Peygamberimizin İstişare Sünneti
stişare, danışmak, görüşmek, akıl birliği yapmak, farklı görüşlerden faydalanmak demektir. Dünya ve ahiret saadetinin rehberi, sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
“Yöneticileriniz hayırlılarınızdan, zenginleriniz cömertlerinizden olur ve işleriniz de aranızda istişare ile yürürse yerin üstü sizin için yerin altından daha hayırlıdır." (İbnu Kesir, en-Nihaye Fi'l-Fiten 1, 24)
Bu hadis-i şerifte Peygamberimiz, bir toplumun saadeti için en önemli hususları bildirirken “işleriniz aranızda istişare ile yürümelidir,” diye tavsiye ediyor. Ne yazık ki Peygamberin bu sünnetinden uzaklaştığımız ölçüde ailelerden cemaatlere kadar bütün toplumun düzeninin ve huzurunun bozulduğunu görüyoruz.
Allah'ın Resulü, hiçbir konuda heva-ı nefsi ile hareket etmeyen, vahiy üzere hareket ettiği gibi bunun yanında kendisine hikmet verilmiş bulunan hidayet rehberiydi. Fakat örnek insan olması bakımından kendisinden sonrakilere güzel bir sünnet bırakmak için o da yönetim işlerini ashabıyla istişare ederek yürütürdü.
Hz. Âişe’nin “Onun ahlakı Kuran idi” buyurduğu, Peygamberimiz, Rabbimizin, “Yönetim işleri hususunda onlarla istişârede bulun!" (Âl-i İmrân 159) emrine itaat eder, kendisine vahiyle emredilmemiş konuları ashabıyla görüşerek karara bağlardı.
Çocuk yaşından itibaren Peygamberimizin hizmetinde bulunan ve onu en yakından tanıyan Hz. Enes radıyallahu anhu: "Ashabıyla istişareye riayette Hz. Peygamber gibisini görmedim" demiştir. (Tirmizi, Cihad, 34)
Peygamberimiz bir konuda karar vereceği zaman o konuyu akıl danışılabilecek bilgi ve tecrübeye sahip sahabesinin görüşlerine arz ederdi. Onların fikirlerini serbestçe ifade etmeleri için teşvik eder, kendi görüşüne zıt görüşler ortaya koymaktan çekinmemeleri için şöyle derdi: "...Şunu bilin ki; ben de bir insanım, söylediklerimde isabet de ederim, hata da ederim. Ben vahiy gelmeyen hususlarda sizden biriniz gibiyim." (Heysemi, Mecmau'z-Zevaid 1,178;9,46)
Peygamberimiz Sahabe-i kiramına bu şekilde söz hakkı verdiği için, onlar da hakkında vahiy inmemiş konularda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin görüşünden farklı görüş ileri sürmekten çekinmemişlerdi. Mesela Peygamber Efendimiz, düşman kabilelerin işbirliği yaptığı bir dönemde, bu birliği dağıtmak maksadıyla kabilelerden birini kendi yanlarına çekmek için Medine hurmasının üçte birini onlara vererek sulh antlaşması yapmak istemişti. Ensar, “Ya Rasulallah buna vahiyle mi yoksa reyinle mi karar verdin? Eğer vahiy değilse biz bunu istemiyoruz” demişlerdi. Peygamberimiz de kararından vazgeçti. (Aliyyu'l-Karî, Ş. Şifâ, c. II, s. 340)
Peygamberimiz bilhassa herkesi ilgilendiren, savaş, barış gibi hususlar söz konusu olduğunda izlenecek yöntem konusunda herkesin görüşünü rahatça söyleyebildiği bir meclis tertiplerdi. Bu meclislerde bazen Hz. Selman’ın hendek kazılması fikrini ortaya atması gibi, çok faydalı görüşler de ileri sürülürdü.
Bazı istişarelerde ise tecrübesiz kişiler hisleriyle hareket ederlerdi. Mesela Uhud harbi öncesinde, Peygamberimiz ve tecrübeli kişiler şehirde kalıp savunma savaşı yapmak isterken, gençlerin meydan savaşı yapmak istemeleri gibi… Böyle zamanlarda da Peygamberimiz herkesin ortak görüşü kendi görüşüne aykırı olsa da saygıyla karşılardı.
Hale Uygun Tarzda İstişare
Esasen Peygamberimizin ashabıyla istişare yapmasında asıl gaye, onun, ümmetine kıyamet gününe kadar rehberlik edecek bir düstur bırakmasıdır.
Peygamber efendimizin hayatında istişarenin farklı uygulamalarını görmek mümkündür. Peygamberimiz bazı hususları sadece ashabının seçkinleriyle baş başa görüşmüştür. Hz. Ömer radıyallahu anhu, Peygamberimizin istişare için Hz. Ebu Bekir ile birçok geceler boyu baş başa kalıp görüştüğünü bildirir. Kendisinin de bazen böyle görüşmelere iştirak ettiğini anlatmıştır.(Hâkim, el-Müstedrek 2, 227)
Buradan da anlıyoruz ki istişarenin muhakkak geniş katılımlı bir meclisle yapılması gerekmez. Bazen konunun uzmanı olmayan kişilerin de katıldığı meclislerde sağlıklı bir karar almak mümkün olmaz. Hisleriyle hareket eden çoğunluk, ilimle hareket eden azınlığa galip gelebilir. Bu sebeple bazen danışma meclislerine sadece aklı eren birkaç kişiyle tertiplemek daha verimli olur.
Peygamberimiz işleri yürütürken en fazla Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer ile istişare ederdi. Sahabe-i kiram onlara “Peygamberin vezirleri” derdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de “Muhakkak ki benim yer ehlinden iki vezirim, gök ehlinden de iki vezirim vardır. Yer ehlinden iki vezirim Ebu Bekir ve Ömer, gök ehlindeki vezirim ise Cibril ve Mikâil'dir.” (Tirmizî, Menakıb 44) buyurmuştur.
Peygamberimiz o ikisinin yanı sıra, Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Sa'd İbnu Ubade, Hz. Üseyd İbnu Hudayr, Hz. Sa'd İbnu Muaz ve Muaz İbnu Cebel’in de aralarında yer aldığı, daha geniş bir danışma meclisi teşkil ederek görüşlerini dinlerdi.
Peygamber efendimizden sonraki devirlerde genellikle devlet işlerinin görüşüldüğü divanlar, sınırlı sayıda iyi yetişmiş devlet adamının katılımıyla tertiplenmiştir. Bazen acil kararların alınması gerektiği durumlarda yetkiler bir kişinin elinde toplanıp istişare yerine “emre itaat” tercih edilir. Mesela Peygamberimizin Hudeybiye’de, çoğunluğun içine sinmediği halde Kureyş ile anlaşmayı imzaladığını görüyoruz.
İdarecilerin elinde bazen kamuya açıklayamayacağı bazı istihbarat bilgileri olabilir, yönetimini tek başına yürütmek isteyebilir. Bu özel haller dışında idarecilerin kararları danışarak alması, sorumluluğu toplumla paylaşması daha faydalıdır.
Akıl Akıldan Üstündür
Peygamberimizin bu gibi danışma meclisleri dışında da farklı görüşlere ve itirazlara değer verirdi. Mesela bir seferinde kendisine bir kabilenin temsilcileri gelmişti ve bir arazinin kendilerine tahsisini istemişti. Tam Peygamberimiz onların istediği şekilde karar vereceği sırada bu karardan olumsuz etkilenecek, başka kabilenin üyesi olan bir kadın araya girip muhalif görüş beyan etti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kadının görüşünü dikkate aldı, tahsis senedini yazacak olan gence:
“Ey oğul, yazmaktan vazgeç. Bu kadıncağız doğru söyledi…” buyurarak kararından vazgeçti. (Ebu Davud, 3070) Bunlar Peygamberimizin, makam mevkisine bakmadan herkesin görüşünü dinlediğine dair örneklerdir.
Yine Peygamberimizin bazen bir konuyla ilgili tahkikat yapmak maksadıyla o konuyu iyi bilen, ama dünyevi makamı düşük olan kişilerden görüş aldığı da olmuştur. Mesela ailevi bir mesele hususunda karar vereceği zaman kendi gözlemlerini anlatması için bir cariye kadına sorular sormuş, görüşlerini dinlemiştir. (Buhari, Şehadat 16.)
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, kimsenin fikrini küçük görmez, akla ve hikmete uygun gördüyse uygulardı. Mesela hanımı Ümmü Seleme’nin görüşünü uygun görerek tatbik etmesi buna bir örnektir. Allah Resulü, sallallahu aleyhi ve sellem umre yapmak niyetiyle ashabıyla beraber Mekke'ye doğru yola çıkmışlar, ancak müşriklerin engel olmaları yüzünden Kabe’yi tavaf etmeden geri dönmek zorunda kalmışlardı. Müslümanlar hem bu durumun, hem de Müslümanlar aleyhine bazı hükümler içeren Hudeybiye Antlaşmasının kabulü sebebiyle biraz sarsıntı yaşamışlardı. Herkes üzüntü içindeydi. O kadar ki, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
"Kalkın, kurbanlarınızı kesin, ihramdan çıkın, başlarınızı tıraş edin." Diye emrettiği halde şaşkın şaşkın bakıyorlar, yerlerinden kalkacak gücü kendilerinde bulamıyorlardı.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, ashabının ona isyan etmesi ve bu yüzden amellerinin boşa çıkmasından endişe ediyordu. Son derece üzüntülü bir şekilde çadırına girip Ümmü Seleme radıyallahu anhâ validemize durumdan dert yanar. Ümmü Seleme ilk iman edenlerden, İslam yolunda çok çileler çekmiş, ilim irfan sahibi bir hanımdı. Kadınlara mahsus sezgi ile insanların içinde bulunduğu halin farkındaydı. İnsan psikolojisini çok iyi bildiğini gösteren şöyle bir tavsiyede bulunur:
“Ya Rasulullah! Bu işi yapmak istiyor musun? O halde şimdi dışarı çık, sonra kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırıp o seni tıraş edinceye kadar sahabelerinden hiçbirisine bir kelime bile söyleme. Çünkü sen kurbanını kesecek ve tıraş olacak olursan, halk da öyle yapar.” (Buhari, Şürut 15)
Peygamberimiz, hanımının sözünü hakka uygun ve hikmetli görmüştü. Ondan aldığı moralle çadırından çıktı ve aynen dediği gibi yaptı. Baktı ki sahabe de birer birer yerinden kalkıyor ve kurbanlıklarını kesiyor, traş oluyor. Böylece hiçbir gerginlik yaşanmadan o sıkıntılı anlar geride bırakılmış oldu. (Vakidî Kitab’ul-Megazî, II, 613)
Her insanın iyi bildiği, uzmanı olduğu konular farklıdır. Mesela kadınlar, ticaret gibi konuları çok iyi bilmeyip, kadınlara dair meseleleri iyi bilirler. İslam hukuku âlimleri de sütannelik, kadınların bilebileceği konuları kadınlara danışmayı esas almış, bu konuda kadınların görüşünü, erkeklerin şahadetinden evlâ görmüşlerdir. Yine kızların evlenmesi hususunda karar verilirken, anneleriyle ve tecrübeli kadınlarla istişare esas alınmıştır.
İslam hukukundaki bu teamüller, Peygamberimizin, “Kendilerini ilgilendiren hususlarda kadınlarla istişare edin" (Usdü'l-Gabe 4,15) "Kızları hususunda kadınlarla istişare edin." (Ebu Davud, Nikah 24) gibi hadis-i şerifleri doğrultusunda geliştirilmiş prensiplerdir.
Raşid halifeler de Peygamberimizin bu emir ve sünneti doğrultusunda hareket etmişlerdir. Mesela Hz. Ömer kadınların mehirleri hakkında karar vermek isterken bir kadının muhalefeti üzerine fikir değiştirmiştir. İslam ordusundaki askerlerin eşlerine zaman ayırmaları konusunda da yine kızıyla istişare ederek karar vermiştir. (Bakillani, et-Tehmid, s. 199) Bu gibi örnekler, İslam’da vahiyle emredilen açık hükümler dışındaki kanunları yaparken bu kanunlardan etkilenecek kişilerin görüşlerine danışma adabına işaret eder.
Bir toplulukta yönetici konumunda bulunanlar, idaresi altındakilere hiç aldırış etmez, kendi bildiğini okursa o toplumda birlik beraberlik devam etmez. Çünkü o toplumun fertlerinde her şeyi baştakilerden bekleme, üzerlerine düşeni yapmama, hal ve gidişattan sorumluluk hissetmeme durumu ortaya çıkar. Bu durumda işler bozulur, ama herkes bunun suçunu idarecilerde görür, onları suçlama kolaycılığına kaçar.
Bu sebeple velev ki idareci bir konuda kararını vermiş, mutlaka uygulayacak olsa bile onu halka arzederek benimsemelerini sağlamaları daha uygun olur. Peygamberimiz:
“Allah bana farzları yapmamı emrettiği gibi, istişare yoluyla insanları iyi idare etmek, insanlara iyi davranmak, onlarla iyi geçinmek, onlara mültefit olmak, onları kazanmak, gönül alıcı olmak gibi içtimâî kaynaşmayı sağlayacak davranışları dahi emretti." buyurmaktadır.(Suyuti, Hasaisu'l-Kübra s.125)
Danışan Dağları Aşmış…
İstişare bazen kişisel konularda da yapılır. Mesela bir ev alacak, evlenecek, bir işe girişecek kişinin bu konuda tecrübe sahiplerine danışması gibi… Bu manadaki akıl danışmaları da kişiyi tecrübesizlikten kaynaklanan hatalardan korur. Kur'an-ı Kerim: "Bilmiyorsanız bir bilenden sorun" (Nahl 43; Enbiya 7) ayetinde “bilen” ifadesini mutlak olarak kullanmıştır. Yani “din işini, dini bilenden, dünya işini dünya bilgilerini bilenden…” şeklinde her türlü uzmanlık sahasını kapsayan genel bir kural konulmuştur.
Kendisine akıl danışılan kişi, adeta kendisine bir görev emanet edilen kişi durumundadır. Bile bile yanlış yol göstermesi veya doğruyu bildiği halde söylememesi emanete ihanettir. Kendisine akıl danışılan kişi, samimi olmalı, kendisi aynı durumda olsa ne yapacaksa öyle konuşmalı, yani akıl danışanın menfaatine uygun olanı söylemelidir.
Peygamberimiz:
"Bir kardeşiniz sizden birine akıl soracak olursa ona mutlaka doğru yolu göstersin" (Ebu Davud, Edeb 114) buyurur. Yine Peygamberimiz;
"Bir Müslümanın diğer bir Müslüman üzerindeki haklarından biri, ondan tavsiye talep ettiği zaman kendisine tavsiyede (nasihatta) bulunmasıdır." (Maverdi, Edebü'd Dünya ve'd-Din s.239-40) buyurmaktadır.
İstişare, bilgi ve tecrübelerden ortaklaşa faydalanmayı sağlar. Böylece hataları en aza indirmeyi ve sorumlulukların ağır yükünü paylaşmaya vesile olur.
Bugün de ümmetin en fazla ihtiyaç duyduğu adab, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin istişare adabını en doğru şekilde yeniden hayata geçirmektir.