YAPAN SÖYLEMEZ SÖYLEYEN YAPMAZ AMA
Her sözü ciddiye alıyoruz. Bazen her söze üzülüyoruz. Bazen de her söz söyleyeni kıskanıyoruz. Ama acaba her söz, hakikat midir? Ya da her söz söyleyen gerçeği mi söylemektedir?
1. İnsan, genelde yaptığı ile övünmez. Ya da zaten kötü bir şey yaptı ise bunu dile getirmez. Bu yüzden çok konuşan, çok iş yapıyor demek değildir. Buna göre bin düşünüp, on yapmak ama bir söylemek daha efdal ve daha güvenlidir.
2. Gerçeği gizlemenin en iyi yolu; gerçeği dile getiriyormuş gibi yapmaktır. Bunu ya gerçeğin benzerini söyleyerek yaparız ya da gerçeği gerçek değilmiş gibi anlatabiliriz. Hakikatin en büyük düşmanı, hakikatin karşısında olan yanlış değil; hakikate en yakın olan ya da hakikate en çok benzeyen yanlıştır.
3. En iyi savunma taarruzdur. Bu yüzden insanlar, kendi kusurlarını gizlemek için genelde karşılarındakilerinin kusurunu dile getirirler. Oysa insanın kendi kusurlarını bilmesi ve karşındakinin kusurlarını gizlemesi fazilettir. Kendi kusurunu görmemek ahmaklık ya da art niyettir. Karşındakinin kusuruna takılmak ve özellikle de bu kusuru ifşa etmek ise rezilettir.
4. İlk günah işleyen iblis, kabahati Hz. Adem Aleyhisselam’da ya da Mevlâ’da arar. Zira İblis, Mevlâ, Hz. Adem’i yaratmasa idi böyle bir duruma düşmeyeceğini düşünmüştür. Aynı şekilde Kabil de, Habil’i öldürdüğünde pişman olur ama Habil’in de bunu hak ettiğini, başka çaresi olmadığını düşünür.
Yani bahane bulmak veya suçu başkasına atmak, zayıf ve kabahatli insanları âdetidir. Bu yüzden insan bir kabahat işlediğinde ya da bir kabahat işlemek istediğinde buna psikolojik olarak kendini alıştırmak ve kendine bir zemin oluşturmak ister. Bunun için de ya suçu başkalarına atar ya da suçu kabul eder ama buna illa bir bahanesi olduğunu dile getirir.
5. İnsanın kabahatini gizlemesinin ya da kabahat işlemeye zemin hazırlamasının bir başka yolu da özür ve pişmanlıktır. Yani nefsi levvâme makamıdır.
İnsan, bir kabahat işlediğinde veya işlemek istediğinde; bu kabahati işlemenin bahaneleri olduğunu veya aslında bu işin bir kabahat olduğunu dile getirir. Ama buradaki amaç, kabahati düzeltmek veya bir daha yapmamak değildir. Aksine kabahati işlemeye devam etmektir. Nefsi levvâme ile tevbe arasındaki fark da işte budur. Tevbede kendini düzeltme ve salih amel vardır. Nefsi levvâme ise sadece üzülür, pişman olur veya özür diler. Ya da kendini kınayıp durur. Ama bir taraftan da bu kabahati işlemeye devam eder. Yani “eliyle itip, ayağıyla kendine çeker.”
Özetlemek gerekirse her söz söyleyeni adam sanmak ve bunu üstüne alınıp üzülmek yanlıştır. Hakikati hakikat yapan şey, söyleyen değil; hakikatin kendisi yani karşılığıdır.
stisnalara Çok Takılmamak Gerekir Zira Kaide İstisnaya Göre Olmaz
Bazen genellemeler yapıyoruz ama aklımıza hep farklı ve istisna şeyler geliyor. İstisnalarda tabii ki genel kaideler uygulanmaz fakat aslolan genel kaidedir. Genel kaideler olmadan istisnalar da anlaşılamaz. Veya genel kaideler olmadığında istisnalar istisna da olmaz. Böyle durumlarda asıl hakikat ve normal durumlar bilinemez. Olağan olanla olağanüstü olanlar ayrılamaz. Dahası hakikat diye bir şey kalmaz. Zaman ve şartlara göre değişen bir anlayış ve duruş meydana gelir ki, bunun adı duruşsuz olmaktır.
Bazen hakikatleri biliriz ama aklımıza gelen istisnalar, farklı durumlar ya da olağanüstü şeyler; hakikat anlayışımıza gölge düşürür. Böyle durumlarda kafamız karışır ya da ümitsiz veya karamsar oluruz. Lakin olağanüstü durumların ve istisnaların geçici olduğunu bilmek gerekir.
Fakat diğer taraftan böyle durumların olabileceğini de akıldan çıkarmamak gerekir. Özetlemek gerekirse aslolan kaidedir ama istisnalar ve olağanüstü durumlar olabilir. Fakat istisnalar ve olağanüstü durumlar geçicidir. “Su akar yolunu bulur” ya da “her şey bir gün aslına rücu eder.”