Mümin Hayır İşlemeye Doymaz!
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem sabahın erken saatlerinde mescidde oturuyordu. Ashab-ı kiram da etrafına toplanmışlardı. Peygamber Efendimiz bir soru sordu:
- Bugün hanginiz oruçludur? Hz. Ebubekir radıyallahu anh:
- Ben, yâ Rasulallah dedi. Peygamberimiz bu sefer,
- Bugün hanginiz bir cenazeyi takip etti? diye sordu. Henüz sabahın erken bir saatiydi. Sahabe şaşırmıştı. Ama Hz. Ebûbekir efendimiz,
- Ben, yâ Rasulallah.” diye cevap vermişti. Peygamberimiz,
- Bugün sizden kim bir fakiri doyurdu? diye sormaya devam etti.
Yine Hz. Ebûbekir radıyallahu anhın cevabı aynıydı:
- Ben Ya Rasulallah. Peygamberimizin son sorusu:
- İçinizden kim bir hastayı ziyaret etti? İdi. Yine Hz. Ebûbekir,
- Ben! cevabını verince, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem tebessüm ederek şu müjdeyi verdi:
- Bu hasletler kimde toplanırsa, işte o, cennete girer. (Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe; 12)
Hz. Ebubekir Efendimiz, salih amel ve iyilik yapmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan, her an bir hayra koşan bir mümindi. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem de faziletinin bilinmesi ve herkese örnek olması için onun bu halini ortaya çıkarmıştı.
Allah-u Zülcelâl’in müminlere ihsan ettiği, bol bol sevap kazanma fırsatı sunan mübarek Üç Aylara girmiş bulunuyoruz. Bu aylar bizim için salih amellerimizi ve hayırlarımızı artırmak için bir fırsat olmalı.
Rabbimiz bir ayet-i kerimede:
“Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu (yaratılanların boş yere yaratıldığı iddiası) inkâr edenlerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay inkâr edenlerin hâline!” (Sad, 27) buyuruyor.
Evet, o uçsuz bucaksız semalardaki melekler, yeryüzünde hizmetimize verilen bunca nimetler boş yere yaratılmadı.
Peki neden yaratıldı? Rabbimiz cevabını veriyor:
“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56)
Bizler zamanımızın çoğunu dünya işlerine sarfediyoruz. Halbuki Rabbimiz dünya işlerinin, Allah'a kulluk vazifemiz yanında oyun eğlence değerinde olduğunu bildiriyor. (Ankebut, 64) Böylece bize diyor ki, “Nasıl ki oyunu ancak çocuklar ciddiye alır, bunun gibi, dünya işlerini de ancak çocuk gibi hep peşin zevk veren şeylere koşan cahil ve nefsani kimseler önemser. Akıllı kimseler ise yaratılış gayeleri olan kulluk vazifesini esas alır, hayatlarının merkezine yerleştirirler.”
İşte hayatımızın asıl amacını merkeze almak için güzel bir fırsat. Regaib kandili ile birlikte kapısından girdiğimiz üç ayları, nefsimizi ibadetlerin nurani rengine boyamak ve kirlerinden iyice arındırmak için biraz gayret gösterelim, inşallah.
En Güzel Hayat Tarzı
Bizlere ulaşan hadis-i şeriflerden dahi anlıyoruz ki, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, üzerinde onca ağır yük varken, birçok hizmete ve faaliyete koşarken bir yandan da ibadetten geri kalmıyordu. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin uyuması, uyanması, yemesi içmesi, yolculuğu, ailesiyle mübaşereti ibadete, duaya, niyaza mani olmuyor aksine vesile oluyordu.
Resul-ü Zişan Efendimiz aleyhisselatu vesselam, ne seferde ne hazerde, ne hastalıkta ne sağlıkta, ne boş vakitte ne meşguliyette ibadetinde bir gevşeklik göstermiyordu. Yaya olarak sefere çıktıkları Bedir harbinde, herkes yorgunluktan uyuyup kaldığı vakit, o yine geceyi kıyamda geçiriyordu. Elçileri karşılamakla meşgul olup bir sünnet namazı kılamadıysa onu müsait olduğu vakitte kaza ediyordu. Gencecik hanımının yanında gecelediğinde kendisinden müsaade isteyip, uzun uzun namaz kılıyor, secdeye kapanıp dualar ediyordu.
Bizlere örnek olarak gönderilen Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, ömrünü her hal ve şartta Allah'a ibadetle değerlendirdi. Böylece kulluğun zirvesindeki bir insanın ömrünü nasıl en güzel şekilde değerlendireceğini bize gösterdi.
Allah'ın Resulü aleyhisselatu vesselam, kulluğunda hiçbir zaman gevşekliğe düşmediği halde, üç aylara gelince daha da bir şevkleniyordu. Ashab-ı kiram hazeratı, her ayın en az üç günü nafile oruç tutan Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin, Recep ve Şaban aylarına kavuşunca oruç ibadetini daha da artırdığını bildiriyor.
Oruç Maneviyat Kaynağı
Oruç ibadeti, başlı başına çok kıymetli bir ibadet; Rabbimizin adeta sürpriz olsun diye açıklamadığı, sayısız sevap ve manevi derece kazandıran çok üstün bir kulluk. Bunun yanında oruçlu olmak, başka ibadetlere de vesile olan, maneviyat kazandıran ve hayır işlemeyi kolaylaştıran bir ruhani faaliyet…
Hemen hepimiz biliriz, oruç tuttuğumuz zaman, günümüz ne kadar bereketlenir. Normal günlerde kahvaltı, çay keyfi, yemek bulaşık, bizi meşgul eder. Bunların zaman kaybettirmesinin yanında, güne böyle gevşek tempoda başlayınca günün gerisi de öyle geçer gider. Kıymetli işlere bir türlü zaman bulunmaz. Oruç ise insanı disipline eder, diğer günlerde zaman bulmadığın, dikkatini veremediğin okumalara, ibadetlere hem zaman bulunur hem de tesiri hissedilir.
Eski âlimler demişler ki, “İnsan lüzumsuz bir lokma yerse mutlaka faydasız bir laf da konuşur. Bunun için ağzından çıkanlara hâkim olmak istiyorsan, ağzına girenlere de hakim ol!”
Bu sözün doğruluğunu oruçluyken açıkça müşahede edebiliriz. Oruçlu günlerimizde malayani konuşmaların olduğu gezmelerden ayağımız kesilir, evimizde otururuz. Kur'an-ı Kerim okumak, zikretmek ise kolaylaşır ve tatlılaşır. Çünkü tokluğun verdiği kalp kasveti gider, kalbin manevi hislere bürünmesi kolaylaşır. Bu da ibadete gayretin artması için uygun bir zemin oluşturur.
İtikaf ve çileye çekilenler de daima oruçlu olur, hatta iftarda da hafif yiyecekler yerler. Tasavvuf yolumuzun büyüklerinin her zaman dikkat çektiği gibi, salih amellerden her biri diğerini beraberinde getirir veya kolaylaştırır. İşte mümine yakışan hayat tarzı de budur; bir amelden kazandığı manevi güçle hemen diğer hayra koşmak…
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
"Mümin cennete girinceye kadar hiçbir hayra doymaz.” (Tirmizî, İlim 19)
Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bu hadis-i şerifiyle hakiki müminin hayır işlemekte ve sevap kazanmakta çok şevkli ve istekli olması gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü cennetteki nimetler ve Rabbimizin katındaki dereceler sonsuzdur. Rabbimiz kulluk yapmakta gayretli olanlara, diğer kulların gıbta edeceği dereceler vereceğini bildirmiştir.
Rabbimizin bazı ayet-i kerimelerde hayırlı işleri, büyük bir şevkle, arzuyla adeta yarışırcasına heyecanla yapmamızı istemiştir: “Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın!” (Bakara, 148)
Bazı ayet-i kerimelerde bizzat cennet nimetleri ve derecelerin isimleri sayılır:
“Muhakkak ki ebrar (iyi kullar) naim cennetinde, (sonsuz nimetler içindedir) Tahtlar üzerinde etrafa bakarlar. Yüzlerinde nimet ve mutluluğun sevincini görürsün. Onlara mühürlü saf bir içecek sunulur. Onun sonu misktir. İşte imrenip birbirinizle yarışacaksanız, asıl bu nimetler için yarışın.” (Mutaffifin, 22-26)
Nefsimiz genel itibarıyla tembel, ihmalkar, bahane bulucu ve erteleyicidir. Ama müslümana düşen onu bu mezmum sıfatlardan tezkiye edip, Allah'ın sevdiği halleri ona yerleştirmektir. Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede amel yapma hususunda tembelliği ve üşengeçliği münafıkların sıfatları arasında saymaktadır ki, müminler bundan şiddetle sakınsınlar:
"Şüphesiz münafıklar, Allah'a oyun etmeye kalkışıyorlar. Halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman, üşenerek kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah 'ı da pek az zikrederler.” (Nisâ, 142)
Bu hallerden sakınmak için mutlaka Allah'ın sadık kullarıyla beraber olmak lazımdır. Allah dostlarının etrafında kenetlenen bir cemaate uyduğumuz takdirde, salih ve saliha kardeşlerimiz bize amel yapmayı, mübarek zamanları değerlendirmeyi hatırlatır, oruç ve diğer ibadetleri artırmaya teşvik eder.
İnsan ibadetle nefsin tembelliğini kırınca başka iyilikler ve hizmetler yapmak da kolaylaşır. Rabbimiz bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“Ey iman edenler, rükû edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.” (Hac, 77)
Ayet-i kerimede önce rüku, secde gibi taabbüdi ibadetler sayılmış, sonra mali ibadet ve insanlara hizmeti de kapsayan umumi ifadelerle kulluğun ancak bunlarla tamamlanacağına işaret edilmiş. Bizler de inşallah ibadetten aldığımız manevi kuvveti yine Allah'ın dinine hizmet için kullanabiliriz. Rabbimizin kendi dinine hizmet için seçtiği kullar arasına girersek bu bizim için ne kadar büyük bir nasiptir.
Allah-u Zülcelâl her şeye kadirdir. O dinini elbette aziz kılacak, kıyametten evvel muhakkak dünyaya hakim eyleyecektir. Önemli olan biz bu yolda ne kadar çaba gösterip, fedakarlık yapıyoruz?
Cenab-ı Hakkın birçok kulları var. Bazen görüyoruz, Rabbimiz dilerse dünyanın öbür ucundaki bir kişiye iman, samimi kulluk ve gönülden İslam hizmeti nasip ediyor. Bizler hazır bulduk ama birçok kişiler müslüman olmak uğruna nice zorluklarla mücadele ediyor, nice engelleri aşıyor.
Oysa biz müslüman bir ecdadın torunları olarak, her yerinden ezan sesleri yükselen bir coğrafyada gözlerimizi açtık. Kendi dilimizde hazırlanmış dini kitaplar bulabiliyoruz. Allah-u Zülcelâl içimizden, dilini kolayca anladığımız, ziyaret edip feyz aldığımız Allah dostları verdi. Eğer bunca nimetin kıymetini bilmezsek Rabbimize ve üzerimizde emeği olanlara karşı ne kadar büyük bir nankörlük etmiş oluruz.
Mahşer günü, böyle kolay bir kazanç fırsatını elden kaçırdığımız için ne kadar pişman olacağız bir düşünelim.
İşte bütün bunları düşününce, üzerimizdeki nimetlere şükür için kulluğumuzu en güzel şekilde yapmamız gerektiğini anlayabiliyoruz. Bu dünyaya getiriliş gayemizi bildirilen ayet-i kerimede Rabbimiz, “hanginiz daha güzel amel yapacak diye imtihan etmek için hayatı ve ölümü yarattığını” (Mülk, 2) bildiriyor. Demek ki bu dünya meydanı, güzel amel yapmak için bir yarış sahasıdır.
Eğer buna iman ediyorsak, amellerimizi güzelleştirmek, hizmetlerimizi mükemmelleştirmek için hep bir çaba içinde olmamız gerektiğini de bilmemiz gerekir. Eğer böyle şevkli olursak başkalarına da vesile oluruz ve onların sevabından da hisse alırız.
Rabbimiz; hayır işlerine öncü olan, başkalarına da örnek ve vesile olan kullarını şöyle övmüştür:
“Rablerinin azametinden korkup titreyenler, Rablerinin ayetlerine inananlar, Rablerine ortak koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için verdiklerini kalpleri ürpererek verenler, İşte bunlar hayır işlerine koşuşurlar ve o uğurda öne geçerler” (Mü’minûn,57-61)
Rabbim bizleri de onların izinde gidenler arasında haşr eylesin. Amin.
Hatice Kübra Ergin