar­dır...

"Onlar: "Rabbimiz, şüphesiz biz iman ettik, artık bizim gü­nahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru." diyenler, sab­redenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir." [22]

Günahlardan arınmanın şartı:

Nasuh tevbe ile tevbe et­mektir...

Rabbimiz şöyle buyurur:

"Ey iman edenler, Allah'a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. O bilir ki, Allah, sizin kötülüklerinizi örter ve altından ır­maklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, Peygamberini ve onunla birlikte iman etmekte olanları küçük düşürmeyecektir. Nurları önlerinde ve sağ yanlarında koşup, parıldar. Derlerki:" Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz sen, her şe­ye güç yetirensin.” [23]

Bu ayetin tefsirinde iman İbn Kesir (rh.a.) şunları kayde­der:

"Doğru ve kesin bir tevbe ile. Önceki günahları silen ve tevbe edenin kirlerini ve pisliklerini toplayıp, daha önceki pis­liklerini önleyen bir tevbe ile.

Numan b. Beşir şöyle hutbe okumuş:

Hattab oğlu Ömer'in:

"Ey iman edenler, Allah'a nasûh tevbe ile tevbe edin." Ayeti hakkında, günahı işleyip sonra ona bir daha dönmeyecek şe­kilde tevbe edin, mânâsını verdiğini işittim. Hz. Ömer şöyle demiştir:

“Nasûh tevbe, kişinin günahlara tevbe edip bir daha ona dönmemesidir veya onu hiç tekrarlamamasıdır.

Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir:

“Nasûh tevbe, tevbe ettikten sonra bir daha dönmemek­tir.                                                                                 

Bilginler dediler ki:

“Nasûh tevbe, o anda günahlardan sıyrılmak, geçmişte iş­lenenlere pişman olmak ve gelecekte de o günahı bir daha yapmamaya azmetmektir. Ayrıca Âdemoğlunun hakkı varsa, ona uygun bir yolla kula hakkını vermektir."[24]

İmam Taberî (rh.a.)'ın de beyânı şudur:

"Allah Teâlâ, bu ayet-i kerimede mü'minlere, günahlarını affetmesi ve ahirette cennetlerine koyması için Kendisine sa­mimi bir şekilde tevbe etmelerini emretmektedir.

Hz. Ömer, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Dahhâk'a göre, ayeti kerimede zikredilen "Nasûh Tevbe"den maksat, kulun işlediği günah için tevbe etmesi ve bir daha ona dönmemesidir.

Katade ve İbn Zeyd'e göre ise, "Nasûh Tevbe"den maksat, samimiyetle yapılan tevbedir." [25]

İmam Fahrüddin er-Râzi (rh.a.) şöyle diyor:

"Ayetteki, "Tevbe-i Nasuh" tabiri, alabildiğine nasihatkâr bir tevbe, demektir. Ferra, "Nasûh" kelimesinin "Tevbe"nin sı­fatı olduğunu ve mânânın, "sahibine kendisinden döndüğü o kötü işi yeniden yapmamayı öğütleyen, nasihat eden bir tev­be, şeklinde olduğunu, çünkü böyle bir tevbenin, doğru-samimi ve insanların sayesinde öğüt (örnek) aldığı bir tevbe oldu­ğunu söylemiştir...

Keşşaf da ise şöyle denilmiştir:

“Buradaki "Tevbe" kelimesi, bir isnad-ı mecazi olarak, na­sihat edici (nasûh) diye tavsif edilmiştir ki, bu da insanların, işlemiş oldukları o kötülüklerden olabildiğince pişman olma­ları ve bir daha aynı şeyleri yapmamak kaydıyla ettikleri tevbedir. [26]

"Nasüh Tevbe" kulun, yapmış olduğu günahtan dolayı içi­nin yanması, sammi bir pişmanlıkla pişman olması, kusurunu bilerek Rabbi Allah'tan af dilemesi ve memeden çıkan sütün tekrar memeye dönmemesi gibi, bir daha o suça, o hataya ve o günaha dönmemesidir... [27]

Rabbimiz Allah, muvahhid mü'minleri vasfederken şöyle buyurur:

"Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emr edenler, kötülükten sakındır anlar ve Allah'ın sınırlarını (indirdiği emir ve hükümleri) koruyanlar. Sen (bütün) mü'minleri müjdele." [28]

İmam Kurtubî (rh.a.), bu ayetin tefsirinde şunları beyân eder:

"Tevbe edenler, ibadet edenler" buyruğunda sözü edilen "tevbe edenler", Yüce Allah'a masiyet şeklindeki yerilmiş hâl­lerinden, övülmüş bulunan Allah'a itaat hâline dönenler de­mektir. Tâib (tevbe eden), dönen demektir, itaate dönen ise, masiyetten dönenden daha faziletlidir. Çünkü itaate dönen ki­şi, böylelikle her iki özelliği de bir arada gerçekleştirmiş olur.

"İbadet edenler" itaatleriyle Yüce Allah'ın rızasını gözeten itaatkârlar; "hamd edenler" her durumda Allah'a hamd eden O'nun nimetlerini O'na itaat uğrunda harcayan, O'nun hüküm ve kazasına razı olan kimselerdir.

"Seyahat edenler" İbn Mes'ud, İbn Abbas ve başkalarından nakledildiğine göre, oruç tutanlar demektir.

"Rükû ve secde edenler" yani gerek farz namazlarda ve ge­rek diğerlerinde rükû ve secdeye kapananlar; "iyiliği emreden­ler" yani sünnet-i seniyyenin gereğini emredenler, diye de açıklanmıştır. "Kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar'" buradaki kötülükten kastın, bid'at olduğu söylendiği gibi, küfür olduğu da söylenmiştir.

Buradaki iyilik ve kötülüğün (maruf ve münkerin) her türlü iyilik ve kötülük hakkında umumî anlam ve kullanıldığı da söylenmiştir.

"Ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır." Yani Allah'ın emirle­rini yerine getiren ve O'nun yasaklarından uzak duran, kaçınanlardır." [29]

Rabbimiz Allah'ın kabul ettiği tevbede aranan şartlar, şu ayetlerde de beyân edilmiştir:

"Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet ne­deniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.

Tevbe, ne kötülükleri yapıp edip de onlardan birine ölüm ça­tınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir ola­rak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır" [30]

İmam Kurtubî (rh.a.) şöyle diyor:

"Allah'ın tevbelerini kabul edeceği kimseler" diye başlayan ayet-i kerimeyle ilgili olarak, bu ayetin günah işleyen herkes hakkında umumi olduğu söylendiği gibi, yalnızca bilmeyen kimseler hakkında olduğu da söylenmiştir. Günah işleyen herkesin tevbesi ise, başka bir yerde söz konusu edilmiştir.

Ümmet, mü'minlerin tevbe etmelerinin farz olduğunu it­tifakla kabul etmiştir. Çünkü Yüce Allah, şöyle buyurmakta­dır:

"Ey mü'minler, Allah'a topluca tevbe edin." [31]

Ayrı türden olmayan, bir başka günaha devam etmekle belli bir günahtan dolayı yapılan tevbe sahih olur. Bu, şöyle diyen Mutezile'ye muhalif bir kıraattir:

Herhangi bir günahı işlemekte olan bir kimse, tevbe etmiş olamaz. Hiçbir masiyet arasında fark gözetmek mümkün de­ğildir.

Ancak bizim açıkladığımız Ehl-i Sünnet'in bu konuya da­ir görüşüdür.

Kul, tevbe ettiği takdirde Yüce Allah muhayyerdir. Dilerse o tevbeyi kabul eder, dilerse etmez. Tevbenin kabul olunma­ması, Ehl-i Sünnet'e muhalif kanaat belirtenlerin söyledikleri gibi, aklî bakımdan Allah için vaciptir, denilemez. Çünkü bir şeyin vacip olabilmesi için, bunu o kimseye vacip kılanın, rüt­be itibariyle daha yukarıda olması şartı vardır. Gerçek ise şu­dur:

Allah, bütün yaratıkların yaratıcısı, onların maliki ve on­lara mükellefiyetler koyandır. Dolayısıyla herhangi bir şeyin, O'nun hakkında vacip olmakla nitelendirilmesi doğru değil­dir. O, bundan yüce ve münezzehtir. Şu kadar var ki, şanı Yü­ce Allah -ki O, vaadinde sâdık olandır- kullarından isyan edenlerin tevbelerini kabul edeceğini şu buyruğu ile bizlere haber vermektedir.

"Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri de affeden O'dur" [32]

Ayet-i Kerimde geçen, "cehalet nedeniyle kötülük yapan­lar" yani bilmeden günah işleyenler hakkında alimlerin görüş­leri şunlardır:

"Mücahid ve birçokları, Allah'a gerek hata ile ve gerekse kasten isyan eden herkesin, günahtan vazgeçinceye kadar ca­hil olduğunu söylemişlerdir.

Katâde, Ebu'I-Aliye'nin şöyle dediğini nakleder:

“Rasûlullah (s.a.s.)'in ashabı, kulun düşmüş olduğu (işle­miş olduğu) her günah bilgisizlik iledir, derlerdi.

Katâde şöyle der:

“Rasûlullah (s.a.s)'in ashabı, ister kasten ister başka bir şe­kilde olsun, kendisiyle Allah'a isyan edilen her şeyin bilgisiz­lik (cehalet) olduğu görüşünde birleştiler.

Mücahid şöyle der:

“Allah'a isyan olan bir şeyi yapan herkes, bu işi işlediğin­de (işlediği sırada) cahildir.

İbn Cüreyc, Atâ İbn Ebû Rebâh'ın kendisine bu sözün bir benzerini söylediğini nakleder.

Ebû Salih, İbn Abbas'tan şunu nakleder:

“Kötü iş yapması, o kişinin bilgisizliği cümlesindedir.

"Hemen tevbe edenlerin..." ayeti hakkında, Ali İbn Ebû Talha, Abdullah İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakleder:

“O (hemen tevbeden maksat), işlediği günahla, ölüm me­leğine bakacağı zaman arasında tevbe edenler, demektir.

Dahhâk:

“Ölümden önce her şey yakındır, der. Katâde ve Saddî:

“Sıhhatte bulunduğu sürece, derler. Hasan Basri:

“Can boğaza gelmeden tevbe edenler, der. İkrime:

“Dünyanın tümü yakındır, diyor." [33]

Abdurrahman İbn el-Beylemâni şöyle anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.s.)'in ashabından dördü bir araya geldi ve birisi:

“Rasûlullah (s.a.s.)'in:

"Allah Teâlâ, kulun tevbesini ölümünden bir gün önce ka­bul eder" buyurduğunu işittim, dedi. Diğeri:

“Sen bunu Rasûlullah (s.a.s.)'den işittin mi? diye sordu. Evvelkisi:

“Evet, dedi.

Diğeri şöyle devam etti:

“Ben de Rasûlullah (s.a.s.)'in:

"Allah Teâlâ, kulun tevbesini ölümünden (ölmeden) ya­rım gün önce kabul eder" buyurduğunu işittim, dedi. Üçüncüleri:

“Sen, Rasûlullah (s.a.s)'den bunu işittin mi? diye sordu.

“Evet, deyince de şöyle dedi:

“Ben de, Rasûlullah (s.a.s.)'i şöyle buyururken işittim:

"Allah, kulun tevbesini ölmeden bir kuşluk vakti kadar önce kabul buyurur." Dördüncüleri de:

“Sen bunu Rasûlullah (s.a.s.)'den işittin mi? diye sordu. Üçüncüleri:

“ Evet, deyince diğeri şöyle devam etti:

“Ben de, Rasûlullah (s.a.s.)'i şöyle buyururken işittim:

"Allah Teâlâ, kulun tevbesini can çekişmedikçe kabul buyurur,” [34]

Gerek önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)'in hadislerinden, ge­rekse selef alimleri olan imamlarımızın açıklamalarından an­laşıldığı gibi, bilmeden günah işleyip de, sonra işin farkına va­rarak, meseleyi idrak ederek, pişman olup hemen tevbe edip, o günahtan vazgeçenin tevbesi, Allah Teâlâ tarafından kabul edilir...

Bile bile ve inadına kötülükler edip, haram olan şeyleri günahını önemsemeden, Allah'ın vereceği cezaya aldırış etme­den günah işleyenin durumu, bundan farklıdır... Müşrik, kâ­fir ve münafıkların durumu, bilmeden günah işleyenlerin du­rumu gibi değildir...

Bu konuda İmam Kurtubî (rh.a.) şu bilgileri verir:

Yüce Allah:

"Yoksa tevbe... kafir olarak öleceklerinki değil­dir" buyruğunda ölümün gelip çatmış ve artık hayata dön­mekten ümidini kesmiş olan kimselerin, tevbeleri kabul olu­nanlar kapsamına girmeyeceğini ifade etmektedir. Nitekim Fi­ravun, suya gömülüp boğulma noktasına gelince, izhar etmiş olduğu imanın faydasını görmedi. Çünkü böyle bir zamanda tevbenin faydası olmaz. Zira bu vakitte, teklif zamanı bitmiş olmaktadır.

İbn Abbas, İbn Zeyd ve müfessirlerin çoğu böyle demiştir. Kafirler, küfürleri üzere ölürler, ahirette de onların tevbeleri kabul olunmaz.

Yüce Allah'ın:

"İşte biz, onlar için çok acıklı bir azap hazırlamışızdır" buyruğunda, onlara işaret edilmektedir. Bu da, ebedî bir azap­tır. Şayet bu buyruğu ile hepsine işaret edilmekte ise, o takdir­de isyankârlar hakkında ebedîliğin söz konusu olmadığı bir azap vardır.

Bu da buradaki, "kötülüklerin (seyyiatın)" küfürden daha aŞağı olan günahlar, anlamında kullanılması demektir. Yani tevbe, küfürden daha aşağı günahlar işleyip, sonra ölüm gelip çatınca tevbe edenlerinki değildir. Kâfir olarak ölüp de kıya­met gününde tevbe edenlerinki de değildir. Şöyle de açıklanmıştır:

Burada sözü geçen, "kötülükler (seyyiat)" küfür, demektir. O takdirde buyruğun anlamı şöyle olur:

Makbul tevbe, ölüm esnasında tevbe eden kâfirlerinki de­ğildir. Kâfir olarak ölenlerinki de değildir. Ebu'l-Aliye der ki:

“Ayetin baş tarafı olan, "Allah'ın tevbelerini kabul edeceği kimseler" buyruğu, mü'minler hakkında inmiştir. Sonraki ikin­ci ayeti kerime ise, münafıklar hakkında inmiştir ki, o da şu­dur:

"Yoksa kötülükleri işleyip duran değildir" buyruğu, fiilleri üzere ısrar eden kimselerin tevbeleri kabul olunmaz, demektir. "Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında" buyruğundaki ölümün gelip çatmasından kasıt, kişinin nefes alırken ağ­zındaki tükürüklerin boğazına kaçması, canının çekilip alın­ması ve ölüm meleğinin görülmesi halidir. "Ben, şimdi gerçek­ten tevbe ettim diyenlerin... değildir." İşte böylesi için tevbe yok­tur.

Daha sonra Yüce Allah, kafirlerin tevbelerini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

"Ve kafir olarak öleceklerinki de değildir, işte biz, onlar için çok acıklı bir azap hatırlamışadır" Yani oldukça ıstırap verici ve devamlı bir azap hazırlamışızdır." [35]

İbn Abbas, Ebû'l-Aliye ve Rebî İbn Enes:

"Kâfir olarak ölenlerin tevbesi kabul değildir" ayeti, şirk eh­li hakkında nazil oldu, demişlerdir. [36]

İmam Fahrüddin er-Râzî (rh.a.) şunları beyân eder:

"Allah Teâlâ, iki kısım tevbeden bahsetmiştir. Birinci kısım hakkında:

"Allah katında makbul olan tevbe, kötülüğü ancak cehalet se­bebiyle yapacakların tevbesidir"  [37]buyurmuştur.

Bu ifade, bunların tevbelerinin kabulünün gerekli olduğu­nu iş'ar etmektedir.

Hak Teâlâ, ikinci kısım tevbe hakkında ise:

"(Yoksa makbul olan o tevbe), kötülükleri yapanların (tevbe­si) değildir" [38] buyurmuştur ki, bu ifade de Allah'ın, böylesi kimselerin tevbesini kabul etmeyeceğini kesin olarak göstermektedir.

Binaenaleyh geriye, aklî taksime göre, bu iki kısım arasın­da üçüncü bir kısmın daha bulunması kalmaktadır ki, bu üçüncü kısım, Allah Teâlâ'nın tevbelerini ne kabul edeceğini, ne de reddedeceğini kesin olarak belirtmediği kimselerdir. Bu sebeple birinci kısım, bilmeden bir kötülük (günah) işleyenler, ikinci kısım da, ancak dehşetengiz şeyleri müşahede ettikle­rinde tevbe edenler olunca, bu iki kısım arasında kalan, orta­daki kısmın, bir günahı bilerek işleyip, ama sonra tevbe eden kimseler olması gerekir. Allah Teâlâ, işte bu kimselerin tevbe­lerini kabul veya reddedeceğini bildirmemiş, aksine onları meşietine (dilemesine) bırakmıştır. Nitekim O, bunları bağışla­mayı da, meşiet-i ilâhiyesine bırakarak:

"(Allah), (şirkten) başka günahı, dilediği kimseler için bağış­lar" [39] buyurmuştur.[40]

Ebû Zer (r.a.)'ın rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyu­rur:

"Allah Teâlâ, kulunun tevbesini hicap (örtü) vuku bulma­dıkça kabul eder ya da kulunu bağışlar" Orada bulunanlar:

“Hicabın vuku da nedir? Diye sordular.

Şöyle buyurdu:

"Müşrik olduğu halde canın çıkmasıdır." [41]

Rahman ve Rahîm olan Rabbimiz Alah (azze ve celle)'nin kabul buyurduğu ve reddedip kabul etmediği tevbenin şartla­rını, muhterem İslâm alimlerinin beyanlarıyla izah ettikten sonra, tevbenin bir yenilenme ve günah işleyerek Allah ile ko­pan rabıtanın tekar oluşturulup sağlamlaştırılması olduğu ko­nusuna geçebiliriz...

--------------------------------------------------------------------------------
 
[1] Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst. 1980, C. 11, Sh. 35. İmam Kurtubi, el-Cami'u li ahkamil-Kur'an, Çev. Beşir Eryarsoy, İst. 1998, C.5 Sh. 59

[2] Sahih-i Müslim, Kitabü'l-Birri ve's-sılâ, B-15 Hds. 56.

[3] Ahmed Davudoğlu, A.g.e, C10, Sh. 529.

[4] Sahih-i Buhari, Kitabü'r-Rikak, B. 48, Hds.121, Sünen-i Tirmizî, Kitabü'l-Kıyame, B.l5 Hds. 2534

[5] Sahih-i Müslim, Kitabü'l-Birri ve's-sıla, B.15 Hds. 59 Sünnen-i Tirmizî, Kitabü'z-Zühd, Çev. Mehmet Emin İhsanoglu, İst.1993, C.1, Sh. 37, Hds. l01.

[6] Samimi Müslim, Kitabü'l-İman, B. 61, Hds. 218

[7] "(Yeryüzünde) fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yok­tur." Bakara: 2/193; Enfal: 8/39.

[8] Sahihi Müslim, Kitabü'l-İmare. B.32, Hds. 117 Sünen-i Neseî, Kitabû'l-Cihad, B.32, Hds. 3141-3144 Sünen-i Tirmizî, Kitabül-Cihad, B.32, Hds. 1765 Sünen-i Darimî, Kitabül-Cihad, B. 21, Hds. 2417 İmam Malik, Muvatta, Kitabü'l-Cihad, Hds. 31

[9] Nisa: 4/5

[10] Sahih-i Bishârî, Kitabü'l-mezalim ve'1-gasb, B. 33, Hds. 41. Sahih-i Müslim, Kitabû'l-İman, B.62, Hds. 226.

Sünen-i Ebû Davûd, Kitabü’l-Sünnet, B. 32, Hds. 2580-2582. Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'l-Hudud, B. 21, Hds. 2580-2582. Sünen-i Tirmizî, Kitabü'd-Diyet, B. 21, Hds.1439-1443. Sünen-i Neseî, Kitabü Tahrimi'd-dem, B. 22, Hds. 4069-4078.

[11] Sahih-i Müslim, Kitabül-İman, B. 62, Hds. 225. Sünen-i Nesei, Kitabü Tahrimi'd-dem, B. 21, Hds, 4068. 

[12] Sûnen-i Nesei, Kitabü Tahrimi'd-dem, B. 22, Hds. 4071-4072.

[13] Nur: 24/31

[14] İbn Kesir, Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, Çev. Dr. Bekir Karlığa, Dr. Bedrettin Çetiner, İst. 1986, di, Sh. 5866-5867.

[15] Fahrüddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir-Mefâtihu'1-gayb, Çev. Prof. Suat Yıldırım, Vdg. Ank. 1994, C.17, Sh. 54

[16] Hud: 11/3

[17] Tevbe: 9/15

[18] Maide: 5/39

[19] Bakara: 2/151-152.

[20] Sahih-i Buhârî, Kitabü't-Tevhid, B.13, Hds. 34, B.51, Hds.162-163 Sahih-i Müslim, Kitabü'z-Zikr ve'd-dua ve't-tevbe, B. l, Hds. 2 Sünen-i İbn Mace, Kitabü'1-Edeb, B. 58, Hds. 3821 Sünen-i Tirmizî, Kitabü'd-Daavat, B. 105, Hds. 3770.

[21] Bakara: 2/222

[22] Âl-i İmran: 3/16-17

[23] Tahrim: 66/8

[24] İbn Kesir, A.g.e., C.14. Sh.7967-7968

[25] Ebü Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Çev. Hasan Karakaya-Kerim Ayıtekin, İst. 1996, C.8, Sh. 359.

[26] Fahrüddin er-Râzi, A.g.e., C. 21, Sh. 561.

[27] Bkz. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili-Yeni Meâlli Türk­çe Tefsir, İst. 1936, C.6, Sh. 5127 Yeni baskısı, Yenda Yayınları, İst.1997, C. 8, Sh. 97

[28] Tevbe: 9/112

[29] İmam Kurtubî, A.g.e., C 5, Sh. 58.

[30] Nisa: 4/17-18.

[31] Nur: 24/31.

[32] Şura: 42/25. İmam Kurlubî, A.g.e., C. 5, Sh. 58.

[33] İbn Kesir, A.g.e., C. 4. Sh. 1600

[34] İbn Kesir, A.g.e., C.4, Sh.1601. İmam Ahmed b. Hanbel'den hadisi, Said b. Mersur da.... Abdurrahman b. el-Beylemâni'den buna yakın lafızlarla rivayet etmiştir.

[35] İmam Kurtubî, A.g.e, C. 5, Sh. 62

[36] İbn Kesir, A.g.e., C.4, Sh.1603.

[37] Nisa: 4/17

[38] Nisa: 4/18

[39] Nisa: 4/48

[40] Fahrüddin er-Râzi, A.g.e., C. 7, Sh. 437.

[41] İbn Kesir, A.g.e., C. 5, Sh.1603. İmam Ahmed b. Hanbel'den.

 


* BENZER KONULAR

Rahîm Ve Rahmân Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:28:55 ÖÖ]


Davranışlarımız Kaydediliyor Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:22:46 ÖÖ]


Biliniz Cesedin Öyle Bir Et Parcası Vardır Ki Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:18:08 ÖÖ]


Melek Girmeyen Evler Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:04:30 ÖÖ]


Doğru Çalışma Methodu Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:59:59 ÖÖ]


Başınızı Çevirip Gitmeyin Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:39:23 ÖÖ]


Ozan Birgül 320 kbps - 2 kısım Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:15:33 ÖÖ]


Ozan Birgül - İlahiler 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:04:09 ÖÖ]


Dualarımız Neden Kabul Olmuyor Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:10:43 ÖÖ]


Birlikte Hizmet Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:59:59 ÖÖ]


Gizli Halleri Açık Hallerinden Daha Hayırlı Adamlara İhtiyacımız Var Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:40:31 ÖÖ]


Mücahitler Kazandığınızı Kaybetmeyiniz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:32 ÖÖ]


İnsanlardan Övgü Beklemek Ateşle Oynamak Gibidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:24:29 ÖÖ]


Zamanın Kıymetini Bilmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:13 ÖÖ]


Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]