GENÇLİĞİNİ NEREDE HARCADIN?
Abdulkadir Geylani rahmetullahi aleyh, ilim irfan yoluna koyuluş hikâyesini şöyle anlatmıştır:
Çocukluğumda Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim. Bir öküzün arkasından giderken birden hayvan döndü, dile gelerek bana:
“Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın!” dedi.
Korkuya kapıldım, evimize döndüm. Evimizin damına çıktığım zaman Arafat'ta vakfeye duran hacılar gözüme göründü. Bütün bunlar üzerine anneme gittim ve:
“Bana izin ver, Bağdat'a gidip ilim öğreneyim. Salih zatları ve evliyayı bulup ziyaret edeyim, Allah yoluna gireyim," dedim.
Abdulkadir Geylanî’nin annesi, dul bir hanımdı. Aslında oğlunun onları bırakıp gitmesini istemiyordu.
Ama onun herhangi biri olmadığını, yüksek bir gaye için yaratıldığını anlayınca artık ona mani olmadı. Allah için onun ayrılığına sabretti. Neticede Genç Abdulkadir ilim ve tasavvuf yolunun büyüklerinden oldu.
Bir gencin ailesi için helal yoldan kazanç elde etmek için çalışması yanlış bir şey değildir. Hatta gereklidir de… Ama insanın asıl yaratılış gayesi de bu değildir. Bilhassa zekâsı, kabiliyetleri, manevi istidadı, ilme irfana elverişli ise bu işle ömür geçirmesi uygun görülmemiştir.
Birçoğumuz bu gibi menkıbeleri okuduğumuzda, “Onlar, ne kadar yüce insanlarmış,” diyoruz. Sanki “Onlar bize örnek olamaz, biz onlar gibi olamayız, onların durumu bizi ve çocuklarımızı ilgilendirmez,” gibi düşünüp, geçip gidiyoruz. Kendimiz ve çocuklarımız söz konusu olduğunda böyle yüksek gayeleri kendimize yakıştıramıyoruz. Geçici dünya işleri arasında zaman geçiriyor, hatta dünya işlerinde de fevkalade bir başarı peşinde olmayıp günü kurtarmaktan ibaret meşgalelerle ömür tüketiyoruz.
Bundan da beteri var, birçok gencimiz onu dahi yapmıyor, sanal âlemde zaman öldürüyor. Oyun, müsabaka, filmler, komik videolar, şununla bununla dalga geçmek, gülmek eğlenmekle ömür çürüten bir gençlikten pek de büyük bir şeyler beklemiyoruz.
Allah-u Zülcelâl ahirete hazırlanmak gibi ciddi vazifelerin yanında dünyevi arzular hakkında; “…bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir.” (Hadid; 20) buyurmuştur.
Halbuki dünya işlerinin bir kısmı, ihtiyaçların helalinden temin edilmesi için zaruridir. Buna rağmen onun dahi ihtiyaçtan fazla kısmı lehviyat yani lüzumsuz bir oyalanma ve eğlence sayılmıştır. Peki ya hiçbir işe yaramayan oyunlar, filmler, diziler…
Ahirete nazaran bu dünya adeta bir rüya gibidir. İnsanlar ölünce asıl hayata uyanacaklar, “Meğerse hakikat zannettiğimiz dünya hayatı ne kadar da geçiciymiş, faniymiş, değersizmiş,” diyecekler. Sâlih ameller ve ona vesile olan şeyler haricinde dünyanın ne kadar sahte ve aldatıcı olduğunu görecekler. Peki bu durumda bizzat kendisi oyun ve eğlence olan sanal alemin hükmü ne olur? Onlar sahtenin de sahtesi değil mi?
Şimdiye kadar seyrettiğimiz filmler, diziler, oyunlar ne işimize yaradı? O oyunlarda kazanılan puanlar ne işe yarıyor?
Eskiden gençlik çağı demek, idealizm zamanı demekti. Genç adam, dünyada olup bitenlerle ilgilenen, bir fikri olan, bir duruşu olan, bir şeyler yapmak gerektiğine inanan insan demekti. Şimdi gençlik deyince akla ne geliyor bir düşünelim?
Gençlik Nimetinden Sorulacağız
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Kıyamet gününde dört şeyden sorgulanmadıkça, kulun ayakları yerinden kımıldamaz: Ömrünü ne için, nerede harcadı? Gençliğini neler için kullandı? Malını nereden kazandı ve nereye sarf etti? İlmiyle ne amel yaptı?” (Tirmizî, Kıyâme, 1)
İnsanın ömrünü ne için harcadığından sorulduğu gibi, ayrıca gençliğinden de sorguya çekileceğinin haber verilmesi, gençlik çağının önemine dikkat çekiyor.
Demek ki, “Şimdi daha gencim, ihtiyarlayınca yaparım,” düşüncesinin dayanağı bulunmuyor.
İşin doğrusu insan gençlik çağının o yüksek kapasitesini kullanarak hayırlı ve faydalı amellere alışmazsa daha sonra alışmak çok daha zor oluyor.
Elbette “zararın neresinden dönersen kârdır,” diyerek son fırsatı elden kaçırmamalı. Ama bundan daha iyisi, henüz gençlik elimizden kaçmadan değerlendirmek olmalı… Çünkü bizim yaratılış gayemiz, çok büyük, çok mühim, çok mukaddes bir vazife… O vazifeyi gerçekleştirmek için bir ömür bile az gelir. Ömrün en kıymetli zamanını israf ettikten sonra geriye kalan kırıntılarla böyle bir vazifeyi başarmak zannedildiği kadar kolay değildir.
Allah-u Zülcelâl bize ayetler nazil ederek, şu hakikati haber vermiş: Biz yaratılışımızın en başında, elest bezminde bir söz verip, esrarlı bir emanet yüklendik. O emanet ki, Allah-u Zülcelâl onun hakkında; “…Şüphesiz Biz o emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler. Onu insan yüklendi…”(Ahzab, 72) buyuruyor.
İnsan kulluk etmek için ve böylece yeryüzünde bir halife olmak için yaratıldı. Bunun için ahsen-i takvim kıvamıyla şekillendirildi, akıl ve gönül sahibi kılındı. Artık Rabbinin terbiyesi altında yetişip kemale ererek, yüksek sıfatlara sahip olmak ve böylece yeryüzü halkına Rabbinin merhameti ve adaletiyle davranmak her insanın üzerinde mukaddes bir vazifedir.
Aslında gencin de böyle bir vazifeye ihtiyacı vardır. Böylece o genç, yüksek bir şahsiyete sahip olarak hem toplumda bir ağırlığa hem tarihte etkin bir role sahip olacaktır. O zaman yaşadığı hayat, biyolojik bir süreç olmaktan çıkıp yüksek bir manaya bürünecektir.
Bunun için her bir gencin, damarlarında deli deli akan o enerjiyi yönlendireceği bir gayesi olmalıdır. Bütün kabiliyetlerinin en yüksek seviyede olduğu bu dönemi, onları Allah'ın katında en yüksek derecelere ulaştıracak bir yolda değerlendirmelidir.
Bunun için de hayat tarzını, arkadaşlarını ve hayat arkadaşını da gayesine uygun şekilde seçmelidir.
Elbette gençlik çağı aynı zamanda heyecan, duygusallık ve acemilik çağı da demektir. Bu yüzden onlara çok güzel bir rehberlik yapılması gerekmektedir. Peki biz yetişkinler onlara bu konuda ne kadar rehberlik yapabiliyoruz?
Genç Bir Nüfusa Sahibiz
Türkiye istatistik kurumunun verilerine göre nüfusumuzun yüzde 40’ını gençler oluşturuyor. Hızla yaşlanan batı dünyası, sahip olduğu zenginlik ve teknoloji birikimini miras olarak bırakabileceği dinamik bir nüfusa sahip değilken, ülkemiz için bu genç nüfus büyük bir şans. Ancak gençlerimizi hem kendi hayatlarını manalandıracak, hem de Ümmet-i Muhammed’i parlak ufuklara taşıyacak bir şekilde yetiştirmek de büyük bir sorumluluk.
Bazı araştırmacılar, gençlik kuşaklarını, X kuşağı, Y kuşağı, Z kuşağı gibi terimlerle isimlendiriyor. Şimdilerde artık yetişkin kesimi oluşturan X kuşağına nazaran, teknolojinin içine doğan genç kuşağın, özgürlüğüne düşkün, kurallardan hoşlanmayan, dikkatini uzun süre bir işe veremeyen, sabırsız, bağlanma duygusundan yoksun, aceleci ve tepkili olduğu yönünde yorumlara rastlıyoruz.
Bu genç kuşak, sanal âlemde bir tıkla istediği siteye girip çıkabildiği gibi, her istediğini hemen elde etmek, sonra bıkınca da çekip gitmek istiyor. Elbette bu şekilde yetişen bir gençliğin yüksek başarılara imza atmalarını bekleyemeyiz. Çünkü hayatta her başarı, azim, sabır ve kararlılık gerektiriyor.
Umutsuzluğa Düşmeyin
Çoğunlukla az çocuklu ve çocuklarına geniş imkanlar sunabilen ailelerde doğan bu nesil, paylaşmayı bilmiyor. İnsan ilişkilerini daha çok sanal âlem üzerinden yürüttüğü için kimseye bağlanmayı, geçinmeyi bilmiyor. Yoksunluğu tatmadığı için nimetlerin kıymetini bilmiyor. Çalışarak elde etmediği için, özlemini çekmediği için hiçbir şeyle mutlu olmuyor.
Şimdi bu çocuklara sahip oldukları gençlik nimetinin değerini bilip yaratılış gayesine göre değerlendirmeyi nasıl öğreteceğiz? Zannederim anne babaların çoğu bu manzaraya bakıp umutsuzluğa düşüyor.
Ancak umutsuz da olmamak gerekiyor. Aslında bu gençlerin sanal alemdeki o oyunlara, eğlencelere sığınmalarının da altında yatan sebep, kendilerine kahramanlık rolü aramaları… Ne yazık ki gerçek dünya onlara çok büyük, çok kalabalık ve çok adaletsiz görünüyor. Kendilerini bu dünyada çok güçsüz, etkisiz ve önemsiz hissediyorlar.
Sanal alemde, sahte de olsa bir kimlik edinmek daha kolay görünüyor. Orada etkili olmak, oyunlarda puan almak, şuna buna yorum yazmak çok daha kolay geliyor. Aslında onlar da bir kimlik sahibi olmayı istiyorlar. Dünyanın gidişine karşı bir duruşlarının, bir eleştirilerinin, bir yorumlarının olmasını istiyorlar.
Gençlerin, dünyadaki zulüm, yozlaşma ve çarpıklıklara karşı bir eleştirilerinin olması gerekir.
Allah-u Zülcelâl Kuran-ı Kerimde, böyle gençlere örnek olarak Ashab-ı Kehf’in hikayesini anlatır.
Bunlar, tek Allah'a iman etmiş, şirki reddetmiş gençlerdir. Hükümdarlarının işkencesi altında dinlerini değiştirmeyi reddederek şehirden kaçıp bir mağaraya sığınmışlardır.
Hz. İbrahim aleyhisselam da yine üvey babasını ve kavmini putperestlikten vazgeçmeye, tek Allah'a iman etmeye davet eden bir gençtir. Hatta bir gün puthaneye gidip, bütün putlarını parçalar.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi veselleme ilk iman edenlerin de çoğu gençti. Hz. Musab, zengin bir ailenin oğluydu. Cins atlara binen, güzel kıyafetler giyen yakışıklı bir genç… Hz. Osman yine varlıklı bir ailenin oğluydu; nazik, hayalı bir gençti.
Onlar alışkın oldukları rahat hayatı dinleri uğruna terk ettiler, Habeşistan’a ve Medine’ye hicret edip, cihada katılıp çok zorluklara sabrettiler. Hz. Muaz, insanları şirkten vazgeçirmek için gizlice putlarını kıran bir gençti. Ve daha niceleri… Radıyallahu anhum ecmeıyn.
İşte bu örnek gençler, içlerinde taşıdıkları cevheri, Mübarek bir Rehber sayesinde işleyip inkişaf ettirdiler ve tarih yazan kahramanlar oldular. Bu zamanın da gençlerinin içinde aynı cevher var, ama onu işlemek için gereken azmi, sabrı, sadakati, sorumluluğu onlara rehberlerinin öğretmesi gerekiyor.
Manevi tekamül, internet sitelerinde özlü sözlere tıklayarak tahsil edilecek bir şey değildir. Bilmek yetmez, yapmak, olmak, yaşamak, hayata geçirmek gerek. Bu da alıştırmayla olur.
Nasıl ki bir askerin, bir sporcunun, talebenin başarılı olması için talim, antreman, ödev vs. yapması gerekiyorsa, güzel kul, kamil mümin olmak için de devamlı zamanı iyi değerlendirmek, sâlih ameller yapmak gerekiyor. Rabbimiz de Resulünün şahsında bize bunu öğüt veriyor:
“Bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş! Hep Rabbine yönel, (O’na yaklaş!)” (İnşirâh, 7-8)
Hatice Kübra Ergin.