İslam’da İtaatin Ölçüsü
İslam her türlü aşırılık ve gerilikten uzak; itikattan ibadete, insani ilişkilerden komşuluk ilişkilerine, giyimden mutfak kültürüne varıncaya kadar her şeyde itidali/dengeyi ölçü alan bir dindir. Bir rivayette: “İşlerin en hayırlısı ortası olanıdır” buyrulmuştur.
Bizler “mu’tedil’ bir ümmet olarak yaratılmışızdır. İtidal, İslam’ın doğasında vardır. İtaat meselesi de böyledir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de geçen bir âyette, itaatta ölçülü olmanın sınırları ve gerekçeleri şöyle belirtilir: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin ve sizden olan ulü’l-emre de.” (Nisa 4/59).
Görüldüğü gibi bu âyette itaat emri, Allah ve Resülü hakkında tekrar edildiği halde, “ulü’l-emr” açısından yenilenmemiştir. Çünkü “ulü’l-emre” itaat, Allah ve resulüne itaat şartına bağlanmıştır. Bu açıdan İslam’da itaat, mutlak ve muvakkat diye ikiye ayrılır.
Bir mü’minin mutlak itaati Allah ve Resulünedir. Herhangi bir konuda Allah ve Resulü bir şey söylemişse, bizim neden böyle niçin böyle? deme hakkımız yoktur. Allah ve Resulüne itaatten amaç da, Kur’an ve sünnet tarafından belirlenen ilkelere itaattir. Allah ve Resulünün dışındaki itaat, ise şarta bağlı, geçicidir. Bu itaatin ölçüsü hadislerle belirlenmiştir:
“Allah’a isyan konusunda emrolununca itaat yoktur.” (Buharî “Ahkâm” 4; Müslim “İmare” 39).
“Allah’a isyan konusunda itaat yoktur; itaat maruftadır”.
“Yaratıcıya isyan konusunda, yaratıklara itaat yoktur.” (Buharî “Ahkâm” 4; Müslim “İmare” 8; Ebu Davud “Cihad” 95)
Bütün bu rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla, ister din âlimi, ister tarikat şeyhi, ister cemaat lideri, ister anne, baba, isterse koca olsun vb. kim olursa olsun, bu kimseler tarafından Allah ve resulünün emirlerine aykırı bir iş yapmaya davet varsa, buna itaat edilmez.
Meselâ, herhangi bir kimse, bir başkasını; “namaz kılma, içki iç, zina yap, başörtüsünü çıkar” vb. gibi Kur’an ve sünnetin emirlerine aykırı bir iş yapmaya davet ediyorsa, bu emirlere muhalefet etmek isyan değildir. Başka kimselere karşı itaat sadece Allah ve Resulünün emirlerine aykırı olmadığı ölçüde mümkündür.
Yüce Allah insanı, sorumlu bir varlık olarak yaratmıştır. Ona akıl ve irade özgürlüğü vermiştir. Aklını doğru bir şekilde kullanan ve irade özgürlüğüne sahip olan bir Müslüman, itikat olarak Hz. Peygamber (a.s)’dan başka, “masum ve tartışılmaz” bir otorite ve rehber kabul edemez. Herkes hata edebilir. Önemli olan hatadan dönmektir. Hiçbir kimse veya hiçbir yapı, kendisini dinin mutlak temsilcisi olarak göremez ve insanları kayıtsız şartsız itaat ve bağlılığa çağıramaz.
İslam’da mutlak itaat ve bağlılık, çerçevesi Kur’an ve sünnet tarafından belirlenen ilkeler için söz konusu olduğundan İslam’a göre hiçbir kişinin kendisini yanılmaz bir otorite ve rehber olarak kabul etmesinin veya bağlıları tarafından böyle görülmesinin bir geçerliliği yoktur.
Bunun aksini iddia etmek, Allah’ın kitabına ve peygamberin sünnetine aykırılıktır. Bu çerçevede bir kişinin özel, seçilmiş ve yanılmaz olduğu, beyan ve öğretilerinin kutsiyet arz ettiği iddiası dinen kabul edilemez.
Müslümanın nazarında hiçbir insan peygamber derecesine çıkamayacağına ve hatta peygamberlere bile insanüstü bir özellik nispet edilemeyeceğine göre hiçbir kimsede insanüstü bir kuvvet de düşünülemez. Bundan dolayı Kur’an’da insan ‘kul’ vasfıyla anılır. Kulluk, kendisine kul olunan varlığa karşı beslenen en ileri sevgi derecesini ifade eder. Risâlet en üstün mertebe olmasına rağmen, bütün peygamberler, özelde Hz. Peygamber (a.s) kulluğu ile övünmüştür.(Bkz. İsra 17/3).
Netice olarak, Ehl-i sünnet itikadına göre, Peygamberlerin dışındaki kimselerin kimliği ne olursa olsun, masumiyetleri söz konusu olmayıp, hata yapmaları her zaman mümkündür. Hatasız kul olmaz.