KUR’AN AYINDA KUR’AN’LA BULUŞMAK
Aziz Mü’minler!
Yüce Kur’an’ın indirilmeye başlandığı Ramazan ayı içerisinde bulunuyoruz. Bu ayı, on bir aya sultan kılan Yüce Kur’an’dır. Harabe gönüllerimizi imar edebilecek yegâne rahmet kaynağı da yine Kur’an-ı Kerim’dir.
Yüce Kur’an’ın bu özelliğini, bakınız, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) bizlere nasıl anlatıyor: “Ey insanlar, biliniz ki, sözlerin en güzeli Kur’an’dır.”[1]
“Hakla batılı, yanlış ile doğruyu ayıran odur. Onda hiçbir zaaf yoktur. O, ciddi olmayan bir söz, bir oyun ve eğlence değildir. O Allah’ın tutunulacak kopmaz sağlam ipidir. Zikr-i hakîmdir o. Kendini ona ayarlayanlar, asla yoldan çıkmaz. Onunla konuşan diller, söyleyeceklerini karıştırmaz. Âlimler ona doymaz. Çok okunmakla eskimez, yıpranmaz ve bıkkınlık vermez. Onun insanı hayrette bırakan yönleri asla bitmez. Onunla konuşan doğru söyler. Onunla amel eden ve onu uygulayan mükâfatını alır. Onunla hükmeden adaletle hükmetmiş olur. Kim ona çağrılır ve onun yolunu tutarsa doğru yolu bulmuş olur. Karanlıklardan aydınlığa çıkış yolunu gösteren bir kitaptır o.”[2]
Kıymetli Mü’minler!
Ramazan ayında Allah’ın rahmeti sağanak sağanak yağar. Bu rahmetin insanda biriktiği kap, kalptir.
Yağmur ne kadar çok yağsa da gönül kabı, yağmura ters dönmüş ise bu rahmetten nasibini alamaz. Bu sebeple kalplerimizi, onu besleyecek ve dolduracak olan rahmet kaynağı Kur’an’a çevirmeliyiz. Allah Rasûlü (s.a.s.), ‘elbiselerimizin eskidiği gibi imanlarımızın da eskiyebileceğini’[3]ne dikkatlerimizi çekiyor.
Geçim endişesi, hırslarımız, tamahkârlığımız, çoluk-çocuklarımızla ilgili gelecek kaygılarımız farkına varmadan ruhlarımızı yoruyor. Hâlbuki ilgi ve dikkatimizi esas yoğunlaştırmamız gereken alanın ne olduğunu Cenab-ı Hakk bizlere şöyle haber veriyor:
“Ey insanlar! (Kur’an’la) Rabbinizden size bir öğüt, kalplerdeki hastalıklara bir şifa, inananlara bir rehber ve rahmet gelmiştir. Onlara de ki: (Sevineceklerse) esas Allah’ın lütfu ve rahmetiyle, evet (Allah’ın lütfu ve rahmetiyle) sevinsinler; çünkü bu, onların toplayıp biriktirdiklerinden gerçekten çok daha değerlidir.”[4]
Kardeşlerim!
“Kur’an, Allah’ın yeryüzündeki ziyafet sofrasıdır.”[5]
Ramazan, şifa bekleyen kalplere bu ziyafetin, ziyadesiyle ikram edildiği aydır. Öyleyse geliniz! Rahmete susayan gönüllerimizi, hakikate yol arayan ruhlarımızı, ne söyleyeceğini unutan dillerimizi, güzel söze hasret kulaklarımızı, başkalarının hikâyelerini izlemekten yorgun gözlerimizi Kur’an sofrasıyla buluşturalım ki, Allah’ın rahmeti halka halka her yeri kuşatsın; gönüllerimiz yeniden mamur olsun, insanlık yeniden kendini bulsun; dünyamız yeniden huzur ve sükûn bulsun.
-------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Zümer, 39/23.
[2] Tirmizi, Sevabul Kur’an, 14.
[3] Ahmed b. Hanbel, II/359.
[4] Yunus, 10/57-58.
[5] Darimî, Fedailü’l-Kur’an, 1/827.
KUR’AN VE SÜNNET REHBERLİĞİNDE YAŞAMAK
Değerli Mü’minler!
“Bir gün Rasûlüllah (s.a.s.)’ın yanına bir adam geldi ve şöyle dedi: - Yâ Rasûlallah! Ben, seni kendi canımdan ve ailemden daha çok seviyorum. Evde olduğum zaman, seni hatırlıyor, sabredemiyor ve seni görmek için hemen yanına geliyorum. Sonra da kendi ölümüm ve senin vefatın aklıma geliyor. Biliyorum ki sen, cennette diğer peygamberlerle beraber yüksek makamlarda bulunacaksın. Ben ise cennete girsem bile seni orada görememekten korkuyorum.”
Hz. Peygamber, bu sözlere nasıl cevap verebileceğini düşünürken, Cebrail (a.s.) geliyor ve hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimeyi Efendimiz (s.a.s.)’e vahyediyor:[1]
“Kim, Allah’a ve peygambere itaat ederse, işte onlar; Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!”[2]
Kardeşlerim!
Ashâb-ı Kirâm’ın Rasûlüllah (s.a.s.)’a olan muhabbet ve bağlılığı, Cahiliyye dediğimiz karanlık bir dönemden, Asr-ı Saadet dediğimiz aydınlık bir çağa geçişin anahtarı olmuştur. Onlar, Rasûlüllah (s.a.s.)’ın her adımını, her sözünü, her hareketini büyük bir titizlikle, kendilerinden sonraki nesillere en doğru şekilde aktarmak şuuruyla takip ettiler. Biliyorlardı ki O, Kur’an’ın ‘en güzel örnek’[3] olarak nitelediği kişiydi.
O, Hz. Âişe (r.a.)ye sorulduğunda, “O’nun ahlakı, Kur’an’dı”[4] cevabı verilen büyük elçiydi.
Evet, sünnet, Kur’an’ın bir insanda vücut bulmuş halidir. Sünnet, söylemle eylemin bütünleşmesidir.
Sünnet, alış-verişte dürüstlüktür, komşu hakkını gözetmektir, insanlara zarar verebilecek bir engeli bertaraf etmek, bir çöpü yerden kaldırmaktır. Sünnet, alın teri kurumadan işçiye hakkını ödemektir; herkese ve her şeye merhamet etmektir.
Hutbemi, Enes b. Mâlik’’in rivayet ettiği, Peygamberimiz’in hayata ve insana bakışını özetleyen şu hadis-i şerifi dikkatlerinize arz ederek bitirmek istiyorum: “Bir gün Rasûlüllah (s.a.s.) beni karşısına alarak şöyle öğütte bulundu: “Yavrucuğum! Eğer kalbinde kimseye karşı kin beslemeden sabahlayabiliyor ve akşamı edebiliyorsan bunu yap. Yavrum! İşte bu benim sünnetimdir. Benim sünnetimi ihya eden, beni sevmiş olur. Beni seven de cennette benimle beraber olur.”[5]
---------------------------------------------------------------------------------------
[1] Taberânî, El-Mu’cemü’s-Sağîr, 52; Tefsir-i İbn Kesîr, 1/535.
[2] Nisâ, 4/69.
[3] Ahzâb, 33/21.
[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned V, 163.
[5] Tirmizî, İlim 16.