* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Kişi Arkadaşının Dini Üzeredir  (Okunma sayısı 225 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2314
Kişi Arkadaşının Dini Üzeredir
« : Ağustos 18, 2020, 11:10:19 ÖÖ »
Kişi Arkadaşının Dini Üzeredir

bni Mes’ud radıyallahu anhudan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“İsrail oğullarının dinde eksiklikleri şöyle başladı: Onlardan bir adam bir adamın günah işlediğini görünce ona:

“Ey Adam! Allah (c.c)’tan kork ve günah işlemeyi terk et! Zira o senin için helal değildir,” derdi. Fakat ertesi gün, o kişinin aynı günahı işlemeye devam ettiğini görmesine rağmen onunla beraber oturur, yer, içerdi. Bunların böyle yapmaları üzerine Allah-u Zülcelâl kalplerini birbirine benzetti.” Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"İsrâil oğullarından inkâr edenler, Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu, baş kaldırmaları ve aşırı gitmelerindendi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mâni olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi!” (Maide, 78-79) ayetini okudu ve sözlerine şöyle devam etti:

“Hayır! Allah'a and olsun ki sizler mutlaka iyiliği emredecek, kötülükten sakındıracaksınız. Zalimin zulmüne mani olacak, onu hakka meylettireceksiniz. Eğer onu hakka dönmeye zorlamadığınız (takdirde) kalpleriniz birbirinize benzeyecek. Bu durumda Allah-u Zülcelâl, İsrail oğullarına lanet ettiği gibi size de lanet edecektir.”(Ebu Dâvud, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsîr, Mâide, İbnu Mâce, Fiten 20)

Dil bilginlerinin bir kısmı, insan kelimesinin üns kökünden geldiğini söylemişlerdir. Türkçede de ünsiyet şeklinde kullanılan üns, dostluk ve ahbaplık yapmak, birlikte oturup kalkarak yakınlık peyda etmek demektir. Aynı zamanda alışkanlık kazanmak manasına da gelir.

İnsan, başkalarıyla bir arada olmaya muhtaç bir varlıktır. Eskiler, “Komşu komşunun külüne muhtaç,” demişler. Bugün eskisi gibi komşudan bir şeyler istemeye pek ihtiyaç kalmadı ama yine de insanın birileriyle dostluk yapıp, konuşup sohbet etmeye ihtiyacı vardır. Aynı zamanda haşır neşir olduğu bu insanlarla ünsiyet kurmaya yani onlarla halleşip, alışıp, benzeşmeye eğilimi vardır.

Neticede oturup kalktığımız, yiyip içtiğimiz, yakın dostluk kurduğumuz kişilerin hayat tarzının bizim manevi hayatımız üzerinde tesiri vardır.

Bu sebeple tasavvuf ehli dost edinirken çok titiz davranmışlar. Kalplerini dünya sevgisine meylettirecek veya malayani konuşmalarla meşgul edecek kişilerden kaçınmışlar. Bilhassa Allah'ın emir ve yasaklarını hafife alarak, aleni bir şekilde günah işleyen kişilerle yakın dostluk kurmanın insanın üzerinde olumsuz etkisi vardır. Çünkü insan sık sık görüştüğü, oturup kalktığı kişilerin hayat tarzına alışır, aşinalık kazanır.

Etkilenmemek Mümkün Değil

Allah-u Zülcelâl insanın kalbini adeta bir göl suyu gibi yaratmış. Nasıl ki bir gölün suyu, etrafındaki manzarayı yansıtırsa insanın kalbi de, civarındaki manzaranın rengine bürünür. Bunu tecrübelerimizle biliriz.

Eskiler, “Ölü evine giden ağlar, düğün evine giden oynar,” demişler. Bir ortama girince, oradakilerin üzüntüsü bizim de kalbimize hüzün verir. Neşeli, şenlikli bir yere girince de o hareketlilik bize tesir eder. Benzer şekilde sohbet evinde bir süre oturan kişi, evine dönerken kusur ve kabahatlerine pişmanlık duyarak ve salih ameller işlemeye niyetli olarak döner.

Ama alışverişten, tatilden, gezmeden şunun bunun dedikodusundan bahsedilen bir yerden evine dönen kişinin kalbine dünya sevgisi akseder, manevi duyguları katılaşır. Hele bir de helal haram demeden kazanıp harcamaktan başka bir şey düşünmeyen insanların kalbinin katılığı, oturup kalktıkları kişilere de akseder.

Allah-u Zülcelâl insanın göğsüne sadece bir kalp yerleştirmiştir. İnsan aynı zamanda hem Allah-u Zülcelâl’i sevip hem de onun sevmediği şeyleri sevemez. Eğer Allah'a karşı sevgimiz ve takvamızla onun sevmediği şeylerden sakınmazsak zaman içinde kalbimizin ayarları ve savunma mekanizması bozulur.

Allah-u Zülcelâl ashab-ı kiramın kalbinin tamamen Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme ve ona tabi olmuş olan Müslümanlara bağlı olmasını emrediyor, müşriklerden ve münafıklardan hiç kimseye, akraba bile olsa meyletmemelerini emrediyordu:

“Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin, babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları olsa bile Allah'a ve Peygamberine karşı gelenlere, sevgi beslediklerini görmezsin. İşte Allah, imanı bunların kalblerine yazmış, katından bir nur ile onları desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlere koyar. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuştur. İşte bunlar, Allah'ın hizbinden yana olanlardır. İyi bilin ki, saadete erecek olanlar, Allah'tan yana olanlardır.” (Mücadile; 22)

Demek ki, Allah-u Zülcelâl Müslümanların kendi aralarında cemaatleşmelerini ve Allah'ın dinini üstün kılmak üzere birbirleriyle yardımlaşmalarını emrediyor. Allah'ın emirlerini dinlemeyen, hafife alan, yok sayan kişilerle aralarına mesafe koymaları, samimi dost olmamaları, yoksa kalplerinin onlara meyledip onlar gibi olacakları noktasında uyarıda bulunuyor. Hatta iman ettiği halde hicret etmeyen, müşriklerin arasında yaşamaya devam edenlerle bile dostluğu kesmelerini şöyle emrediyordu:

“İman edip, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla çaba gösterip duran kimselere ve hicret edenlere kol kanat açıp yardım edenlere gelince; işte bunlar gerçekten birbirlerinin dostudurlar. Fakat inanmış oldukları halde, sizin yanınıza hicret etmemiş olan kimselere gelince; hicret edene kadar onlara dostluğunuz olmaz. (korunup gözetilmesinden sorumlu değilsiniz…)” (Enfal; 72)

Öncülerin Mükâfatı Büyüktür

Eskiler boşuna “Üzüm üzüme baka baka kararır,” dememişler. Bir toplumda güzel hasletler de kötü adetler de birkaç kişinin öncülük etmesiyle başlar. Sonra onlara özenerek taklit edenlerle çoğalıp yaygınlaşır.

İnsanoğlunun bu meylini her zaman göz önünde tutan dinimiz, hayırlı ve güzel şeylere öncülük edenlere, onlara özenip takip eden bütün diğer insanların sevabından bir hisse vaad etmiştir. Mesela Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem insanları İslam’a davet ettiği zaman büyük çoğunluk çekindi, “Bakalım başkaları ne yapacak?” diye bekledi. Ancak Hz. Ebubekir öncülüğündeki aşere-i mübeşşere dediğimiz ilk iman edenler, radıyallahu anhum ecmeıyn, başkalarının ne yapacağına bakmadan iman ettiler. Onların dereceleri bu sebeple diğer ashab-ı kiramın derecesinden daha yüksek oldu.

Tabakat kitapları, sahabelerin faziletini ekseriyetle erken Müslüman olmaları, hicret etmeleri, İslam yolunda ilk harp olan Bedir’e iştirak etmeleri gibi kıstaslarla derecelendirmiştir. Kısacası, ilkler ve öncüler her zaman daha değerlidir. Onlara güzelce uyanlar da, onların derecesinden hisse alır.

Bunun gibi kötülüklerde elebaşı olanlar da çıkardıkları kötü adet ve modalara uyanların günahından hisse alır. Ancak onlara özenip taklit edenlerin günahından da bir şey eksilmez. Yolumuzun büyüklerinin her zaman hatırlattıkları bir hadis-i şerifte Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“Kim İslam’da iyi bir çığır açarsa açtığı çığırın ecri ve kendisinden sonra, o (yolda) amel edenlerin ecirleri, sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir. Kim de İslam'da (müslümanlar içinde) kötü bir çığır açarsa, açtığı çığırın günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları, günahlarından bir şey eksilmeden ona aittir.” (Müslim, Zekât 69; Nesâî, Zekât 64)

Müslümanlar daima içinde yaşadıkları toplumda etkili ve öncü olmalıdır. Bunun için de kendi dinlerine samimi olarak iman edip, kendi dünya görüşlerini çekinmeden başkalarına tebliğ edebilmelidir. Muhataplarının tepkisinden korkarak doğruyu söylemekten çekinmemeli, hakkı söyleyince kabul etmeyen kişilerle de samimi dostluk kurmamalıdır. Ancak onlara Allah'ı ve Allah'ın razı olduğu amelleri hatırlatan samimi müminlerle dostluk kurmalı, onlarla cemaatleşip yardımlaşmalıdır.

Bizler çocuklarımızın kötü çocuklarla arkadaşlık etmesini istemeyiz. Çünkü biliriz ki, “Kişi refikinden azar.” Yani insanı yol arkadaşı bozuk yollara sürükler. “Hadi gel, sen de bizimle beraber takıl. Çok eğleneceğiz,” der, olumsuz mekânlara götürür.
Çocuğumuz önceleri arkadaşının yaptığı kötü işlerin hepsini yapmasa bile bazılarını ehven görür yapar. Eskilerin tabiriyle, “Körle yatan şaşı kalkar.”

Bu bir başlangıç olur. Eğer hemen pişmanlık hissi duyup, tevbe edip, onlarla ilişkiyi kesmezse arkası gelir. Ailesinin değerleri ile arkadaşlarında gördüğü hayat tarzı arasında bocalar, tereddüde düşer. Sonra günahları hafife alarak işleye işleye en sonunda onlar gibi düşünür ve inanır hale gelir.

Çocuklarımızı bekleyen tehlike aynen bizler için de geçerlidir. Yakın tarihimizde nice âlim ve fâzıl kimselerin evlatları, zaman içinde kötü ahbap ve çevreye karışarak bozulmuşlardır. Memleketindeyken konu komşusu, akrabası ondan faziletli davranışlar beklerken yapmadığı kötü fiilleri, o çevreden çıkıp büyük şehirlerdeki karmaşık ortamlarda göre göre alışıp yapmaya başlamıştır.

Ev Alma Komşu Al

Kalp bir bardak su gibidir; onu korumazsak, nasıl ki bir damla pislik bile suyu pis yapmaya yetiyorsa, bozuk bir duygu da kalbî durumumuzu bozar. Nihayetinde bu bozulma diğer amellerimizde de ortaya çıkar. Mesela günaha karşı tepkimizi kaybedersek o günahın bir nevini işlemeye başlarız. Öyleyse atalarımızın “Ev alma komşu al” sözünü kendimize rehber edinmeli; bize Allah'ı hatırlatacak, ahirete rağbetimizi artıracak ve iyi örnek olacak komşular edinmeye çalışmalıyız.

Unutmamalıyız ki bu dünyada oturup kalkmayı tercih ettiğimiz dostlar ve komşular; kabirde ve ahirette de dostlarımız ve komşularımız olacaktır. Bilhassa aile reisleri çoluk çocuğunu azdıracak bozuk bir çevreden, güzel örnek olacak iyi bir muhite taşınmayı dahi düşünmelidir. Çünkü uzaktaki akrabadan komşular daha yakındır. Hanımınızın oturup kalkacağı, çocuklarınızın sokakta oynayacağı kişiler mutlaka ailenize etki edecektir.

Mümin bir insan, bilhassa Allah'ın razı olmadığı bir hayat tarzına şahit olmaktan ve tepkisizce seyretmekten sakınmalıdır. Çünkü ilk zamanlar günaha karşı hissettiği tepkiyi zamanla hissetmez olur ve nihayetinde burnu kötü kokuya, kulağı gürültüye alıştığı gibi kalbi de çirkinliklere alışır. İnsanın duyguları kötülükten sakındıkça incelir, hassaslaşır; en küçük bir kusur ve kabahatten bile üzüntü duyar hale gelir.

Biraz düşünürsek görürüz ki, bir zamanlar bu toplumda ayıp ve çirkin görülen birçok günah ve kabahat yaygınlaşmış, aleni işlenir ve hatta marifet gibi övünülür hale gelmiştir. Bugün Müslümanların çoğu birbirlerine “Niçin böyle yapıyorsun? Bu günahtır,” bile diyemez hale gelmiştir. Bunun sebebi de günahlara ve Allah'ın sevmediği şeylere karşı tepkimizi azaltacak kişilerle dostluk kurmaktan kaçınmamamızdır. “Dostum gücenmesin, ayıp olmasın” diyerek hakkı söylemekten kaçınıyoruz. Allah-u Zülcelâl’in gücendiğini hiç hesaba katmıyoruz.

Mevlana Halid-i Bağdadî rahmetullahi aleyhinin sözü daima rehberimiz olmalı:

Elden geldiği kadar kaç kötü arkadaştan
Kötü ahbâb kötüdür, en zehirli yılandan.
Yılan zehir akıtıp, insanı candan eder,
Ama kötü arkadaş, can ve imandan eder.

Hatice Kübra Ergin