* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Gafletten Uyanmak İçin  (Okunma sayısı 332 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Gafletten Uyanmak İçin
« : Ocak 21, 2019, 04:18:06 ÖS »
Gafletten Uyanmak İçin

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

Kur'an-ı Kerim’de ismi geçen şahıslardan biri olan Zülkarneyn aleyhisselam, İslam için seferler yapmış bir nebi veya veli idi. Bir gün ordusuyla zorlu bir seferden dönüyordu. Bir gece vakti, yollarının üzerinde karanlık bir mağara bulunuyordu. Hz. Zülkarneyn ordusuna:

- Ayağınıza takılan şeyleri toplayın, diye emir verdi.

Ordudaki askerlerin büyük bir kısmı bu emri ciddiye almadı. Kendi aralarında,

- Zaten yorgunuz. Ağırlık olarak kendi yükümüz bize yetiyor. Biz de ayağımıza taşları toplayarak yükümüzü ağırlaştırırsak yürüyecek halimiz kalmaz, diye konuştular ve hiçbir şey toplamadılar.

İçlerinden bir kısmı ise,

- Komutanımız toplayın dediğine göre emre itaat edecek kadar toplayalım, diyerek ceplerine ufak tefek bir şeyler koydu. Az sayıda asker ise,

- Hz. Zülkarneyn bir şeyi emrettiğine göre muhakkak bir hikmeti vardır. O ne diyorsa yapalım, diye düşünerek çantalarını, heybelerini doldurabildikleri kadar doldurdular.

Derken mağaradan çıktılar ve gece karanlığında ilerleyip o bölgeden uzaklaştılar. Memleketlerine yakın bir yere ulaştıklarında artık sabah olmuş, hava aydınlanmaya başlamıştı. O zaman bir baktılar ki, meğer o topladıkları şeyler, altın imiş.

Demek ki o geçtikleri mağara bir altın madeni imiş, Hz. Zülkarneyn onun için kendilerine böyle bir emir vermiş. İşte o zaman hiçbir şey toplamayan çoğunluk pişmanlık ateşiyle yanmaya başladı.

- Ah biz ne yaptık! Keşke komutanımızın sözünü dinleseydik. Ez azından bir avuç bari alsaydık, diye dövünüyorlardı.

Emre itaat olsun diye, birkaç parça alan kişiler de pişmandı.

-Ah keşke daha fazla toplasaydık! Bunların altın olduğu bilsek, gücümüz yettiği kadar çok toplardık. Keşke tam teslimiyetle inanıp, gönüllüce itaat etseydik, diyorlardı.

Güçleri yettiği kadar çantalarını dolduran kişiler bile pişmandı. Onlar da diyorlardı ki:

- Ah keşke çantalarımızdaki gereksiz eşyaları atsaydık da ağzına kadar sırf altınla doldursaydık. Bu emrin hikmeti olduğunu tahmin etmiştik ama böyle olacağını bilememiştik!

Alimler, bu menkıbeyi anlatırken dünya hayatının bu yolculuğa benzediğini söylerler. Tıpkı bu misalde olduğu gibi, bu dünya yolculuğunun sonunda ahirette gözümüz açıldığı vakit, diyeceğiz ki;

“Keşke Peygamberlerin ve evliyaların hatırlattığı gibi, bütün zamanımı ve imkânlarımı salih ameller işlemek için kullansaydım. Meğerse onlar birer altın imiş, cevher imiş. Biz bu dünyada o salih amellerin ne kadar kıymetli olduğunu görememişiz. Hâlbuki ahirette gözümüz açılınca gördük ki meğerse dünyada toplamaya değer asıl kıymetli şeyler o sevaplar imiş.”

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de buyuruyor ki:

“Ölüp de pişman olmayan yoktur; mutlaka herkes nedamet duyar. Muhsin (iyi yolda) olan hayrını daha çok artırmadığı için pişman olur, nedamet duyar. Kötü yolda olan da nefsini kötü yoldan çekip almadığına pişman olur.” (Tirmizi, Zühd 59)

Demek ki bizler bu dünyada karanlıkta veya kör gibiyiz, ahirette gözümüz açılacaktır. Buna gaflet hali diyoruz.

Sözlükte gaflet, yeterince uyanık ve dikkatli davranılmadığı için insana arız olan yanılgı hali, manasında kullanılır.

İnsan unutkandır, ihmalkardır, iradesi ve azmi zayıftır. Bu hallerinin bir bileşimi olarak ibret verici hallerle karşılaşsa da ibret almaz, ikaz edici nasihatler duysa da dikkatini vermez. Üzerindeki nimetler ve bunlara karşı şükür borcu üzerinde yeterince düşünmez.

Bu sebeple Rabbimiz "İşte onlar Allah'ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir ve onlar gâfillerin tâ kendileridir." (Nahl, 108) buyurmaktadır.

Biz insanlar, dereceler halinde gaflet içindeyiz. Kâfirler gaflet konusunda tamamıyla kör, sağır ve ahmaklara benziyor. Dünyaya dalmış fasıklar da hemen hemen onların yoluna uymuş gidiyor. Onlar gözleri kör olmasa da gözünü yumuyor, bakmıyor, duymuyor, dinlemiyor.

İman ehline gelince, bizler de ne yazık ki, iman edip elimizden geldiği kadar amel yapsak da, ebedi hayat gibi büyük bir haberi tam ciddiye almıyor, başımıza gelecek şeyleri tam gözümüzün önüne getirmiyoruz. Bu halimizle sanki gözleri az gören, kulağı ağır işiten, aklı zayıf kişiler gibi davranıyoruz.

Ne yazık ki, sahabe-i kiram hazeratı gibi, evliyalar gibi, her nefes uyanık olmak konusunda gayret göstermiyoruz. Öyleyse bu halimize çare aramalıyız.

Çaremiz Kur'an-ı Kerim Okumak

Her konuda olduğu gibi, gaflet derdimizin ilacını da bize örnek olan Rasulullah ve onu en güzel örnek alan sadık kullardan öğrenmeliyiz.

Sahabe-i kiramın hayatına baktığımız zaman, onların, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ahirete irtihal ettikten sonra da Kur'an-ı Kerim’e sımsıkı sarıldıklarını görüyoruz. Çünkü Kur'an-ı Kerim okumak, insanın aklına ve gönlüne uyanıklık veren en güçlü korunaktır.

Kur'an-ı Kerim bize daima ahireti hatırlatır. Bazı ayet-i kerimeler, mahşer gününün dehşetli manzaralarını çok veciz bir şekilde gözümüzün önünde canlandırır. Mesela:

“Sûr'a bir üfleme üflendiği; yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün olanlar olur.” (Hakka, 13-15)

“O (kıyameti) göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirmekte olduğu çocuğundan vazgeçer ve her hamile kadın da karnındaki çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş görürsün; hâlbuki onlar sarhoş değillerdir. Ne var ki Allah’ın azabı çok şiddetlidir.” (Hacc, 2)

“Peki inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyabileceksiniz?” (Müzemmil, 17)

İnsan Kur'an-ı Kerim’i çok okursa gafletten kurtulur. Çünkü Kur'an-ı Kerimin tesirli üslubuyla yaptığı uyarılar ve müjdeler, bize asıl vazifemize yönelme gücü aşılar.

Sahabeler ve Allah dostlarının Kur'an-ı Kerimi gece gündüz okuduğunu, ayrıca bir araya geldikleri zaman ayetleri daha iyi anlamak için sohbetler yaptıklarını okuyoruz. Elbette bizler ayetlerin manasını kendi çabamızla anlayamayız, mutlaka takva ve istikamet sahibi alimlerin tefsirleri ve sohbetleri rehberliği ile anlamaya çalışmalıyız.

Kim olursak olalım, işimiz, meşgalemiz ne kadar çok olursa olsun, mutlaka kendimize Kur'an-ı Kerimi okumak için günlük belli bir saat ayıralım. Ayrıca daha iyi anlamak için haftalık ders ve sohbetleri aksatmayalım.

Elbette Kur'an-ı Kerimi okuyup içindeki emirleri anladığımız zaman bize düşen onlara uymaktır. Bunun için de fıkıh, hadis, tasavvuf ve ahlak ilimlerini eksiksiz bir şekilde öğrenmeye çalışalım. Çünkü ilim öğrenmek de gafletten uyanmaya vesiledir.

İlim öğrenmek her şeyden önce aklı geliştiren bir faaliyettir. İnsanı en fazla gaflete düşüren, aklıyla değil, basit hislerle hareket etmesidir. Nefsani duygu ve dürtüler bizi, hazır olan lezzetlere ve peşin menfaat vaad eden dünyevi meşgalelere yönlendirir. Ama ilim öğrenmek aklımızı geliştirir ve asıl önemli olanı fark etmemizi sağlar.

Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin talebelerinden İbn Mesrûk rahmetullahi aleyhima, insanda gaflete yol açan şeyin cehalet olduğunu bildirmiştir.

Esasen gafletle cehalet arasındaki ilişki karşılıklıdır. Yani kişi gafil olduğu için ilmin kıymetini bilmez, cehaletten kurtulmaz. Cehaletten kurtulmayınca Rabbinin kendisine vaad ettiği mükafatları ve bunları kazanmaya istidadının olduğunu idrak edemez, gaflete dalıp gider. Öyleyse insan ilim öğrendikçe hem gafletten kurtulur hem kalbini gafletten kurtaran vesileleri öğrenmiş olur.

Kabiliyetlerimizi Kullanalım

Gafil insan, en çok kendi içindeki cevherden gaflette olan insandır. Hayatını boş ve değersiz şeylere harcaması, insanın kendi değerini bilmemesindendir.

Allah'ın veli kullarına baktığımız zaman onların, Allah'ın insanoğluna ikram ettiği manevi kabiliyetleri fark etmiş ve onları en yüksek seviyede inkişaf ettiren mümtaz kullar olduğunu görürüz.

İnsana verilen bütün duygular, aslında insanı Allah'a yaklaştırmak içindir. Bunun için insan, içindeki sevgi kabiliyetini en çok Allah'ı severek ve sevgisini kazandıracak vesilelere sarılacak şekilde değerlendirmelidir.

İnsan Rabbini nasıl daha çok sever?

İşte bu üzerinde düşünüp, akletmemiz gereken bir meseledir. Çünkü bizim kurtuluşumuz, Rabbimizin rızasını kazanmaktır. Rabbimiz ise bizden ancak ihlâsla salih ameller yapıp, kalbimizi düzelttiğimiz zaman razı olacaktır.

Bu hal ise ancak muhabbet ile mümkündür. Çünkü insan muhabbetsiz olarak amel yapmayı sürdüremez. Hâlbuki muhabbeti kuvvetli olan kişiler bıkmadan, yorulmadan, iştiyakla daha fazla amel yaparlar.

Allah'a karşı muhabbeti kuvvetlendirmenin birçok yolları ve vesileleri vardır; bunların hepsinden istifade edilmelidir. Bilhassa Allah dostlarını sevmek, kalbimizde manevi sevgi kabiliyetini kuvvetlendirecektir. Bilhassa onlardan aldığımız feyz ve inikâslar, zikir ve ibadetlerimizi daha şevkli bir hale getirecektir.

Bunun yanında her gün biraz zaman ayırıp, Allah'ın nimetlerini düşünmek, bize ahirette vaad ettiği mükafatları göz önünde canlandırmak ve bunlardaki merhamet ve cömertliği tefekkür etmek de Rabbimize karşı muhabbeti kuvvetlendirecektir.

Tevbe, İstiğfar ve Murakabe

Birçok evliyalar, kalbe gelen gaflet ve kasvetin, günah işlemekten veya günaha bakmak, günahı dinlemek gibi maneviyata zararlı şeylerden kaynaklandığını bildirmişlerdir. Hatta kalbinde ibadet ve zikrin tadını hissedemeyen, bu sebeple gaflete dalan kişilere tevbe istiğfarı tavsiye etmişlerdir.

Bilhassa bugünün şartlarında hiç günah işlememek ve günaha şahit olmamak çok zordur. Bu sebeple sık sık tevbe etmeli ve kalbimizi korumak için her an Allah'ın bizi gördüğünü hatırlamaya çalışmalıyız.

Sözümüzü Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin duasıyla bitirelim:

“Allah’ım! Hatalarımı, cehaletimi, işimdeki aşırılıkları ve benden daha iyi bildiğin bütün kusurlarımı bağışla.

Allah’ım, ciddi ve şaka yollu yaptıklarımı, yanlışlıkla ve bilerek işlediğim günahlarımı affeyle. Bütün bu kusurların hepsi bende vardır.

Allah’ım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum, benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle. Öne geçiren de sen, geride bırakan da Sensin. Senin her şeye gücün yeter.” (Buhârî, Deavât, 60; Müslim, Zikir, 70)

Hatice Kübra Ergin