Allah'ın Sevmediği Bir Sıfat: Zulüm
Yüce yaratıcı insan şeklinde ve vasfında yarattığı bizler yaratılış gayemize uymayan pek çok davranış sergilemekteyiz.İnsani vasıflara uymayan bu kötü özellikler katmerleşir ve fıtrat haline gelirse insanlık özelliği kaybolur ve dünya da insan görünümünde vahşiler sofrası haline gelir.
Allah Azze ve Celle insanı kendine halife seçmiştir. Bu özelliği kazanabilmek için kendinde bulunan behimi arzulara dur diyebilmelidir ki, nefsi yüzünden maruz kaldığı fitnelerden kurtulabilsin. İnsan nefsi ne dünyaya nede dünyada bulunanlara doyar. Yaşamayı çok sevdiği gibi nimetlerin sürekli artmasını ister. “İnsan hayır istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe düşer, üzülüverir.” (Fussilet, 49) ayeti de insanda bitmek tükenmek bilmeyen dünyaya karşı hırsını ortaya koyar.
İnsanın dünyaya karşı olan bu hırsı çoğu kez haddi aşmasına ve başkaların hakkına tecavüz etmesine sebep olur. Hatta insandaki bu hır daha da katmerleşerek kendisini yoktan var eden Yüce yaratıcısına karşı baş kaldırmaya kadar götürür. İnsanı aşırılığa götüren hususlardan biride zulmetme duygusudur.
Zulüm, adaletin zıddı olan bir kavramdır, haksızlık demektir. Adalet, bir şeyi yerli yerine koymak, hakkı hak sahibine vermek ise, zulümde bir şeyi olması gerekenden başka bir yere koymaktır. İslam, dünya düzenini sağlamak için adaleti emretmiş, zulmü ve haksızlığı da yasaklamıştır. Dünyada insanlara zulmedenlerin yaptıklarının yanlarına kalacağını sananlar yanılmışlardır. “(Resulüm!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı) korkudan gözlerin dışarıya fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42) Kainatta hiçbir şey Allah’tan gizli değildir. O bütünü bildiği gibi parçayı da bilir. İşlenen bir fiil herhangi bir gezegen içerisinde gizlense yada yerin derinliklerinde olsa Allah onu kıyamette karşımıza çıkaracaktır. Zalimlerin yaptıklarını da bilen Yüce Rabbimiz onların tövbe etmeleri için onlara mühlet tanır. Tövbe edip pişman olmayanlara acıklı bir azabın olacağı kaçınılmazdır. Bir kutsi hadiste Rabbimiz “Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Birbirinize zulmetmeyiniz.” (Müslim, Birr, 15) buyurmuştur.
Zulmü genel anlamda üç kısma ayırabiliriz:
1- Allah’a karşı kulun yaptığı bir haksızlık;
Allah kainatın sahibi ve bizi yoktan var edenidir. Mahluka düşen yaratanını tanıması ve O’na saygıda kusur etmemesidir. Mahluk olan bir varlık konumu ne olursa olsun hiçbir surette ibadet edilmeye hak sahibi değildir. Allah Teala karşısında hiçbir kimsenin büyüklüğünden bahsedilemez. İşte insan Allah’ı bırakırda ondan başkasına yönelir ve O’nun bütün evrende olduğu gibi dünyada kulları üzerindeki otoritesini, emretmenin yalnız O’na ait olduğunu, velhasıl Allah’a ait olan herhangi bir sıfatı, O’ndan başaksına ait kılarsa, Allah’a ortak koşmuş olur ki, bu da Allah’ın hakkını başkasına vermek olur ki, bu en büyük zulümdür. Kur’an Lokman (a.s)ın oğluna olan nasihatinden bahisle: “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk büyük bir zulümdür, demişti.” (Lokman, 13) Allah’a karşı işlenilen bu çirkin fiilden tövbe edip vazgeçmeden ölen bir insanın bağışlanma ümidi kalmamıştır. “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah’a ortak koşan muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa, 116)
2- Kişinin kendisine yaptığı zulüm;
İnsan Allah’a ve O’nun emirlerine karşı gelirken en büyük kötülüğü ve zulmü kendi nefsine karşı işlemiş olur. Allah’ın şerefli kıldığı insan başkasına tapar ve yasakladıklarını yaparsa kendisine yazık etmiş ve haksızlık yapmış olur. Hz. Musa (a.s) Tur-i Sina’ya vahiy almak için gittiğinde İsrail oğullarının başlarına kardeşi Harun (a.s) bıraktı ve kırk gece orada kaldı. Bu arada kavmi Harun’un ikazlarına rağmen, Samiri isimli bir kuyumcunun yaptığı altından buzağı heykeline tapmaya başladı. “Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim şüphesiz siz buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz.” (Bakara, 54) Ayeti, İsrail oğullarının buzağıya tapmakla şirke düştüklerini, bunun kendilerine karşı en büyük zulüm olduğunu ifade etmekte, neticede bu haksız işin vebalinin kendilerine döneceğini bildirmektedir. Bir başka ayette de: “Ayetlerimizi yalan sayan ve ancak kendilerine zulmeden bir kavmin durumu ne kötüdür.” (A’raf, (177) İmandan sonra dinden dönerek Allah’ın ayetlerini inkar edenlerin ne kötü iş işlediklerini ve bunu yapmakla da ancak kendilerine zulmetmiş olduklarını bildiren Rabbimiz noksan sıfatlardan münezzehtir. Hiç kimse yaptığıyla Allah’a zarar veremez.
3- Başaklarına yapılan zulüm:
Müslüman bir kişi herkes ile iyi geçinen, kimseye haksızlık etmeyen, haksızlık yapılmasına da rıza göstermeyen bir şahsiyete haiz olmalıdır. Peygamberimiz (s.a.v) bir hadislerinde: “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Müslüman müslümana zulmetmez.Müslüman müslümanı (başına gelen musibette) yalnız bırakmaz.” (Buhari, Mezalim, 3)
Müslüman ahirete ve hesaba inanan kimsedir. Bundan dolayı başkasının malına göz dikmez. Haksız yere almaya kalkışmaz. Yalan söyleyerek ticarette aldatmaz. Defolu malı satmaz. Satın aldığı malın parasını zamanında öder. “Ödeme gücü olan birinin borcunu ödememesi zulümdür.” Hadisi mucibince amel eder. Efendimiz (s.a.v) bir hadislerinde: “Haklar kıyamet gününde sahiplerine iade edilecektir. Hatta boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun öcü alınacaktır.” (Müslim, Birr, 15)
Haksızlık ve hırsızlıkla elde edilen mal para vs. ne varsa onlardan alınıp sahiplerine ödenecektir. Hiç kimsenin hakkı kimsede kalmayacaktır. Bu hususta peygamberimiz (s.a.v): “Bir kimse yemin ederek bir müslümanın hakkını zimmetine geçirirse Allah o kimseye cehennemi vacip kılar, cenneti haram eder.” Buyurdu. Bunun üzerine bir adam:
- Eğer o hak, değersiz bir şey ise de mi deyince, Peygamberimiz (s.a.v):
- İsterse misvak ağacından bir dal parçası olsun, buyurdu. (Müslim, İman, 61)
Haksız olarak bir mala sahip olmak için yemin ederek o malı kendine ait kılmanın büyük bir vebal olduğu ve böylece karşı tarafa haksızlık yaparak zulmettiği ve azaba uğrayacağı ayet ve hadislerde ifade edilmiştir. Bir hadiste: Her kim hakkı olmadığı halde bir müslümanın malını zimmetine geçirmek için yemin ederse Allah’ın hışmına uğrayarak huzuruna çıkar.” Buyurdu. Abdullah ibn Mesud diyor ki, sonra Peygamberimiz Allah’ın kitabından bunu tasdik eden şu ayeti okudu: “Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar varya; işte onlar için ahirette hiçbir nasip yoktur.” (Al-i İmran, 77 (Buhari, Müsakat,4)
Ebu Seleme ile (kendi kavminden) bazı kimseler arasında yer konusunda anlaşmazlık çıkmıştı. Ebu Seleme durumu Hz. Aişe’ye arz edince Hz. Aişe Ebu Selemeye:
- Ey Ebu seleme! Haksız olarak bir yeri almaktan sakın. Çünkü Peygamberimiz:
- “Kim ki başkasına ait bir yerden bir karış kadar bir yere tecavüz ederse kıyamet gününde yedi kat yerden (isabet eden toprak) o tecavüz edenin boynuna halka gibi geçirilir.” buyurdu, demiştir. ( Buhari, Mezalim, 13)
Her Müslüman Allah’ın huzuruna çıkacağına ve hesap vereceğine inanır. Bu inançta olan her Müslüman hesap gününe varmadan önce kendini hesaba çeker, varsa kullara olan haklarını verir. Zira önümüzde öyle bir gün var ki o günde ne para ne servet ve nede kayırıp gözetmek için yandaşlar olacak. O günde ki sıkıntıyı bize haber veren kainatın Efendisi şöyle buyuruyor: “Bir kimse din kardeşinin iffetine yahut malına haksız olarak dokunmuş ise; altın, gümüş bulunmayan kıyamet gününden önce ondan helallık alsın. Aksi takdirde yaptığı haksızlık oranında onun iyiliklerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa (veya iyiliği borcunu karşılamıyorsa) hak sahibinin günahlarından alınıp haksızlık yapana yükletilir (ve böylece ödeştirilir). (Buhari, Mezalim, 10)
Zulme uğrayan kişinin hem dünyada hem de ahirette yardımcısı Allah’dır. Mazlumun ahını almamak gerekir. Allah Celle ve Ala hem dünya hem de ahirette mazluma yardım edeceğini bildiriyor. Efendimiz (s.a.v) yemene vali olarak gönderdiği Muaz’a verdiği talimatlar arasından biri de şuydu: “Ey muaz –günahkar olsa bile- mazlumun duasından sakın, Çünkü mazlumun duası ile Allah arasında –duanın kabul edilmesine engel- hiçbir perde yoktur.” (Buhari, Mezalim, 9)
Bir başka hadiste de Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Üç sınıf insan vardır ki, bunların duası Allah tarafından geri çevrilmez: İftar zamanında oruçlunun duası, adil devlet başkanının duası ve mazlumun duası, zulme uğrayanın duasını Allah, bulutların üstüne çıkartır; gökyüzünün kapıları mazlumun duasına açılır da Allah Teala; izzetim hakkı için, ey zulme uğrayan kimse, bir zaman sonra da olsa elbette sana yardım ederim.” Buyurur. (Tirmizi, Daavat, 129).
Atalarımızda “alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” demişler.
Allah bizleri zulmetmekten ve zulme uğramaktan muhafaza etsin.
Amin.