* FANİ DUNYA FORUM HABERLER

Gönderen Konu: Aydınlığa Güvene ve Umuda Açılan Kapı  (Okunma sayısı 123 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 8116


Aydınlığa Güvene ve Umuda Açılan Kapı

İnsan, doğuştan hiçbir şey bilmez bir hâlde bu dünyaya gelir. (Nahl, 16/78.) Allah’ın verdiği yeteneklerle bebeklik, çocukluk ve sonraki hayat safhalarında gelişir, büyür ve yaşamayı öğrenir. Ancak düşünen insan açısından bu hayat yolculuğunda kapalı ve karanlıkta kalan birçok nokta vardır. İnsan, anne rahmindeki karanlıklardan bu dünyaya ayak basar ama bu bilinmezlikler onun zihnini hep zorlar, arayışlarına yön verir. Aziz Kur’an, bu noktada insanın önünü aydınlatan bir meşale gibidir. Bu hayat yolculuğunda zifiri karanlıklarda, sarp kayalık ve uçurumlarda onun önüne ışık tutar.

Bir yaratıcı inancı fıtri olarak insanda zaten vardır. Ancak o bunun külli bilgisini merak eder. Diğer taraftan ben kimim, bu dünyaya neden gönderildim, hayatın ve ölümün anlamı nedir, sonum çürüyüp toprak olmak mı? Ölümle her şey bitiyor mu yoksa yeni bir hayat mı başlıyor? Hayatımı hangi kurallara göre yaşamalıyım? İnsanın peşini bırakmayan sıkıntılar, musibetler, korkular, hüzünler, tatminsizlikler, buhranlar neden acaba? Hayatı çekilmez hâle getiren soykırımlara, toplu cinayetlere ve zulümlere neden müsaade edilmiş?

İşte bunlar, varoluşla ilgili insanın merak ettiği ve çözmekte zorlandığı temel sorulardır. Kısaca hayat, maddi boyutlarıyla her ne kadar aydınlık olsa da bahsi geçen gizemli yönleriyle kapalı ve karanlıklarla iç içedir. Ama insan için bu sadece bir bilgi sorunu da değildir. Aynı zamanda bu, onun için darlık, sıkıntı ve gerilimlere de sebep olabiliyor. O yüzden Kur’an, doğru yoldan sapanların psikolojisini, yüksek bir yere tırmanan kimsenin çektiği nefes darlığı ve yaşadığı sıkıntı hâli benzetmesiyle anlatır. (Enam, 6/125.)


Allah Teâlâ müminlerin yar ve yardımcısı olduğunu, akabinde de karanlıklardan aydınlığa çıkararak onlara yardım ettiğini beyan eder. (Bakara, 2/257.) Böylece din, insanın anne rahminden başlayan ve sonsuzluğa uzanan yolculuğunda kendi varoluşu ve geleceği ile ilgili kapalı kalan alanları aydınlatır. İnsanın ona gücüyle asla ulaşamayacağı karanlık noktaların bilgisini ona bahşeder. Sonuçta hayat, ölüm ve sonrası bütün berraklığı ile aydınlanır.

Kur’an, âdeta karanlığa açılan ışıklı bir penceredir. Bu sayede müminin zihninde canlı cansız her bir olgu ve olay bir anlam kazanır. İnsanı yoran belalar, musibetler yeni manalar yüklenir. Mümin, takvası nispetinde yaşanan olgu ve olayları farklı boyutlarıyla görür. Karşılaşılan olumsuzlukların arkasında birtakım ilahi amaç ve hikmetler olduğunu düşünür.

Kur’an, insana bilmediğini öğretir, ayetler açık kalplerde bir aydınlanmaya sebep olur. Bu sayede hak ve batılı anlamada mümin keskin bir görüşe erişir. (Enfal, 8/29.) Hayat bir muamma olmaktan çıkar, her şey netleşir. Yaratılışın gayesi zihinlerde müşahhas bir hâle gelir. Bu gayeyi gerçekleştirme noktasında ihtiyaç duyulan bütün yol ve yöntemler müminin önüne konur. Kısaca, Kur’an insanı gayb âlemine dost eder. İnsan ışığını ve gücünü oradan alır. Neticede o, dünyanın darlığından kurtulur, mana âleminin enginliklerine açılır.

İnsanın bu dünyadaki en büyük kaygısı, kendi varlığını tehlikeye atan ve hayatının sonlanmasına sebep olan bir durumla karşılaşmasıdır. Nitekim Kur’an, insanın ölümden köşe bucak kaçtığını bize söyler. (Cuma, 62/8.) İnsanın beka mücadelesi sadece bu dünya ile sınırlı olmayıp ölüm sonrasını da kuşatır. Çünkü insan bu dünyaya sığmayan bir tabiata sahiptir, arzu ve emelleri sonsuzluğa uzanır. Nitekim Mevlana, Kur’an’ın verdiği sonsuzluk müjdesini şöyle anlatır: “Allah başka bir ömür verecek, bittiyse ömür. / Geçici ömür kalmadıysa, işte şuracıkta sonsuz ömür. / Aşk âb-ı hayattır, durma dal bu suya / Bu denizin her damlasında başka bir hayat var.”

İnsan, sonsuzluk duygusunu tatmin etmek için bir şekilde kendisinden sonra adının ve namının devamı için çaba sarf eder. Geriye varlığını hatırlatan eserler bırakmak ister. Kendisi fâni olsa da temsilini devam ettirme arzusunu böylece gidermeye çalışır. Bunlar, sonsuzluğun insan fıtratının derinlerinde saklı, güçlü bir duygu olduğunu bizlere gösterir. Bu bakımdan, Kur’an’ın Hz. Âdem-İblis kıssasında bu konuya değinmesi dikkat çekicidir. Burada İblis, sonsuzluk duygusundan hareketle ilk insan çiftini aldatmaya çalışır. Yasak ağaçtan yedikleri takdirde fânilikten kurtulup ebedîleşecekleri vesvesesini onlara verir. (Araf, 7/20.)

Kur’an’ın getirdiği ve hiçbir dinde bu denli detaylı bir şekilde işlenmeyen ahiret inancı, insan fıtratı ve onun beka arzusuyla tıpa tıp örtüşür. Nitekim ayetlerde tekrar tekrar “huld”, “ebed” ve “beka” kelimeleri kullanılarak müttaki insanlar ahiretin eşsiz ve sonsuz güzelliklerine davet edilir. (Mesela Nahl, 16/96.) Böylece insana dünya hayatında ulaşmaya çalıştığı ama bir türlü erişemediği katıksız huzur, güzellik ve esenliğin yolları gösterilir. Bu, bir taraftan insandaki beka arzusunu tatmin eder. Diğer taraftan da bununla mükâfata erişmek için insanlar ahlaklı bir hayat ve salih ameller konusunda yarışmaya davet edilir. Böylece ahiret inancı, müminleri olgunlaştırır, hayatlarına çeki düzen verir, erdemli bir toplum oluşturmaları için teşvik eder. Sonuçta insanın bütün dinî gayretlerini, aslında onun kendisini ölüm sonrasında yokluktan kurtarıp varlığını güvence altına alma çabaları olarak değerlendirebiliriz.

Kur’an, ölümle toprak olup kayıplara karışmanın insana yüklediği kabul edilemez ağırlığı hafifletir. Nitekim üstat Necip Fazıl Kısakürek şiirinde ölümden sonra yeniden var oluşu bir şükür vesilesi olarak kabul eder ve şöyle der: “Öleceğiz, müjdeler olsun müjdeler olsun! / Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!” Şair Sezai Karakoç da kabirlerle bahar arasında bir irtibat kurar ve “Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır” der. Yine o, ölümün ötesindeki güzellikten bahseder ve şöyle der: “Ölümün çürütemediği güzellik Ben o güzelliği söylüyorum Ben o güzelliği söylüyorum Ölümün ötesindeki güzellik.”

İnkâr ve nankörlük, insanın kendi yaratılış kaynağından kopmasıdır. Ağacın kökünden kopmasına benzer. Kopan ağaç, toprağın su ve minerallerinden beslenememesi gibi insan da Rabbinden uzaklaşınca O’ndan beslenemez olur. Dolayısıyla güven, umut ve aksiyon ruhu pörsür, zayıflar. Yine isyan, varlık içerisinde insanı yalnızlaşmaya sürükler. Şöyle ki insan da nihayetinde varlık ailesinin bir mensubudur. Varlığın da bir yaratıcısı, sahibi ve efendisi vardır. Dolayısıyla insan O’na isyan edince mensup olduğu varlık ailesinden kopar. Kendisini kuşatan bütün varlığa karşı bir yabancılaşma girdabına kapılır. Oysa bütün varlık, kevnî olarak Allah’ın buyruklarına teslim olmuş ve hâl diliyle O’nu tesbih eder. İşte bu noktada mümin bütün varlıkla bir dostluk ve kaynaşma içerisindedir. (Âl-i İmran, 3/83; İsra, 17/44.)

Seküler medeniyet, insanın sahipsiz ve kimsesiz kalmasına sebep olmuştur. Çünkü eğitimden kültüre, sanattan medyaya bütün dinamikleriyle kendi kod ve yaşam tarzlarını insana telkin etmektedir. Böylece insanı Allah’tan kopan ve O’ndan ümidini kesen bir hâle getirmiştir. (Ankebut, 29/23.) Bu ise dünya hayatında insanın uğrayabileceği en büyük kayıp ve yıkımdır. Oysa Kur’an’a kulak veren biri, bu dünyada kendisinin yalnız ve korumasız olduğunu düşünmez. Aksine bütün dost ve yakınlarını kaybetse bile ezelî ve ebedî dost olan Allah’ın her daim kendisiyle beraber olduğu duygusunu taşır.

İsyan, insanın yaratılış anlam ve amacını yitirmesinin bir sonucudur. Nitekim onun Rabbini unutması sebebiyle kendini unutmasını (Haşr, 59/19.) bu şekilde yorumlayabilir ve konuyu şöyle açabiliriz: İslam inancında bütün varlığın merkezinde Allah Teâlâ vardır. Dolayısıyla Müslüman kendisini O’nun iradesine göre konumlandıran kimsedir. Duygu, düşünce ve amel kodlarını O’ndan alır. İnkârcı/isyankâr ise hayatın merkezinde Mevla’yı konumlandırmadığı için bir anlamda kendi konumunu kaybetmiştir. Bu da onun kendisini unutması demektir. İnsanı bilmediği bir şehirde gezinirken düşünelim. Eğer belirlediği bir alameti ve yol göstericisi yoksa bu kimsenin konumunu kaybetmesi mukadderdir. Aynı şekilde Allah’ı unutan kimse de bu dünyada konumunu kaybetmektedir. Dolayısıyla yolunu yitirmiş, istikametinden gittikçe uzaklaşan, avare ve şaşkın bir şekilde dolaşan biridir. (Enam, 6/71.) İşte Kur’an, insanı yolunu ve konumunu kaybetmekten koruyan bir kitaptır.

Kur’an’ın sayfalarına aklın ve kalbin nuruyla bakmak, ışıklı bir şehri temaşa etmek gibidir. Başka bir ifadeyle bu, rengârenk çiçek bahçesini seyretmek ve onları koklamaya benzer. Bununla müttaki insanların imanları artar, kalpleri doyuma ulaşır. Çünkü neredeyse her bir sayfada Mevla, insanı ya rahmet ve şefkatiyle ya da kayırma, koruma ve mağfiretiyle kucaklamaktadır. Ve benzeri daha birçok güzel ismiyle, hayatın badireleri karşısında hakikat yolcusunu teselli etmekte, kalbinde umut filizlerini yeşertmektedir. En olumsuz ve kötü durumda dahi umudun kesilmesi mümine yasaklanmaktadır. Bu, umutsuzluğun defterden silinmesi anlamına gelir.

Umutsuzluğa kapının kapanması, rahmet kapısından ırmağın her daim çağıldadığını gösterir. Belaların ardından çıkış kapıları aralanır, karanlıklar aydınlanmaya başlar, peşinden hesap edilmeyen nimet ve güzellikler sökün eder. (Talak, 65/2-3.) Sabırlı kullara yönelik lütuflar etrafı kuşatır. Mevla’nın sözünden asla dönmeyeceği vaadi böylece tecelli eder. (Âl-i İmran, 3/194.) O’na olan iman ve teslimiyet bir defa daha şahlanır. (Ahzab, 33/22.)

Cenab-ı Hak, duaları kabul edeceği sözünü vermekte, duaların nasıl yapılacağını da örneklerle kullarına öğretmektedir. Böylece tazarru ve niyazla yapılan bu duaların, âdeta adrese teslim ve karşılıksız kalmayacağını bizlere hatırlatmaktadır. Diğer taraftan peygamber hayatlarından her biri, karanlıktan sonra bir aydınlık, düşüşten sonra bir yüceliş muştusunu bizlere verir. Böylece görünenin ötesinde görünmeyen kader tezgâhında ilmek ilmek yeni bir hayat nakşedilir. Nitekim Sezai Karakoç mısralarında insanın hayat macerasında zahire değil batına, yüzeye değil derinlerdeki akıntıya şöyle dikkat çeker:

“Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır

Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır

Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır

Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır.

Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.”

İNTERNET RADYOMUZ 24 SAAT YAYINDADIR.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Gerçek Kardeşlik Gönderen: webtasarim
[Dün, 04:20:09 ÖS]


Zalimler Asla Kazanamazlar Gönderen: webtasarim
[Dün, 04:14:09 ÖS]


Üç Türlü Zulüm Gönderen: webtasarim
[Dün, 04:00:07 ÖS]


Hizmet Nimettir Gönderen: webtasarim
[Dün, 03:43:47 ÖS]


Tavsiyeler Gönderen: webtasarim
[Dün, 03:39:52 ÖS]


Kur’an-ı Kerim’in Lisanında - Aklı Kullanmak Gönderen: webtasarim
[Dün, 03:24:01 ÖS]


Gerçek İflas Eden Kimdir Bilirmisiniz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:12:31 ÖÖ]


Aydınlığa Güvene ve Umuda Açılan Kapı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:05:35 ÖÖ]


Bize Karşı Silah Taşıyan Bizden Değildir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:40:54 ÖÖ]


Orucun Bazı Hikmetleri Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:33:23 ÖÖ]


Kur’ân Günlüğü 17 Cüz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:25:45 ÖÖ]


Anneniz Cennetin Kapısıdır Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:12:40 ÖÖ]


Hurma mıyız - Arı mıyız - Güzel koku muyuz - Altın mıyız - Ekin miyiz Gönderen: fanidunya NET
[Mart 16, 2025, 09:15:52 ÖS]


Kur’an Hizmetini Yüklenecek Yiği Gönderen: fanidunya NET
[Mart 16, 2025, 09:08:09 ÖS]


Kur’ân Günlüğü 16 Cüz Gönderen: fanidunya NET
[Mart 16, 2025, 08:58:06 ÖS]


Merhamet Etmeyene Merhamet Edilmez Gönderen: fanidunya NET
[Mart 16, 2025, 08:48:00 ÖS]


Ramazan’da Okuduğumuz Hayatımıza Etki Ediyor mu Gönderen: fanidunya NET
[Mart 16, 2025, 08:36:51 ÖS]


Biraz Tefekküre Ne Dersiniz Gönderen: fanidunya NET
[Mart 16, 2025, 08:24:14 ÖS]


Ramazan Sabır ve İyi Geçinme Ayıdır Gönderen: fanidunya NET
[Mart 16, 2025, 08:14:28 ÖS]


Helâl Kazanmak Her Müslümana Farzdır Gönderen: fanidunya NET
[Mart 16, 2025, 08:06:26 ÖS]