* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İstikamet Üzere Kul Olmak  (Okunma sayısı 513 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İstikamet Üzere Kul Olmak
« : Kasım 28, 2020, 08:12:07 ÖÖ »
İstikamet Üzere Kul Olmak

Hz. Enes radıyallâhu anh anlatıyor: “Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem;

‘Şüphesiz; ‘Rabbimiz Allah’tır!’ deyip sonra istikamet üzere bulunanların üzerine melekler iner ve onlara; ‘Korkmayın, üzülmeyin, size va’dolunan cennetle sevinin!’ derler.”(Fussilet, 30) âyetini okudu ve şöyle buyurdu:

“İnsanlar, bunu hep söylediler; ancak, sonradan ekserîsi küfre düştü. Kim bu söz üzere ölürse, o kimse istikamet üzere olanlardandır.” (Tirmizî, Tefsir, 41/3250)

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bu hadis-i şerifinde istikamet üzere olmanın en önemli esasını açıklamaktadır. “Rabbimiz Allah’tır!” deyip, sonra bu söze uygun bir hal üzere yaşamak ve bu şekilde ölünceye kadar sebat etmek…

“Rabbimiz Allah’tır,” demek, Rabbimiz bize ne emrederse, bizi hangi emir ve nehiylerle aramızda hükmederse ona itaat etmek demektir. Bir insan İşte Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu söze sadık kalanlara ayeti kerime ile müjde vermektedir.

Nakşibendi yolunda en mühim esas istikamettir. Bayezid-i Bistami hazretleri ve bir kısım evliyalardan şöyle nakledilmiştir:

“Bir kimseyi havada uçarken de görsen, su üstünde yürüyorken de görsen itibar etme. Ancak istikametine bak! Eğer müstakim ise itibar et!”

İstikamet, insanın bahaneler aramayıp, Allah’a karşı kulluk ahdini yerine getirmesidir.

İstikamet, dünyevî menfaatlere meylederek sağa sola kıvrılmaması, Allah’ın meşru kıldığı dosdoğru yoldan bir milim bile ayrılmamasıdır.

İstikamet, dini kendi aklımıza uydurmaya kalkmamak, aksine beşeri aklımızı Allah’ın indirdiği hakikate tâbi kılmaktır.

İstikamet, Rabbimizin emrettiği, Peygamberimizin rehberlik yaptığı kulluk yolunda sebat etmektir.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, ümmetinin Allah’ın gösterdiği sırat-ı mustakime uyması için elinden gelen her şeyi yapmıştır. En çok endişe çektiği husus da, ümmetinin doğru yoldan sapması ihtimali olmuştur.

“Hud Suresi Beni İhtiyarlattı”

Hz. Ebubekir radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin sadık dostuydu. Efendimiz aleyhisselatu vesselamı bütün varlığıyla desteklediği gibi her türlü derdiyle de yakından ilgilenirdi.

Bir gün Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin halinde bir hüzün ve saçındaki beyazlıklarda artış olduğunu fark etti. Sordu:

– Yâ Rasûlallah! Saçınızda aklar görüyorum. Sanki son zamanlarda aniden ihtiyarladınız. Yoksa bir derdiniz mi var?

Allah Resulü aleyhisselatu vesselam cevap verdi:

“Beni Hûd, suresi ve benzerleri (Vâkıa, Mürselât Sûreleri) ihtiyarlattı.” (Tirmizî, Tefsir 57)

Hûd suresi ve bahsi geçen diğer sureler, geçmiş milletlerin helak edilişlerinden bahsediyordu. Onların Peygamberlerine karşı edepsiz davranışlarını, nasihatlere sırt çevirişlerini ve Allah’ın gazabını kendi üzerlerine adeta davet edişlerini anlatarak kıyamete kadar gelecek insanlığa son İlâhî uyarıyı yapıyordu.

Hûd Suresinde bir ayet-i kerimede: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Seninle beraber tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür. ” (Hûd, 112) buyurulması Peygamberimiz’i çok endişelendirmişti.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem zaten dosdoğru idi, istikamet üzereydi. Nitekim Allah-u Zülcelâl O’na: “…Sen sırât-ı müstakim üzeresin.” (Zuhruf, 43) buyurmuştu.

Ancak Efendimiz aleyhissalatu vesselam ümmeti için endişe ediyordu. Çünkü hitap sadece O’nun şahsına değil, O’nun ümmetine de yapılıyordu.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bu surelerde haberleri anlatılan geçmiş ümmetlerin işlediği günahları kendi ümmetinin de işlemesinden, nimetlerle şımarıp azmasından ve hidayet nimetine nankörlük etmesinden korkuyordu. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de ümmetine olan şefkati sebebiyle öyle endişeleniyordu ki bu onu ihtiyarlatmıştı.

Elbette Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, sadece endişelenmekle kalmadı, elinden geldiği kadar Allah’ın dinini dosdoğru tebliğ, talim ve tatbik ederek ümmetine rehberlik yaptı. Ashâb-ı kirama Allah’ın dinini en güzel şekilde öğreterek kendisinden sonra tutunulacak sapasağlam bir kulp bıraktı.

“Nimet Verdiklerinin Yoluna”

Allah-u Zülcelâl bizlere her gün namazlarımızın her rekatında Fâtiha suresini okumamızı emretmiştir. Böylece günde kırk ila elli sefer okuduğumuz bu surede Rabbimiz bize şöyle dua etmemizi emretmektedir:

Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. O, rahmândır ve rahîmdir. Ceza gününün mâlikidir. (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. Bizi Sırât-ı Müstakîme hidayet et, yani dosdoğru yola eriştir. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!” (Fatiha, 1/1-7)

Görülebileceği gibi biz her rekatta okuduğumuz bu surede Allah’a hamd ettikten ve kulluk ahdimizi tazeledikten sonra “Bizi Sırât-ı Müstakîme hidayet et” diye dua etmekteyiz. Buradan da anlaşılmaktadır ki, bizi nimet verdiği kimselerin yoluna, Rabbimizin rahmet ve mağfiretine, cennet ve cemâline ulaştıran dosdoğru yola eriştirmesi bizim için yegane kurtuluş yoludur.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, kendisine başvurup, kısa ve özlü bir nasihat isteyen kişiye: “Allah’a inandım, de, sonra da dosdoğru ol!” (Müslim, İman, 62; Tirmizî, Zühd, 61; İbn Mâce, Fiten, 12) buyurmuştur.

“Allah’a inandım” diyen bir kişi, daha sonra söylediği bu söze uygun hareket ederse, yani iman ettiği Allah’ın emrettiği her şeyi yerine getirirse, o zaman kurtuluşa erecektir. Ancak Allah’ın indirdiği şeylerden kolayına gelen veya alışkanlık haline getirdiği bir kısmını yerine getirirken, biraz nefsine zor gelen, fedakarlık isteyen kısmını yapmazsa dosdoğru yoldan ayrılmış olur.

Rabbimiz şöyle buyuruyor.

“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/177)

Bu ayet-i kerimede bildirildiği gibi, istikamet Allah’ın emrettiği iyilik ve fedakarlıkları yapmak ve Allah’ın yolunda mücadele ederken sabırlı olmaktır. Allah-u Zülcelâl’in bizden istediği hakiki dindarlık, samimi fedakarlıklardır.

Sadi Şirazi hazretleri der ki:

“Doğruluk, Allâh’ın rızâsını mûciptir. Sırât-ı müstakîm üzerinde yürüyenin kaybolduğu görülmemiştir.”

İstikamet, İtidaldir

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ahiret gününde karşılaşacağımız hesabı öyle anlatıyordu ki, ashabı kiramdan bazıları hiç uyumadan gece namazı kılmak, ara vermeden oruç tutmak, hiç et yememek, evlenmemek suretiyle kendilerini ibadete vermeye karar verdiler.  Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ise buna razı olmadı. Bir gün;

“–Orta yolu tutunuz, istikamet üzere dosdoğru olunuz. Biliniz ki, hiçbiriniz ameli sayesinde kurtuluşa eremez.” buyurdu.

Sordular:

“–Siz de mi kurtulamazsınız, ey Allâh’ın Rasûlü?”

Efendimiz şu cevabı verdi:

“–(Evet) ben de kurtulamam. Ancak Allah rahmet ve keremi ile beni bağışlamış olursa, o başka!” (Müslim, Münâfikûn 76, 78. Bkz. Buhârî, Rikāk 18, Merdâ 19)

Aşırı uçlara savrulan kişilerin zamanla kibre, ucuba kapılması gibi tehlikeler vardır. Yahut kişi bir hevesle aşırı ibadete kalkışır ama zamanla hevesi kaçar. İşte bu gibi tehlikelere karşı itidal üzere, yani her gün bir miktar ibadet ve evrâd-u ezkar okuyarak, yolun sonuna kadar sebatkar olmak lazımdır. Çünkü bu yolun üzerinde nefis ve şeytanın türlü tuzakları vardır. En doğrusu, bu yoldan sapmamak için sabır üzere sakince ilerlemektir. Önemli olan aşırı ibadetler yapmak değil, makbul ameller işlemektir. 

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri buyurmuştur ki:

“Ey Hak yolcuları! Hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellem’in dininde gevşeklik ve aşırılığa asla cevaz ve imkân vermeyiniz! Zira bu yolda istikamet ve gayret, sayısız keşf u kerâmetten efdaldir.”

Geçmiş kavimler, Allah’ın dinine tam teslimiyetle uymak yerine, dinin bir kısım hükümlerinde aşırılık, bir kısmında gevşekliğe düştüler. Mesela Allah’ın haram kılmadığı şeyleri haram kıldılar, haram kıldığı bazı hususlara ise uymadılar. Bu yüzden doğru yoldan saptılar. Fakat kendilerini doğru yol üzerinde zannediyorlardı.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin gönderildiği zamanda Yahudiler kendilerini Allah’ın seçkin bir kavmi olarak gördükleri için son Peygamberin mutlaka onların arasından gönderileceğini sanıyorlardı. Ancak Allah-u Zülcelâl son Peygamberini Arap yarımadasına gönderince bunu kabullenemediler. Kendi atalarıyla, kendi yollarıyla avunup kalmayı tercih ettiler. Allah-u Zülcelâl onlara indirdiği ayetlerle, ahlaklarını düzeltip Allah’ın indirdiği dine ve Resule boyun eğmedikten sonra atalarının onlara bir fayda sağlamayacağını bildirdi.

Şimdi biz de benzer bir imtihandayız. Allah’ın indirdiği dinin bir kısım hükümlerini doğru düzgün bilmiyoruz, tatbik etmiyoruz. Kendimizce bir dindarlık anlayışı içinde yaşayıp giderken bilmeden bazı yanlışlara düşüyoruz. Mesela faizle muameleden tam sakınmayanlar, tesettürü kendi tarzına göre yaşayanlar kendilerini doğru yolda zannedebiliyor.

Peki Yahudileri atalarının Peygamber olması kurtarmadıysa, bizi anne babamızın Müslümanlığı kurtarır mı? Ecdadımızın İslam’a hizmetleri sayesinde cennete girebilir miyiz?

Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Ey Allah’ın Resulü Muhammed’in kızı Fâtıma! Ey (halam) Safiyye! Allah katında makbul ameller işleyiniz! Çünkü ben (kulluk yapmadığınız takdirde) sizi Allâh’ın azabından kurtaramam!” (İbn-i Sa‘d, II, 256; Buhârî, Menâkıb, 13-14; Müslim, Îman, 348-353)

Demek ki Peygamberimizin rehberliğine uyarak istikamet üzere yaşamadıktan sonra hiçbir şeyin faydası olmuyor. Kendimizi Allah’a beğendirecek dosdoğru bir kulluk yapmak için biraz fedakârlığı göze almalıyız. İşte ancak o zaman, meleklerin, ‘Korkmayın, üzülmeyin, size va’dolunan cennetle sevinin!’ dediği hakiki kullardan olabiliriz.

Allah-u Zülcelâl hepimizi istikamet üzere olan kulların eylesin.

Amin.

Hatice Kübra Ergin.