* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: DÜNYA SEVGİSİ  (Okunma sayısı 552 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
DÜNYA SEVGİSİ
« : Mart 14, 2018, 07:35:33 ÖÖ »
Dünya Sevgisi Hataların Başıdır

Ashab-ı kiramdan Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor:

Biz (hacc sırasında) Zülhuleyfe'de Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile beraberdik. Yürürken karşımıza şişkinlikten ayağı havaya kalkmış bir davar ölüsü çıktı. Bunun üzerine Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem onu göstererek şöyle buyurdu:

“- Şu lâşenin, sahibinin yanında ne kadar değersiz olduğunu görüyor musunuz? Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, şu dünya, Allah yanında, bundan daha değersizdir. Eğer dünyanın Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire ondan ebediyen tek damla su içirmezdi." (Tirmizî, Zühd 13)

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin ashabı, dinleri uğruna mallarını, ticaretlerini, evlerini, yakınlarını bırakıp hicret ettiler. Dünya için çalışmaktan çok ilim, ibadetle, cihad vesaire din hizmetleriyle meşgul oluyorlardı. Hayatlarını daima ahirete hazırlanmak için sarf ediyorlardı. Buna rağmen Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem zaman zaman bu ve benzeri hadisi şerifleriyle onlara dünyanın değersizliğini hatırlatıyordu. Peki ya bizler ne yapıyoruz?

Zamanımızda teknik imkânlar hayatı kolaylaştırıyor, rahat ve konforlu hale getiriyor. Ama bunun yanında bitmek tükenmek bilmeyen masraflar da bizi devamlı peşinde yoruyor. “Çalış, kazan, harca sonra yine çalış…” kısır döngüsü içine hapsolmuş gibiyiz. Hayatın konforu için çalışmaktan hayatın asıl gayesiyle meşgul olmaya zamanımız ve enerjimiz kalmıyor. Amel yapmaya çalışsak dahi kalbimiz yine dünyevi düşüncelerle meşgul oluyor.

Ahir zaman Müslümanları olarak bizler ne yazık ki dünyaya egemen olan sekulerizm ve modernizmin tesiri altındayız. Sekuler ne demek önce ona bir bakalım.

Sekulerlik; zamanı, mekânı ve hayatı, maneviyattan uzak, sırf maddi bir varoluş şeklinde görmek demektir. Eğer zıddıyla tarif edecek olursak sekulerlik adeta imanın ve hayata kalp gözüyle bakmanın zıddıdır. Çünkü iman tıpkı bir teleskop gibi, kalp gözümüzü keskinleştirir ve ötelerde bizi bekleyen ahiret hayatını gösterir. Sekulerlik ise kalp gözümüzü köreltir, iman teleskobunu gözümüzden indirir; sadece bugünü, şimdiyi, peşin menfaat ve zevkleri görmeye yönlendirir.

Esasen Allah-u Zülcelâl dünyaya iman gözlüğüyle bakmayıp, ahireti göz ardı ederek dünya hayatını tek hayat olarak görmeyi inkarcıların vasfı olarak zikretmiştir:

“Onlar, hayat ancak bizim şu dünya hayatımızdan ibarettir, biz bir daha dirilecek değiliz derler.” (En’âm, 29)

Kâfirler ahireti inkâr etmekle ebediyet şuurundan vazgeçip, fani, aldatıcı bir köpük gibi olan dünya ile yetinirler. Hayatlarını sırf dünyayı mamur etmek için sarf ederler.

Allah-u Zülcelâl bu dünya hayatında kim neyi ister, neyin uğruna çalışıp çabalarsa ona istediği şeyi nasip etmektedir. Ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

"Her kim, bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada verir, sonra da onu, kınanmış ve mahrum bırakılmış olarak gireceği cehenneme sokarız.

Kim de ahireti diler ve bir mü'min olarak kendine yaraşır bir çaba ile o gün için çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.

Hepsine; dünyayı isteyenlere de, ahireti isteyenlere de, Rabbinin ihsanından, ayırdetmeksizin veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.

Bakın, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür." (İsra; 18-21)

Bu ayeti kerimeler ışığında bakınca, kâfirlerin dünya hayatını mamur etmekte başarılı olmasının gerçek sebebini anlayabiliriz. Evet, Rabbimiz, dünyayı isteyenlere dünyayı vereceğini bildiriyor. Bununla birlikte dünyaya bir değer vermediğini, eğer değer vermiş olsaydı ondan kâfirlere bir yudum su bile vermeyeceğini de bildiriyor. Öyleyse dünyayı asıl gaye haline getirmiş olan kâfirler bize örnek olamaz.

Köksüz, Manasız, Değersiz Bir Hayat

İnsanın değerini sırf dünya hayatından ibaret görenlerin hayatı; vazoda kurumaya terkedilmiş çiçeklere benzer. Nasıl ki bu çiçekler köksüz ve meyvesiz ise onlar da öyle geçmişinden ve geleceğinden kopuk, manasız, değersiz bir hayata mahkûmdur. Bu hayat maddi cihetten bakınca ne kadar hoş görünse de manevi yönden bakılınca bir çürüyüş ve tükenişten ibarettir.

Dinimiz ise insanın dünyada bulunuş gayesini anlatırken bizi ezelden ebede uzanan, sonsuz bir zaman telakkisi içine yerleştirir. Dinimizin anlattığı “insanlık tarihi,” şeytanın Hz. Adem ile Havva annemizi cennetten çıkarmasıyla başlar, Peygamber kıssalarıyla devam eder ve kıyametin kopmasıyla ebedi ahiret alemine açılır.

İşte insan, bu kıssalarda devamlı anlatılan bir destanın kahramanıdır. Şeytana ve avanelerine karşı, biricik Allah'a kulluk mücadelesi veren bir kahraman…

Dünya da bu mücadelenin verildiği bir meydandır. Her devirde, her nesilden insanların farklı şekillerde ama hep aynı gayeyle tekrar tekrar verdiği bir mücadele… İnsan bu mücadeleyi hem iç âleminde, kendi nefsine ve şeytanın fısıltılarına karşı verir; hem de dış alemde şeytana gönüllü askerlik yapan inkarcılara karşı…

Elbette insanın bu mücadelede diri, uyanık ve ayık olması için, daima çaba halinde olması gerekir. Dünya nimet ve konforu ise tam zıddına insanı gevşetir, rehavete sürükler. Bu sebeptendir ki tasavvuf ehli dünya nimetleri ve rahatlığından sakınmaya büyük önem vermişlerdir.

Hatta tasavvuf kelimesinin kökü de suf, yani yün giymekten gelir. Yünlü elbisenin kılları serttir ve sıcakta insanı rahatsız eder. Sufiler pamuklu, serin ve yumuşak elbise giymeyi bile dünya rahatına meyletmek ve gevşeklik göstermek olarak görmüşlerdir.

Sufiler, yeme içme, uyuma gibi temel ihtiyaçlarını giderirken dahi çok zahidane davranmış, adeta ölmeyecek kadarıyla yetinmişlerdir. Çünkü dünya nimetleri, zevkleri ve imkânları ekseriyetle insanın dünyayı sevip onunla avunmasına; ahireti gerektiği kadar önemsememesine sebep olur. İnsan ahireti unutunca da artık dünya için her şeyi yapar hale gelir.

Hz. Enes radıyallahu anh Peygamberimizden rivayetle şöyle anlatıyor: "Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışların başıdır. Bir şeye olan sevgin seni kör ve sağır yapar." (Ebû Dâvud, Edep 125,)

Dünya nimetleri amaç haline gelince o amaç uğruna her türlü zulüm yapılır. Bunun en güzel örneği batı dünyasının halidir. Avrupa’da burjuva hayatı ve lüks alışkanlıklar yaygınlaşınca bu hayat tarzını sürdürmek için ellerindekiyle yetinmemişler, kıtaları sömürmek, halkları köleleştirmek ve katletmek üzere dünyaya açılmışlardır. Bugün de alıştıkları sömürü düzeni bozulmasın diye İslam ülkelerinde savaşlar çıkaranlar da bunu yine dünya sevgisi için yapmaktadırlar. Ülkelerinde rahatları bozulmasın diye savaştan kaçan mültecilerin gemilerini batırmaktan söz eden, zavallı kadın ve çocuklara saldıranlar da yine aynı zihniyet sebebiyle bunları yapmaktadır. İşte bu manzara bize dünya sevgisinin hiç de masum olmadığının en büyük ispatıdır.

Dünyanın Gerçek Yüzü

İnsanın faziletli ve üstün ahlaklı olması için daima, dünyanın gerçek yüzü üzerinde düşünmesi gerekir. Çünkü her faziletli davranış mutlaka dünyayı feda etmeyi gerektirecektir. Allah'ın rızasını kazandıracak ibadetler, Allah'ın dinine hizmet yolunda sarf edilen maddi ve manevi çabalar, hep nefse zor gelen şeylerdir. Nefis hep “Önce dünya…” der, ahirete hazırlanmaya bir türlü zaman gelmez. İşte bu sebeple Rabbimiz bizi ikaz ediyor:

“Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azab; Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.” (Hadid; 20)

Gerçekten de dünyadaki rollerimiz, çocukların oyun oynarken birbirlerine “Sen anne ol, ben de baba olayım, evcilik oynayalım,” demesi gibi birer geçici roldür. Fakat birçok kişiler bu role kendilerini çok kaptırırlar, kendilerine ahireti hatırlatanları duymak istemezler. İşte dünya sevgisi böyle kişilerin felaketi olmuştur.

Oysa biraz düşünürsek bu dünyada bize giydirilen zenginlik, makam ve rütbe gibi elbiseler hep bu dünyada kalacak. Hepimiz mezara kefenle gireceğiz ve orada bir tek sıfatımız kalacak; “Allah'ın kulu.”

Çünkü bu dünyaya bir tek bunun için gönderildik; Allah'a kulluk etmek için. Dünya nimetleri ise sadece, “…bir yol azığından ibarettir.” (Ra’d; 26)

İnsan dünyada bir yolcudur; dünya çarşısından ahirette bize lazım olacak sevapları kazanıp daima dönüş için hazır bulunmamız gerekir. Ama ne yazık ki bu çarşının gürültü patırtısı bize dönüşü unutturmaktadır. Bu sebeple Rabbimiz ikaz ediyor:

“Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allah’ın affına güvendirerek aldatmasın.” (Lokman; 33)

Hasan Basri rahmetullahi aleyh bu ayeti okuduktan sonra etrafındakilere şöyle demişti:

“Ey insanlar, bakın, ‘Dünya hayatı sizi aldatmasın,’ sözünü kim söylüyor? Dünyayı yaratan söylüyor. Dünya hayatını, onu yaratandan daha iyi bilen birisi olabilir mi?!”

Kanaat En Büyük Zenginliktir

Elbette insan dünya nimetlerine muhtaç ve onların yokluğuna karşı sabırsızdır. Allah-u Zülcelâl de insanoğluna ihtiyaçlarını helal yoldan temin etmek için çalışıp çabalamayı emretmiştir. Ama asıl nimeti verenin Allah olduğunu bilip onun helal kıldığına kanaat etmeli ve onun emrettiği yerlere infak etmelidir.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

“Kimin düşüncesi ahiret olursa, Allah ona gönül zenginliği verir, işlerini kolaylaştırır. İstemediği halde dünya nimetleri verilir. Kim ahireti unutup sadece dünyayı düşünürse, Allah da fakirliği onun gözleri önüne diker, işlerini darmadağın eder. Dünyada ise, ancak kendisine takdir edilen kadar verilir.” (Tirmizi, S. Kıyame 30)

Kanaat en büyük zenginliktir. Bir kimse kanaatkâr ise elindeki imkanlardan bir kısmıyla ihtiyaçlarını giderip birazını da infak eder. Böylece geçici dünya nimetini ebedi ahiret mükafatına çevirmiş olur. Böyle davrandıkça ona daha fazla imkan verilir ve o da iyiliklerine devam eder.

Gönlü dünyaya bağlı olan, elindekini verirse kaybedeceğini düşünür, biriktirir. Ne kadar çok mal mülk sahibi olsa hala kendini zengin görmez. Çünkü gözü açtır. Böyle bir kimse dünyada huzur bulamamış, ahiretini de kazanamamış olarak, pişmanlık içinde mezara girer. Halbuki çabalamak insanın nasibini değiştirmez.

Allah-u Zülcelâl bizleri kendi kulluğuyla meşgul etsin, dünya endişelerinden kurtarsın. Amin.

Hatice Kübra Ergin.