Rahmet Kapısının Anahtarı - DUA
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben onlara yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.”(Bakara, 186)
Bizim gibi ihtiyaç ve endişeleri çok fazla olan aciz kullara dua etme fırsatı verilmiş olması, Allah'ın en büyük rahmetidir. Eğer Rabbimiz dua etmemize izin vermemiş olsaydı çok üzülmemiz gerekirdi. Çünkü istediğimiz şeyleri Allah'ın yardımı olmadan elde etmeye gücümüz yetmez.
Dünya hayatında ve ahirette başımıza gelecek olan türlü hallerden kendimizi muhafaza edemeyiz. Bizim imdadımıza ancak dünyayı ve ahireti yaratan, her şeyin idaresini elinde tutan Yüce Rabbimiz yetişebilir.
Öyleyse Rabbimizin bizim gibi gafil, hata ve kusurlar işleyen kullarına bir şeyler isteyebilme hakkı vermesi ne kadar büyük bir rahmettir!
Eğer Rabbimiz bize rahmet kapısını tıklatma hakkı tanımasaydı biz ne yapardık?
Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:
“Dua, rahmet (kapılarını açan) bir anahtardır.” (Tirmizî, Da’avât, 1)
Rabbimiz o kadar lütuf ve kerem sahibi ki, “Ey kullarım, Ben sizi yoktan var ettim, bunca nimet verdim. Bunların şükrünü yerine getiremiyorsunuz. Bir de benden başka nimetler ve lütuflar istiyorsunuz,” demiyor. Aksine kendisinden istenmesini seviyor.
“Kulum benim cömertliğimi bildi de Ben’den istiyor,” diye razı oluyor. Öyleyse böyle Kerim ve Rahim Rabbimize niye dua etmeyelim? Allah'ın rahmetine neden talip olmayalım?
Allah-u Zülcelâl cömertliği hudutsuz olandır, kendisinden bir şey istenmesini sever. Böyle bir ihsan kapısı varken, istifade etmekten mahrum olursak çok yazık olur.
Dua İbadetin Özüdür
Sahih Hadis-i şeriflerin cem edildiği birçok eserlerde Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ashabına dualar ezberlettiğini okuyoruz. Mesela Peygamber efendimizin genç sahabelerinden Abdullah ibni Mesud radıyallahu anh;
“Elim, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in elinin içinde olduğu halde, bana Kur’an’dan bir sure öğretir gibi şu teşehhüdü öğretti.” Dedi. Sonra namazlarımızda okuduğumuz “Et-Tahiyyatu…” duasını rivayet etmiştir. (Buhari, Ezan 148,150, Müslim, Salat 55-61)
Peygamber efendimizin sevgili torunu Hz. Hasan radiyallahu anh da, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin ona vitirde okuduğu bir dua öğrettiğini bildirmiştir. (Ebu Davud, Salat 340; Tirmizi, Salat 341) Yine kızı Hz. Fatıma radıyallahu anhaya, ehline ve ashabına çeşitli dualar öğrettiğini görüyoruz.
Bunlardan anlıyoruz ki Peygamber efendimiz aleyhisselatu vesselam, namazı ve diğer ibadetleri öğrettiği gibi, dua etmeyi de öğretiyordu.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ibadetlerini yaparken, adeta dua edercesine boyun eğişle, huşu ve tevazu ile yapardı. İbadetlerini tamamlayınca dua etme fırsatını kaçırmazdı. Namazdan sonra, orucunu tamamlayıp iftar ederken, Kur'an-ı Kerimi hatmedince dua ettiğini, dua edilmesini tavsiye ettiğini biliyoruz.
Zaten Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurmuştur ki:
“Dua, o ibadetin (özüdür,) ta kendisidir.” (Tirmizî, De’avât, 2)
Dua ibadet gibidir, ibadetin asıl ruhu ve gayesidir. Çünkü ibadet nasıl ki Allah'a boyun eğiş, Allah'ın emirlerine itaat ve O’nun büyüklüğünü bilmek ve O’na yaklaşmaya vesile aramak demek ise, dua da aynı şekildedir. Dua etmek de tıpkı ibadet etmek gibi, kulun kendi muhtaçlığını kabul etmesi ve ancak Allah'ın yardımına güvenmesi demektir.
Dua da ibadet gibi sadece Allah'a yapılır. Allah'ın her şeye kadir olduğuna iman ederek yalnız Allah'tan yardım istenir.
Her şeyin Allah'ın takdirine bağlı olduğuna iman ederek ve onun yardımını ümit ederek yalvarıp yakaran müminler, kalplerindeki tevekkül ve teslimiyeti kuvvetlendirmiş olurlar. Bu sebeple Rabbimiz birçok ayet-i kerimelerde kullarına dua etmeyi emretmiştir.
Allah Azimüşşan Kur'an-ı Kerim’de geçmiş Peygamberlerin çeşitli hallerde yaptığı dualardan örnek vererek veya dua ayetlerini nazil ederek nasıl dua etmemiz gerektiğini öğretmiştir. Bir ayet-i kerimede;
“De ki: "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkan, 77) buyurmaktadır.
Allah-u Zülcelâl kerem ve cömertliği sebebiyle dua etmemizi istiyor ve hatta dua etmeyenlere gazab ettiğini bildiriyor. Bir ayet-i kerimede şöyle buyruluyor:
“Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir” (Mü’min, 60)
Duaya ve Nusret-i İlahiye Muhtacız
Hepimiz, her hususta Allah'ın nusret ve yardımına muhtacız. Dünya hayatında da Allah'ın nimetlerinden müstağni olamayız. Hele ahirete hazırlanabilmek için Allah'ın hidayetine, rahmetine, bizi muvaffak kılmasına, ayaklarımızı hak yolda sabit tutmasına, üzerimize sabır yağdırmasına çok çok muhtacız.
Düşmanımız çok çetin, biz ise çok zayıfız. Nefsimiz ve şeytan bizi helake götürürken Allah'tan başka bize kim yardım edebilir?
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem;
“Dua etmekte aciz olmayın, çünkü dua eden hiçbir insan helâk olmaz.” (Hâkim, De’avât, I, 494) buyuruyor.
Peygamber aleyhisselatu vesselamın bir duası şöyledir:
“Allâh’ım! Sen’in gazabından rızâna, azâbından affına ve Sen’den yine Sana sığınırım! Sen’i lâyık olduğun şekilde medh ü senâdan âcizim! Sen kendini nasıl medh ü senâ etmişsen öylesin!” (Müslim, Salât, 222)
Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bu duasında, dua esnasındaki kulun acziyet ve muhtaçlığı dile getirmesi gerektiğini öğretmektedir.
Yine Peygamber sallallahu aleyhi vesellem; “Elbette Rabbiniz pek hayalı, pek cömerttir. Kulu ona elini açtığı zaman, o elleri boş çevirmekten hayâ eder,”(Ebû Dâvûd, Vitir 23; Tirmizî, De'avât 104) buyurarak duada ellerimizi semaya açmamızı tavsiye etmektedir.
Dualarımızın kabul olması için de yine duaya sarılmalıyız. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir duasında şöyle buyuruyor:
“Allahım! Ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen bilgiden ve kabul olunmayacak duadan sana sığınırım.” (Tirmizî, Daavât, 69; Nesâî, İstiâze, 13)
Dua ederken ağlayarak veya ağlamaklı bir şekilde, yalvara yakara, içtenlikle dua etmek en güzeldir. Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (A’raf, 7/55)
Unutmayalım ki Allah-u Zülcelâl her şeye kadirdir. Bir şeyin olmasını dilerse âlemdeki bütün sebepleri o şeyin olması için harekete geçirebilir. Allah bir şeyin olmasını takdir edince “Kün” yani ol der ve o da oluverir." (Yâsin, 82) Bunu bilerek dua eden bir kimse ümitsizliğe düşmez.
Dua ederken istediğimiz şeyler hemen gerçekleşmiyor, diye ümitsizliğe düşmeyelim. Belki o istediğimiz şeyin takdir edilen vakti gelmemiştir. Belki de o bizim için hayırlı değildir, Allah-u Zülcelâl ondan daha hayırlısını takdir etmiştir.
Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:
“Allah'a dua eden herkese Allah icâbet eder. Bu icâbet, ya dünyada peşin olur, ya da ahirete saklanır yahut da dua ettiği miktarca günahından hafifletilmek suretiyle olur. Yeter ki günah talep etmemiş veya sıla-ı rahmin kopmasını istememiş olsun, ya da acele etmemiş olsun.” (Tirmizî, Daavât 145)
Bu hadis-i şeriften anlıyoruz ki, dua etmek makbul bir ameldir. Allah-u Zülcelâl bu ameli kabul eder ama isterse kulun istediği şeyi aynen verir, isterse onun yerine sevap verir.
Bizler bu dünyaya, bir takım imtihanlardan geçerek ahiret derecelerini kazanmaya geldik. Bazen bunu unutuyor, dünyadaki sebepler perdesine takılıp kalıyoruz. Bu dünya perdesinin nakışları bizi lüzumundan fazla meşgul ediyor, “Niye şöyle oldu da, böyle olmadı,” diyoruz.
Hâlbuki nakışların bir önemi yok, bizim asıl imtihanımız o perdeye fazla takılmamak. Eğer en büyük imtihanımız olan iman ve teslimiyet sınavından geçebilirsek Allah'ın takdirine razı olmak bize zor gelmez.
Zaten duanın bir manası da her şeyin Allah'ın takdirine bağlı olduğunu bilmektir. Bu dünyanın dış görünüşü, her şeyin sebepler vasıtasıyla meydana geldiği vehmine neden olur. Ama aslında bütün sebepler Allah'ın takdirine bağlıdır. İşte buna iman edip, Allah'a tevekkül etmelidir.
Tevekkül ve Rıza Duaya Mani Değil
Dua etmek tevekkülün ta kendisidir. Kulun fiili ve kavli duasını yaptıktan sonra neticeyi Allah'ın takdirine bırakması, Allah'ın takdiri ne olursa olsun ona gönülden razı olması ne kadar hoştur. Kalbi tevekkül ve rıza ile dopdolu olan kişinin maneviyatını hiçbir şey sarsamaz. Bunun için en büyük dua, Allah'a tevekkül etmektir.
Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:
“Büyük zorluklara dûçar olduğunuz zaman ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir,’ zikrine devâm ediniz.” (Ebû Dâvud, Vitr, 25; Tirmizî, Kıyâme, 8; İbn Hanbel, Müsned, I, 336)
Her hususta dua etmekten kaçınmamalıyız. “Nasıl olsa kaderde ne varsa o olacak,” diye düşünmek de bizi duadan mahrum etmemelidir. Çünkü Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Kaderden sakınmak kaderi defetmez. Lâkin sâlihlerin duâsı, nüzûl etmiş ve edecek olan elem ve musîbeti defetmeye ve kaldırmaya medâr olur. İş böyle olunca ey Allah’ın kulları, duâ ediniz.” (Tirmizî, Deavât, 101; İbn Hanbel, Müsned, V/224)
Bu hadis-i şeriften anlıyoruz ki kadere iman etmek dua etmeye engel değildir. Çünkü dua da kaderdendir, dua neticesinde musibetin kalkması da kaderdendir.
Musibetler kulun hatalarına kefaret olarak gelebilir. Eğer kul istiğfar ve dua ile Allah'a sığınırsa musibetler en hafif bir şekilde atlatılabilir yahut bize sabretme gücü verilir de o musibet bizim için hayra vesile olur. Buna iman ederek dua ve istiğfara devam etmeliyiz.
Dua etmek ruhlara ferahlık ve ümit verir. İnsanın şevkli ve gayretli olmasına vesile olur. Kim dua etmenin maneviyatından istifade ederse manevi olarak kuvvetli olur, İnşallah.
Allah-u Zülcelal hepimizi kendi razı olacağı şekilde tevbe, dua ve ibadetler işleyen ve kendi fazlı, keremi ile muamele ettiği kullarından eylesin. Amin.
Hatice Kübra Ergin.