* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Fitneleri Rahmete Dönüştürelim  (Okunma sayısı 438 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2314
Fitneleri Rahmete Dönüştürelim
« : Şubat 23, 2018, 09:01:51 ÖÖ »
Fitneleri  Rahmete  Dönüştürelim
 
Müslümanlar zilletten nasıl kurtulabilir?

Peygamberimiz; tam da içinde bulunduğumuz zamanı haber vererek buyurdular ki: "Size çullanmak üzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi, birbirlerini çağıracakları zaman yakındır."

Orada bulunanlardan biri: "O gün sayıca azlığımızdan mı?" diye sordu. "Hayır, buyurdular. Bilakis o gün siz çoksunuz. Lakin sizler bir selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöpler durumunda olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!"

"Zaaf da nedir ey Allah'ın Resûlü?" denildi. "Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!" buyurdular." (Ebu Davud, Melahim 5,4297)

Ne yazık ki; peygamberimizden asırlar sonra mucizesinin gerçekleştiğini görüyoruz. Gerçekten de bugünkü halimiz, tam da onun haber verdiği gibi. Gerçi bu durum Muhammed ümmetinin başına daha önceleri de geldi. Hatta peygamberimizin asıl işaret ettiği gerçek şu ki, hangi millet böyle başsız ve organizesiz kalsa, başına bu hallerin gelmesi tabidir.

İslam ümmeti çer çöp gibi dağınık, başsız, organizesiz, yönetimsiz. Hepimiz biliyoruz ki bunun nedeni, fert fert bölünmüş ve kendi derdine düşmüş; birbiriyle ilgisiz ve irtibatsız bir halde olmamız.

Yoksa biz "Hepiniz birden Allah'ın ipine (İslâm'a) sarılın, asla ayrılmayın." (Âl-i İmrân,103) ayetine muhatap ümmet değil miyiz?

Yoksa bu ayete itaat ederek birleşen Arap kabilelerinin; daha önce birbiriyle kavgalı ve dünyada hiç bir etkenlikleri olmayan bir toplulukken, kısa bir zamanda büyük bir devlet kuracak güce eriştiğini hiç okumadık mı tarih kitaplarında?

Hadi onu okumadıysak; benzer şekilde birbirleriyle savaşmaktan bitap düşmüş Türk boylarının da yine İslam’a hizmet yolunda birleşmekle güç kazandığını; Osmanlı gibi üç kıtada egemen, tüm dünyada etkili büyük bir devlet meydana getirdiğini de mi bilmiyoruz?

Hiç kuşkusuz birliğin önemini bilmediğimizden değil, uygulamaya geçiremeyişimiz, gösterdiğimiz isteksizlik ve dirençten dolayı. Çoğumuz kendi kazancının peşine düşmüş, dünyayı umursamaz bir haldeyiz.

Fitne ve ayrılıkların sebebi

Hatta, İslam saflarında omuz omuza bir olmamız gereği şuurunda olanlar bile, gerçek birliğe karşı dirençli. Çünkü her birimiz birlik deyince; kendi anlayışımızda, fikrimizde hatta grubumuzda birliği anlamakta ısrar ediyoruz.

Bunun nedeni, ideolojiler ve felsefeler karşısına, kendi dinimizle çıkmak adına bir kısmımızın İslam’ı bir ‘fikir, bir ‘öğreti’ ve bir takım uygulamalardan ibaret ‘yaşam felsefesi’ gibi kabul etmesi. Yani ‘kalbî’ bir kavram olan dini, zihnileştirdik. Elbette böyle olunca, hepimiz kendi mizaç ve yetiştiriliş tarzımız yada etkilendiğimiz düşünür ve ekollere bağlı olarak; farklı bir din düşüncesi üretiyoruz zihnimizde.

Örneğin, bazılarımız dini, kişiliğinde ve yetiştiriliş biçiminde bulunan muhafazakarlık eğilimiyle aynı sayıyor. Bu nedenle dini, sadece bir takım gelenekselleşmiş uygulamaları ve müesseseleri koruyup, sürdürüp gitmekten ibaret olarak görüyor. Bir diğer kesim ise tam tersi; dinin haksızlıklara tepki gösterme yöntemi ve haksız düzenlere karşı ‘devrimcilik’ olduğunu iddia ediyor.

Tabi bu örnekler sonsuzca çoğaltılabilir, öyle ki neredeyse fert fert herkese göre farklı din anlayışından söz edilebilir. Bugün aynı ailede yetişmiş iki kişi bile, “din kuraldır, hükümleri uygulamaktır”, “hayır din ahlaktır ve kalpteki samimi hislerdir” diye fikir farklılıklarına düşüp, biri diğerini “günahkar!” diğeri ise berikini “riyakar!” diye suçlayabilmektedir. Gerçekte bu gibi tartışmaların çoğu, dinin doğru anlaşılmasını sağlamak namına olmaktan çok; kendimizi yüceltmek ve diğerini yargılamaktan başka bir şey değildir.

Oysa kendi eğilimimiz ve aidiyetimizle biçimlenen bir din anlayışını bilgisizce, sırf duygusal bir taassupla müdafaa edeceğimize; “gelin İslam her ne ise ona hep birlikte teslim olalım” desek, mesele hallolacak.

Dini doğru anlayabildik mi?

Gerçekten de aslında İslam bir zihin faaliyeti değil; tam tersi zihni aradan çıkarmak ve kalben teslim olmaktır. İslam kelimesi dahi Allah’a teslim oluşu; böylece barışa ve selamete kavuşmayı anlatır. Yani din, zihinsel olarak, insanlar tarafından üretilmiş felsefi bir kavram değildir ki, sadece akıl yürütmeyle anlaşılabilsin.

Aynı şeyi ‘din’ kelimesi üzerinde düşündüğümüz zaman da görüyoruz. Din etimolojik olarak; ‘dâne’ fiilinden gelmektedir. Arapça’da ‘boyun eğdi/boyun eğdirdi’ anlamına gelir. Zaten ‘din’ kelimesi de, Allah ile kul arasındaki ilişkinin adıdır ki, o da Allah’ın hakimiyetine boyun eğmekten ibarettir.

Yine hepimiz biliriz ki, dinin sağladığı kurtuluşun şartı; ‘iman ve teslimiyet’e bağlıdır. Hem din öyle bir bütündür ki, ancak iman etmekle kavranabilir. Oysa akılla kavramaya kalkışılsa, mecburen parçalara ayrılacak, bütünlüğünü yitirerek ihtilaflara konu olacaktır. Evet, din akla uygundur ama sadece akılla anlaşılamaz.

Elbette din yerine göre; hem bazı değerleri ve kurumları muhafaza etmektir, hem de bazı haksızlıklara son vermektir. Yine din; hem bazı manevi hal ve hislerin ‘mahfaza’sı mahiyetinde olan şekli hükümlerdir; hem de hükümlerin ruhu ve amacı olan manevi hal ve hislerdir. Ancak kişisel mizaca uygun gelen taraf tercih edilir ve bu taraf, belirli bir ‘görüş’ halinde müdafaa edilirse, dinde asla birlik sağlanamaz. Dinde birlik ancak; ona teslim olunarak sağlanabilir; kendi heva ve fikrimizi haklı çıkaran bölümleri kendimize ‘teslim alarak’ değil.

Bununla birlikte, bazı kimselerin dediği gibi, birleşmek namına tüm cemaatleri terk edip bir başına kalmak da doğru bir yol değildir. Peygamberimiz daima cemaat halinde bulunmayı teşvik etmiş, hatta bir hadisi şerifinde; "Müslüman topluluğundan bir karış da olsa ayrılan kimse, boynundaki İslâm bağını çözmüş demektir." (Tirmizi, Âdâb,78) buyurarak cemaatten ayrılmayı yasaklamıştır.

Zaten en başta zikrettiğimiz hadis-i şerifte de değinildiği gibi, Müslümanları çer-çöp gibi değersiz ve etkisiz hale getiren şey, kişisel hırs ve korkularımızdır, fikir ayrılıkları değil.

Elbette tüm İslam ümmetini tek çatı altında toplamak mümkün değildir. Hele bu birliği sağlamak namına, şimdiye kadar meydana getirilmiş organizasyonların iptali, fikir ve usul birikiminin yok edilmesi gerekmez. Aksine her bir meşrep ve görüşteki cemaat ve milletler; İslam bünyesinin; yapı ve görevleri farklı birer azası olarak çalışabilir. Yeter ki arada sevgi ve aynı dine mensubiyet hissi mevcut bulunsun. Bu his sanki İslam bünyesinin ruhu gibi, tüm azaları aynı sevgide, aynı amaçta, birleştirsin; birbirine yardımcı ve destekçi hale getirsin.

İnsanları ortak fikir ve usulde birleştirmek mümkün olmaz; ama ortak sevgide birleştirmek hiç de zor değildir. Hatta İslam ümmetinde ortaya çıkan afetler ve işgaller dahi birleşmenin motoru olabilir.

Fitne ve afetler; birleşme vesilesidir

Tarihe baktığımızda, İslam ümmeti ne zaman parça parça ve dağınık bir hale gelmişse, Allah (cc) onların üzerine Haçlı Seferlerini, Moğol işgalini, onlar da yetmezmiş gibi; kuraklık, kıtlık, salgın hastalık gibi afetleri göndermiştir.

Hatta daha da kötüsü; bu dönemlerde İslam ümmetinin içinden çeşitli sapkın inançlar ve gruplar da türemiştir. Ancak bu afet ve fitneler, Müslümanların uyanışına vesile olarak, bir diriliş ruhu meydana getirmiştir. Sapkın inançlara karşı reddiyeler yazılırken ilim gayreti tazelenmiş, işgal ve katliamlardan kurtulmak için cihat ruhu uyanmış, sıkıntılar Müslümanları birbirine yakınlaştırmış, ümmet ruhu canlanmıştır.

Bugün de İslam coğrafyasına baktığımızda aynı şeyleri görüyoruz. Bugün en büyük afetler Müslüman ülkeleri vururken, birbirinden habersiz milletler arasında yardımlaşmaya vesile olmakta; işgaller ve siyasi oyunlar, benzer sıkıntıları olanların birbirini anlamasına yardım etmektedir. Hele hele kutsallarımıza, sevdiklerimize ve İslam’ın şiarı olan meselelere karşı saldırganlık, bizi ortak bir tepkide, ortak bir sevgide birleştirmekte; bunlara cevap vermek için kendimizi ve sahip olduğumuz değerlerimizi daha iyi tanımaya teşvik etmektedir.

Nasıl ki refah günlerinde birbirine küs olan kardeşler, bir sıkıntıya düşünce, yahut ortak bir düşman saldırısı söz konusu olunca barışırlarsa, Müslümanlar için de bugün aynı şey söz konusudur.

Bu nedenle fitne ve felaketler müminlerin büyük bir kısmı için rahmettir. Zulme ve kayıplara uğrayanlarımız için günahlara kefaret, diğerlerimiz için de ibrettir.

Elbette dünya ve benlik sevgisini yenemeyenler, bu fitneden kaybeden taraf olarak çıkacaklardır. Zaten fitnenin kelime manası “bir madeni külçeyi, tortu ve karışıklıktan ayırıp som bir hale getirmek üzere eritmek”ten gelmektedir. Fitne ateşinde hangimiz som ve halis, kimimiz kalp ve karışık, meydana çıkacaktır. Böylece şu kısa hayatımızda sonsuz bir hayatı hak etmemiz mümkün olacak. Allah mahcup olanlardan eylemesin.
 
HATİCE  KÜBRA ERGİN.