* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İki Cihanda Saadetin Sırrı - Güzel Ahlak  (Okunma sayısı 338 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İki Cihanda Saadetin Sırrı - Güzel Ahlak
« : Mart 26, 2019, 09:28:08 ÖÖ »
İki Cihanda Saadetin Sırrı -  Güzel Ahlak

Ebû Hureyre radıyallahu anh diyor ki, bir adam Peygamberimize:

—Ey Allah’ın Resûlü, falan kadın çok (nafile) namaz kılar, oruç tutar ve çok sadaka verir. Yalnız dili ile komşularını incitir, dedi (ve Peygamberimizin bu kadın durumunu sordu) Peygamberimiz:

—O, Cehennemdedir, buyurdu. Adam:

— Ey Allah’ın Resûlü, falan kadın da az namaz ve orucu ile anılır ve kendi yaptığı yağsız peynirden (az) bir miktar da sadaka verir. Ancak (iyi ahlâkı sebebiyle) komşularına eziyet etmez, dedi (ve bu kadının halini sordu) Peygamberimiz;

—İşte o kadın Cennettedir, buyurdu.(Ahmet b. Hanbel, Müsned, II, 440)

Bu hadis-i şeriften anlıyoruz ki, insanları inciterek kul hakkına giren, kötü ahlak sahibi bir kişiye nafile amel işlemesi fayda vermiyor.

Elbette bu hadis-i şerif namaz, oruç gibi ibadetlerin önemsiz olduğunu göstermiyor. İnsanlar “Çok namaz kılıyor,” desin diye şeklen kılınan ama kalbe tesiri olmayan ve ahlakı düzeltmeye yaramayan bir ibadetin makbul olmadığını anlıyoruz.

Çeşitli ayet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki ibadetten maksat, imanı kuvvetlendirmek, kendini düzeltmek, kalbi nurlandırmaktır. Mesela Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede; “…Namaz, insanı fuhşiyattan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebût, 45) buyuruyor. Allah Rasulü aleyhisselatu vesselam: “Kim yalan söylemeyi ve yalanla iş yapmayı bırakmazsa, Allah-u Zülcelâl o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına (yani oruç tutmasına) ihtiyacı yoktur.” (Buhârî; Savm; 68) buyuruyor.

Rabbimizin hiçbir ibadete ihtiyacı yoktur; ama Allah'a layık bir kul olmak için bizim o sâlih amellerle kendimizi yetiştirmeye ihtiyacımız vardır. Eğer o ameller sırf şekilden ibaret ise, bizi kemale erdirmiyorsa, o zaman faydası da olmuyor. Öte yandan ihlaslı bir şekilde yapılan az bir amel ile beraber Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin güzel ahlakını benimsemek kişiyi kemale erdiriyor.

Nitekim Habib-i Zişan Efendimiz buyuruyor ki,

“Mümin güzel ahlâkı ile (çok) nafile oruç tutup nafile ibadet edenin derecesine erişir.”  Ebû Dâvud; Edeb; 8

Ahlak İmanın Meyvesidir

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem;

“Mü’minlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâken en güzel olanıdır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 250) buyurarak, iman ile ahlak arasındaki kuvvetli irtibata dikkat çekmişlerdir. Bazı alimler bu hakikati ifade için şöyle demişlerdir:

“İslam dini bir ağaca benzetilecek olsa, iman onun kökü, ibadetler gövde ve dalları, ahlak ise meyvesi olurdu.”

Bu benzetme kalpte samimi bir iman olduğu zaman onun mutlaka güzel ahlak meyveleri vereceğini işaret etmektedir. Demek ki ahlaki problemlerimizi düzeltmenin de çaresi imanımızı kuvvetlendirmektir. Çünkü kökü kurumuş bir ağacın yapraklarına ilaç uygulamanın faydası olmaz. Asıl kökteki imanın zayıflığına çare bulmalıdır.

Bir insan Allah'ın onu her yerde, her zaman gördüğüne inanıyorsa, o her zaman, herkese karşı güzel ahlak ile muamele eder. Ama kalpte iman zayıf ise ancak birtakım mecburiyetler onu zorladığı zaman güzel davranır; herhangi bir menfaat veya mecburiyet olmayınca güzel davranma ihtiyacı hissetmez. İşte bu imanın kuvvetli ve ihlaslı olmadığının işaretidir.

İmam Gazali, ahlakı, “kişinin zorlanmadan yapıverdiği hal ve hareketler” olarak tarif eder. İnsan ancak samimi imanı varsa, “Nasıl olsa Allah-u Zülcelâl beni görüyor, iyiliklerimin mükafatını ahirette verecektir,” diyerek hemen iyilik yapar. İşte hakiki güzel ahlak budur.

Bunun aksine olarak bir kişi sırf Allah için güzel ahlak sahibi olmaya çalışmıyorsa, sadece çekindiği kişilere karşı kendini zorlayarak nazik davranır. Böyle hesapçı bir şekilde, sadece çekindiği veya bir menfaat umduğu insanlara nezaket gösterip önemsiz gördüğü kişilere gerçek yüzünü göstermek güzel ahlak sayılmaz.

Kalpte samimi iman olmazsa ahlak gerçek manada düzelmez. İnsanın imanı ne kadar kuvvetli ise ahlakı da o derece kamildir. İmanla ahlak arasındaki bu kuvvetli irtibat sebebiyledir ki Peygamber aleyhisselatu vesselam;

“Ben ancak yüksek ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8 buyurmuştur.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ahlakı, kolay kolay kimsenin erişemeyeceği bir zirvedir. Dikkat edilirse, Peygamber aleyhisselatu vesselam, zayıf durumdayken nasıl sabırlı ve bağışlayıcı davrandıysa; eline intikam almak için fırsat geçtiği zaman da affedici davranmıştır.

İstese bir zamanlar kendisine çok büyük kötülükler yapan, doğup büyüdüğü vatanından çıkmaya mecbur bırakan, canına kast eden müşrikleri Mekke’nin fethi müyesser olduktan sonra kılıçtan geçirebilirdi. Üstelik bu o zamanın anlayışına göre normal sayılırdı. Ama o affediciliği ile gönüllerde taht kurmuş, samimi olarak iman etmelerini sağlamıştır.

Sıradan bir insan için mütevazı olmak bir lütuf değildir; zaten kibirlenecek olsa da kimse ona kıymet vermez. Ama insanlar arasında mevki ve itibar kazandıktan sonra da tevazu ve nezaketini muhafaza etmek büyük bir ahlaktır.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, Âlemlerin Rabbinin en sevgili kulu idi. Eğer ona iman etmeyip eziyet edenlere azabın indirilmesi için beddua etseydi, elini açıp “ya Rabbi!” dediği anda Allah-u Zülcelâl melek ordularını onun emrine verebilirdi. Ama o insanların dinleyip anlaması için sabırlı davrandı, çile çekti, fedakârlık yaptı ve Allah'ın vaadinin gerçekleşmesini bekledi. İşte asıl büyük ahlak budur.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin ahlakı, iyilik yapmak ve kötülük yapmamaktan ibaret bir ahlak değildir; o kötülükleri bağışlamak, iyilikle yola getirmek şeklinde çok üstün bir ahlaka sahiptir. Bize de bu şekilde davranmayı tavsiye etmektedir.

Bilhassa İslam hizmetlerinde görev alan kişiler, Peygamber efendimizin kâmil ahlakını benimsemeli; kendini alelade insanlarla bir tutmamalıdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına şöyle tavsiye etmiştir:

“İnsanlar iyi olur, iyilik yaparlarsa, biz de iyi olur, iyilik yaparız; yok onlar zulmederlerse biz de zulmederiz, diyen (alelade) kimseler gibi olmayın. Aksine siz kendinizi, insanlar iyi olurlarsa iyi olmaya, kötü olurlarsa, kötü (zalim) olmamaya alıştırın!" (Tirmizî, Birr, 62)

Bilhassa tasavvuf yolunda olanlar, bu mübarek yolunu en güzel temsil etme gayretinde olmalıdır. Eğer tasavvuf ehliyiz deyip de ahlakımızla bu yola layık olamazsak insanların doğruya ulaşmasına mani olmuş oluruz. Bu halimizle tasavvuf yollarına dil uzatmak için bahane kollayanlara da malzeme oluruz.

Halbuki, bizler Allah'a en güzel şekilde kul olma gayretinde olmalıyız. Öyle bir ahlak sahibi olmalıyız ki en cahilce davranışlar bile bizi tahrik etmemeli; en yanlış davranış karşısında bile doğru tavrımızı kaybetmemeliyiz. Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:

“Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında (incitmeksizin) ‘Selâm!’ derler (geçerler).” (Furkân, 63)

Bu ayet-i kerime, bize yapılan haksızlık ve kötülüklerin dahi kötü davranışlar için mazeret sayılmaması gerektiğini bildiriyor. Demek ki, güzel ahlaklı olmak için çok sabırlı ve yumuşak ahlak sahibi olmalıyız.

İnsan, Ahlakıyla Kıymetli Olur

Allah'ın katında asıl kıymetli olanlar, ne herkes çok biliyor desin diye çok bilgi bilenler, ne de gösteriş için çok amel yapanlar değildir. Aksine az da olsa, ihlasla amel yapan, kalbini kötü hislerden temizlemeye çalışan kişilerdir.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki:

“İçinizde en çok sevdiğim ve kıyamet günü bana en yakın olacak kimseler, güzel ahlâk sahibi olanlarınızdır. Güzel konuşuyor dedirtmek için uzun uzun konuşanlar, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf edenler ve bilgiçlik etmek için lügat paralayanlar ise en sevmediğim ve kıyamet günü bana en uzak olacak kimselerdir.” (Tirmizî, Birr, 71)

Bu hadis-i şerif, zıddı olan bir huyu tarif yoluyla güzel ahlaklı olmak için sakınmamız gereken bir hali işaret ediyor; o da, bilgiçlik, kibirlilik, kendini üstün görmektir. Demek ki insanın başkalarına üstünlük taslaması Allah katında sevilmeyen bir huydur. Bu huy nefsin kibir duygusunun bir işaretidir ve başka birçok kötü huyun da kaynağıdır.

İşte kişinin kibrini beslemek için yaptığı konuşmalar, bilgiçlikler, Allah katında buğzdan başka bir şey kazandırmıyor. Asıl Allah katında değerli olan, kimsenin görmediği yerde bile samimi olarak iyilik yapmak ve kötülükten sakınmaktır.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin kendisine başvurup yardım isteyen hiç kimseyi eli boş çevirmediği, hatta birçok zaman sadaka vermek için borca girdiğini okuyoruz. Elbette onun ahlakı, güzel ahlakın zirvesidir.

Hepimiz Peygamber aleyhisselatu vesselam gibi olamasak dahi, hiç değilse bizden ümit edilen iyilikleri yapmak, beklenmeyen kötülükleri yapmamak boynumuzun borcudur. Bu ahlakın en alt seviyesidir ki, bundan daha aşağısı mümin sıfatını kaybettirir.

Sahabeden Ebû Şurayh radıyallahu anh bu hususta şöyle bir rivayette bulunmuştur:

Peygamberimiz bir defa arka arkaya üç defa yemin ederek;

“Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz” buyurdu. Orada bulunanlar;

- Ey Allah’ın Peygamberi, bu iman etmiş olmayan kimdir? diye soruldu. Peygamberimiz:

“Komşusu kötülüğünden güven içinde olmayan kimse,” diye cevap verdi. (Buhârî, Edeb; 29)

Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, bir kişi mümin ise, hiç kimse ondan bir kötülük beklememeli; “O asla kötülük yapmaz” diye güven içinde olmalıdır.

Biraz düşünecek olursak, eğer herkes böyle sağlam bir ahlaka sahip olsa, dünya hayatı da ahiret hayatı da cennet olur, öyle değil mi?

İşte dinimizin emrettiği güzel ahlak, aileden topluma, bütün insanlığa cennet huzurunu vaad ediyor. Ne mutlu dünyayı cennet bahçesi haline getiren güzel ahlak sahiplerine…

Hatice Kübra Ergin.