* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Osmanlı’da Hayvan Sevgisi ve Hayvan Hakları 1  (Okunma sayısı 1450 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2330
Osmanlı’da Hayvan Sevgisi ve Hayvan Hakları 1
« : Ocak 10, 2018, 09:54:19 ÖÖ »
Osmanlı’da Hayvan Sevgisi ve Hayvan Hakları  1

Osmanlı Medeniyetinin sevgi ve şefkat kanatları sâdece insanları değil bütün mahlûkâtı kuşatmış ve târihte benzeri görülmemiş hayır müesseseleri inşâ edilmiştir. Osmanlı’daki hayvan sevgisinin ve hayvanların haklarının gözetilmesine dâir anlayış, düzenlemeler ve hayır müesseselerinin kurulmasının temelinde yatan en köklü kaynak hiç şüphesiz İslâm Dîni idi ve bu dinde va’z edilmiş olan, hayvanlara iyi muameleyi emreden, eziyetin her türlüsünü yasaklayan hükümlerdi. Kur’ân-ı Kerim’deki bâzı surelerin -Bakara (İnek), Nahl (Arı), Ankebut (Örümcek), Neml (Karınca)- hayvan isimleriyle anılması elbette ki sebepsiz değildi.

1550’li yıllarda Avusturya elçisi olarak İstanbul’da bulunan Busbeck’e, “Türkiye’de her şey insânîleşmiş, her katı yumuşamış; hayvanlar bile.” dedirtecek ölçüde insanlık, şefkat ve medeniyetin doruklarında dolaşan Osmanlı insanı/toplumu, sâhipsiz kedilere, dağ başlarındaki aç kurtlara yiyecek hazırlayarak ve sakat leylekleri tedâvi etmek için müesseseler binâ ederek kırılması zor bir rekora imzâ atmıştır.

İzmir Ödemiş’te Mürselli İbrahim Ağa Yeni Câmi etrâfında, hastalanarak sürülerinden geri kalan leyleklerin bakılması ve beslenmesi için ciğer ve işkembe alınmasını şart koşan bir vakıf kurmuştur. Yanısıra, kar yağdığında ve soğuklar bastırdığında şehirlere ve kasabalara inen aç kurtların ve kuşların beslenmesi için belirli yerlere düzenli şekilde et, ciğer, sakatat, darı, buğday ve ot koyan vakıflar tesis edilmiştir. Neredeyse tüm Osmanlı şehirlerinde sâhipsiz sokak hayvanları için pek çok vakıf kurulmuştur. Misâlen İstanbul’da Koca Mustafa Paşa, Şeyh Evhaddeddin Tekkesi’ne kediler için günde iki sırık ciğer vakfetmiştir. Mahalle köpekleri için sokak başlarına taştan su kapları yapılmış ve belirli vakitlerde su kovaları bırakılmıştır.

YABANCILARIN HAYRET VE HAYRANLIKLARI

Fransız seyyah Thévenot’un 1656’da İstanbul’da gördüğü, tanıştığı ve sohbet ettiği Türklerin hayvan sevgisiyle ilgili kendisini hayrette bırakan izlenimleri, Osmanlı toplumunun vakıf rûhunu kavrama ve tatbik etmede hangi noktaya geldiğinin, Batı’nın ve modern dünyânın bu konuda Osmanlı’nın neresinde olduğunun göstergelerinden biridir: “Türklerin bâzıları ölürken haftada şu kadar defa şu kadar köpeğe ve şu kadar kediye yiyecek verilmek üzere birçok iratlar (miras, nafaka) bırakırlar yahut bu hayrın işlenmesini temin için fırıncılarla kasaplara para verirler ve onlar da bu gibi vasiyetleri büyük bir sadâkatle ve hattâ dindarâne bir riâyetle yerine getirirler. Onun için her gün et taşıyan birtakım kimselerin şart-ı vâkıfa göre ya köpekleri veya kedileri çağırıp etraflarına toplanan hayvanlara et parçaları atışları görülecek şeydir. Bunlar bizim nazarımızda çok gülünç olmakla berâber onlarca öyle değildir.”

Fransız Şair Lamartine’nin tespitleri de Thévenot’la hemen hemen aynı çerçevededir ama Lamartine şu noktaya özellikle dikkat çekmiştir: “Türkler kuşlara, köpeklere, velhâsıl Allâh’ın yarattığı herşeye hürmet ederler; bizim memleketlerde başıboş bırakılan veya eziyet edilen bu zavallı hayvan cinslerinin hepsine şefkat ve merhametlerini teşmil ederler.”

    yüzyılda Osmanlı topraklarına seyahat etmiş Fransız avukat Guer, Osmanlıların hayvanlara besledikleri ilgi ve şefkati, onlar için yaptıkları akıl almaz hizmetleri anlatırken, çarpıcı bir misâl olarak Şam’da gördüğü kedilere ve köpeklere özel hastâneden hayretle söz etmiştir. 1660’lı yıllarda İngilizlerin İstanbul’daki elçilik görevlilerinden olan Paul Ricaut, Guer’in sözünü ettiği hayvanlara özel vakıfların yanısıra Osmanlıların hayvan haklarına riâyet etme noktasında da ne denli büyük bir hassaâsiyet, gayret ve hizmet ortaya koydukları hakkında şu ilginç bilgi ve tespitleri aktarmıştır: “Fakir insanlar için kurulan aşevlerinde insanlardan başka kedi ve köpek gibi hayvanlar da doyurulduğu gibi, sırf kedi ve köpek gibi hayvanlar için özel vakıflar da kurmak âdetti. Bâzı şehirlerde kediler için yapılmış binâlar bulunuyordu. Gıdâları için vakıflar kurulmuş; kedilere hizmet için vekilharçlar ve uşaklar tahsis edilmiştir.”

HAYVAN HAKLARINA DÂİR DÜZENLEMELER

Osmanlı’da hayvan haklarına yönelik ilk düzenleme Sultan III. Murad zamânında 1587 yılında yapılmıştır. III. Murad tarafından 19 Mart 1587’de İstanbul Kadısı’na gönderilen fermanla, hamalların taşımacılıkta kullandıkları at, katır vb. hayvanlara tahammüllerinin üzerinde yük taşıtmalarının yasaklandığı; hayvanların bakım ve beslenmesine ihtimam gösterilmesi gerektiği ve fermandaki îkaz ve hükümlere uymayanların cezalandırılacağı bildirilmiştir. Bu ferman aynı zamanda “dünyâda hayvan haklarına dâir ilk düzenleme” olma özelliğine de sâhiptir.

9 Şubat 1829 târihli Osmanlı arşiv belgesinde ise odun, kömür, kereste gibi yükleri taşıyan atlar ve genel anlamda yük hayvanlarıyla ilgili şu îkazlar Osmanlı’nın hayvan haklarını koruma husûsundaki incelik ve titizliğinin delillerindendir: “Hamalların Cuma günleri hayvanları tâtil etmeleri (çalıştırmamaları), hayvanlara güzelce bakmaları, yüklerini boşalttıktan sonra hayvanlara binmemeleri eskiden beri uyulan bir usûldür. Ancak son zamanlarda buna uyulmadığı görülmüş olup, gerekli tedbirler alınacaktır.” 2 Ekim 1856 târihli belgede, yük taşıyan hayvanlara iyi davranılması için öteden beri uygulanan kurallar hayvan sâhiplerine yeniden hatırlatılmıştır.

Kânûnî ile Zenbilli Ali Efendi arasında geçen meşhur “karınca hikâyesi”nde de görüldüğü üzere karıncayı dahi incitmekten imtinâ eden Osmanlı’da, seferlerde ağır topları çeken büyükbaş hayvanlar yaşlanınca kasaplara satılmaz, eceliyle ölmeleri sağlanırdı. Ölene kadar bakımları sağlanır, hattâ bunun için maaş bile tahsis edilirdi. Mezbahalarda kesimi yapılacak hayvanlar için, bu işlemin en acısız şekilde yapılmasına ilişkin kanunlar ise çok erken dönemlerde çıkarılmış ve söz konusu titizlik asırlar boyunca geçerliliğini korumuştur. Zâbıtaların sık sık şehri gezerek sâhibi olan hayvanların karınlarını kontrol etmeleri ve iyi beslenip beslenmediklerini teftiş etmeleri de yaygın bir uygulamaydı.

Hayvan haklarıyla ilgili Alman seyyah Hans Dernschwam’ın, 1542’de (Kânûnî döneminde) İstanbul’da şâhit olduğu şu hâdise de oldukça enteresandır: Sadâret Kaymakamı Koca Mehmed Paşa, lokantanın önünden geçerken odun yüklü güzel bir atın beklediğini görmüş ve atın sâhibinin de aynı lokantada karnını doyurmakla meşgul olduğunu öğrenmişti. Paşa bu vaziyete oldukça sinirlenerek, odunları atın sırtından indirmekle kalmayıp sâhibini de cezalandırarak odunları onun üzerine yükletmişti. At için aldırdığı bir akçelik kuru otu da at yiyene kadar odun yükünü sâhibinin üzerinde bekletmişti.

OSMANLILARIN KUŞ SEVGİSİ

Hayvanlar için hastâneler, bakım ve barınma yerleri, sebillere suluklar inşâ eden ecdâdın vakıflar kurarak husûsî alâka gösterdiği hayvanlardan biri de “kuşlar” olmuştur. Batılı seyyah ve yazarları şaşırtan, müslümanların genelde hayvanlara, özelde de kuşlara beslediği engin şefkat ve sevgisine ilham kaynaklığı teşkil eden dînî buyruklardan birisi de hiç şüphesiz En’am Sûresi 38. âyette yer alan şu hükümlerdir: “Yerde yürüyen hayvanlar ve iki kanadıyla uçan kuşların hepsi sizin gibi bir ümmettirler (topluluklardır). Biz bu kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık. Sonra ancak onlar toplanıp Rablerine gelirler.”

Misâl vermek gerekirse Sultan II. Beyazıt; kendi adıyla anılan Beyazıt Câmii’nin inşâsı esnâsında (1501-1505) tesis edilen Beyazıt vakfiyesinde, câminin ayrılmaz sâkinleri kuşlar için her yıl harcanmak üzere 30 altın lira yem parası tahsis olunmasını emretmiştir. Buna göre kuşlar için pirinç ve darı, köpekler içinse ekmek tahsis olunmuş; bir kişi de yem vermek, hastalıkları tedâvi etmek, kırık çıkıkları bağlamak üzere görevlendirilmiştir. Sultan Ahmed Câmiinin imâretinde kuşlar için de yerler yapılmıştır. İmâret vakfiyesinde, artmış ve yenmeyecek durumda olan yemeklerin kuşlar için yapılmış yerlere dökülmesi yazılmıştır.

Osmanlı halkından kuşlara kolayca su bulmaları ve içmeleri için mezar taşlarına kuş havuzları koyduranlar pek çoktur. Mimar Sinan, kendi köyü Ağırnas’ta yaptığı vakfın vakfiyesinde, hayvanların su içmesi ve dinlenmesi için çeşmenin etrâfındaki 260 arşın boyunda 160 arşın enindeki arâziyi vakfettiğini belirtmiştir.

Osmanlı’da kuşlara duyulan merhametin günlük hayattaki güzel bir yansıması da kuş satın alıp âzâd etme âdetiydi. Evliyâ Çelebi Seyahatnâme’sinde naklettiğine göre Kibar Bey ve hanımı tâtil günlerinde İstanbul’da kurulan büyük kuş pazarlarına gidiyor ve parayla satın aldıkları rengârenk kuşları büyük bir zevkle salıveriyorlardı.

Bunun yanında aynı Osmanlı toplumu leyleklere; Mekke, Medîne ve diğer kutsal yerlerden geldiklerini hatırlatan “hacı baba, hacı leylek” gibi isimler vermiştir. Leyleklerin geçiş yolu üzerindeki vilâyetlere bu hayvanların ihtiyaçları için çeşitli vakıflar yapmıştır. Bunların dönüşleri sırasında hastalanıp sürüye katılamamış olanlarının bakımları için vakıflar kurmuştur. Meselâ İstanbul Eyüp Sultan Câmii bahçesinde sürüsüne katılamayan sakat leyleklere bakan vakıf asırlarca hizmet vermiştir. Ayrıca göçmen kuşların yuvaları -her yıl aynı yerlere tünediklerinden- dokunulmayarak muhafaza edilmiştir.

Ahmet Hâşim’in, “Gurebâhâne-i Laklakan” (Leylekler Bakımevi) kitabında bahsettiği, Bursa’daki Haffaflar (Ayakkabıcılar) Çarşısı esnafının sergilediği hayırseverlik de örnek bir hâdisedir: “Bursa’da, Haffaflar Çarşısı’nın ortasında bir meydan var. Bu meydan, mâlûl (sakat) bâzı hayvanların dârülacezesidir (düşkünler yurdudur). Kanadı veya bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar, kör veya sağır baykuşlar burada halkın sadakasıyla geçindirilirler. Haffaf esnafın aylıkla tuttuğu belki yüz yaşında, baktığı sakat leylekler kadar amelimanda (aciz, işe yaramaz) bir ihtiyar, toplanan sadaka parasıyla her gün işkembeler alır, temizler, parçalar ve insan merhametine sığınan bu zavallı kuşlara dağıtır.” 19. Yüzyılda Bursa’da hizmete açılan, dünyânın ilk ve tek leylek hastânesi olan “Gurabâhâne-i Laklakan”, Ocak 2010’da restore edilerek tekrar hizmete açılmıştır.

--------------------------------------------------------------

İsmet Sungurbey, Hayvan Hakları, İstanbul, 1993, İstanbul Üniversitesi Yayınları.

Sipahi Çataltepe, Türk-İslam Medeniyetinde Vakıflar, İstanbul, 1991.

Erol Özbilgen, Bütün Yönleriyle Osmanlı Adab-ı Osmaniyye, İstanbul, 2011.

İsmail Hami Danişmend, Garb Menbalarına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlâkı, İstanbul, 1982.

Sadık Albayrak, 41 Orijinal Belge Işığında Eski İstanbul’da Sosyal Hayat ve Çevre, İstanbul, 1997, İGDAŞ Yayınları.

Ahmed Refik Altınay, Onuncu Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı, Hazırlayan: Abdullah Uysal, İstanbul, 1988.

Hans Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, Çeviren: Yaşar Önen, İstanbul, 1992.

Lemi Ş. Merey, “Kuş Evleri-Serçesarayları”, Fifth International Congress of Turkish Art, Budapest, 1978.

Malik Aksel, “Eski İstanbul’da Kuş Evleri ve Kuşlar”, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, C.XI, Sayı: 225, Nisan 1968.

Malik Aksel, “İstanbul Mimarisinde Kuş Evleri”, İstanbul Enstitüsü Mecmuası, Say: 5/1959.

Ahmet Hâşim, Gurebâhâne-i Laklakan, İstanbul, 1920, (İstanbul, 2007, Çağrı Yayınları.

Jean de Thévenot, 1655-1656’da Türkiye, Çeviren: Nuran Yıldız, İstanbul, 1978.

Lady Montagu, Türkiye Mektupları (1717-1718), Çeviren: A. Kurutluoğlu, İstanbul (târihsiz), Tercüman 1001 Temel Eser.

Helmut von Moltke, Türkiye Mektupları, Çeviren: Hayrullah Örs, İstanbul, 1969.

Yılmaz Önge, “Mimar Gözüyle Kuşevleri”, Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı: 5 (1977).

    Örcün Barışta, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi İstanbul’undan Kuşevleri, Ankara, 2000, Kültür Bakanlığı Yayınları.
    Örcün Barışta, Anadolu’dan Bazı Kuşevleri, İstanbul, 1996, Bağlam Yayıncılık.

Hasan Ali Göksoy, “Osmanlılarda Kuş Sevgisi, Kuş Evleri”, İlgi, Sayı: 24, 1976.

René Descartes, Discours de la Méthode, Garnier-Flammarion, Paris 1966.

Dr. S. Atakan Altınörs, “Düşünce ile Dil Arasındaki İlişkiye Descartes’ın Yaklaşımı”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 28 Yıl: 2010/1.

Prof. Dr. Tamer Dodurka, “Geçmişten Günümüze Avrupa Ülkeleri ve Türkiye’de Hayvan Hakları”

İsmail Çolak.  Târihçi-Yazar

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2330
Osmanlı’da Hayvan Sevgisi ve Hayvan Hakları 2
« Yanıtla #1 : Ocak 10, 2018, 10:01:01 ÖÖ »
Osmanlı’da Hayvan Sevgisi ve Hayvan Hakları  2

BATILILARI ŞAŞIRTAN ALAKA VE İLGİNÇ İZLENİMLER

Fransız seyyah Jean de Thévenot’un 1656’da İstanbul’u gezerken rastladığı Türklerin en çok dikkatini çeken özelliklerinden biri de kuş sevgisi olmuştur. Bu sevgi karşısında hayranlık ve şaşkınlığını şu ifâdelerle satırlara dökmüştür: “Türklerin şefkatleri hayvanlar ile kuşları bile şâmil olduğu için, pazar kurulan günlerde birçok kimseler gidip kuş satın aldıktan sonra onları derhâl âzâd ederler ve bu kuşların ruhlarının Rûz-i Mahşer’de Huzur-i İlâhî’ye gelip kendilerinden iyilik görmüş olduklarına şehâdet edeceklerinden bahsederler.”

III. Ahmed döneminde İstanbul’a gelen İngiltere Büyükelçisi Edward Wortley Montague’nün eşi Lady Mary Wortley Montague’nün 1717-1718 yıllarına âit hâtıralarında geçen, güvercinler ve leylekler özelinde yaptığı gözlemler de oldukça ilginçtir: “Burada mâsumiyetlerinden dolayı güvercinlere dindarca bir hürmet besliyorlar. Bu yüzden adetleri gün geçtikçe artıyor. Leyleklere de aynı saygı gösteriliyor. Çünkü bunların her kış Mekke’yi ziyârete gittiklerine inanıyorlar. Velhâsıl bunlar Türk İmparatorluğu’nun en bahtiyar teb’ası. Zâten onlar da imtiyazlarını farkettikleri için sokakta rahatça dolaşıyor, evlerin üst katlarına yuva yapıyorlar. Evlerine yuva yapılan halk kendilerini şanslı sayıyorlar. Bütün sene ne yangına ne de vebaya uğramayacaklarına inanıyorlar. Odamın penceresinde bu uğurlu yuvalardan bir tane bulunduğu için ben de bahtiyarım.”

1874’de İstanbul’u gezen İtalyan seyyah Edmondo de Amicis’in aynı mevzudaki hârikulâde tesbitleri de şöyledir: “Türklerin çok sevip korudukları her cinsten sayısız kuş yüzünden İstanbul’un kendine mahsus bir neşesi ve zarâfeti vardır. Sultanların veya şahısların hayratıyla beslenen sayılamayacak kadar çok güvercin sürüsü var. Türkler, minnet hissiyle ve dindarlıkla kuşları himâye edip beslerler. Kuşlar da onların evlerinin etrâfında, denizin üstünde ve mezarların arasında şenlik ederler. İstanbul’da, her yerde insanın başının üzerinde, dört bir tarafta kuşlar vardır. Şehre neşe dağıtan ve rûhunuzdaki tabiat duygusunu durmadan yenileyerek içinizi serinleten cıvıl cıvıl sürüler size şöyle bir dokunup geçer.”

Son olarak Alman Mareşal Helmut von Moltke’nin (1800-1891) “Türkiye Mektupları” adlı eserindeki tesbit ve intibâlarına yer verelim: “Türkler hayırseverliklerini hayvanlara karşı bile gösterirler. Üsküdar’da bir kedi hastanesi bulursun, Beyazıt Câmii’nin avlusunda da güvercinler için bir bakım yeri vardır… Yoksul Müslümanlar bile ölenlerin mezarını canlılar için hayra vâsıta etmeye çalışırlar; birçok mezar taşlarının altı bir yalak şeklinde oyulmuştur. Buraya yağmur suları toplanır ve sıcak yaz günlerinde köpekler ve kuşların susuzluklarını giderebilecekleri, küçük mikyasta bir fukara mutfağı vazîfesini görür. Müslümanlar, hayvanlarının şükrânının da insanlara hayır getirebileceğine inanırlar.”

TAŞA İŞLENMİŞ SEVGİ: KUŞ EVLERİ

Osmanlı’nın kuşlara yönelik şefkat, merhamet ve inceliğini sembolize eden, onların barınması için inşâ ettiği, kökleşmiş güzel bir uygulaması da “Âşiyân” yani “Kuş Evleri”dir. Bunlar medeniyet ve insanlıkta gelinmiş olunan seviyenin en güzel ve ayırtedici göstergelerinden biridir. Eski âbideler, câmiler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, medreseler, şifâhâneler, kütüphâneler, türbeler, saraylar, bedestenler, darphâneler, imâretler, köprüler, çeşmeler, mektepler, maksimler ve meskenler gibi daha birçok yapıların dış cephelerine âdetâ dantel gibi nakşedilen bu zarif küçük kuş köşkleri, estetik bakımdan göz kamaştırıcı bir büyüleyiciliğe sâhiptir. Serçe, güvercin, saka, kırlangıç, kumru gibi kuşların barınması için câmi, mescit, saray ve köşk şeklinde yapılan bu küçük mîmârî şâheserler “kuş evleri, kuş köşkü, güvercinlik, serçe saray, güvercin saray” gibi isimlerle anılmışlar; söz konusu yapıların, sert ve soğuk rüzgârlara mâruz kalmayan, bol güneş alan (daha ziyâde güney) cephelerine ve insanların, kedi ve köpeklerin erişemeyecekleri yüksek yerlerine yerleştirilmiştir.

Geçmişi 13-14. yüzyıla kadar giden Kuş Evleri’nin, 15. Yüzyılda Osmanlı mîmârisinin gelişimine paralel olarak sayılarının artmaya başladığını tesbit ediyoruz. Osmanlı Devleti’nin ve medeniyetinin kurucu şehri olması dolayısıyla hemen her sahada olduğu gibi Kuş Evleri’nin ilk numûnelerine de Bursa’da rastlamaktayız. En parlak devrini ise 18. Yüzyılda, İstanbul’da yaşamıştır.

Kuş Evleri, Osmanlı Medeniyeti içerisinde hem mesken hem de “hayal” mîmârisinin en gözde ve özel misallerindendir. Mîmârî özellikleri bakımından ince bir işçiliğin, mâhir bir sanatın ve etkileyici bir göz zevkinin mahsûlüdür. İnşâ edilirken; kuşların emniyeti ve olumsuz hava şartlarından korunmaları için sözünü ettiğimiz yapıların daha çok geniş saçakları, büyük kornişleri ve konsolların altları tercih edilmiştir. Köşk, mescid ve câmi siluetinde karşımıza çıkan Kuş Evleri, kuşların içerisinde rahatça dolaşabileceği, inip-çıkabileceği yollar, gözler, bölmeler ve basamaklarla estetik bir bütünlük içerisinde sunulmuştur.

Kuş Evleri bakımından en zengin şehrimiz kuşkusuz İstanbul’dur. En görkemli ve büyüleyici Kuş Evleri, Osmanlı’ya asırlar boyunca pâyitahtlık ve medeniyet merkezliği yapmış olan bu şehirde bulunmaktadır. Altın çağını burada yaşamıştır. İstanbul’un, Kuş Evleri’nin en çok görüldüğü ilçesi ise Üsküdar’dır. Kuş Evlerinin en güzel misallerini buradaki câmilerde, bilhassa da üç cephesine birbirinden güzel Kuş Evleri tezyin edilen Ayazma Câmii’nde görüyoruz. Gülnuş (Yeni) Vâlide Sultan Câmii’nin güneybatı ve kuzeydoğu köşesindeki Kuş Evleri de, kubbeler diyârı olan Üsküdar’ı süsleyen remizlerdendir.

İstanbul’daki Kuş Evleri’nin diğer zarif ve gösterişli numûneleri şunlardır: Sultan Üçüncü Mustafa Han tarafından yaptırılan Ayazma Câmii; Selimiye Kışlası’nın yanındaki Selimiye Câmii; Laleli Ordu Caddesi üzerindeki Üçüncü Selim Han ve Üçüncü Mehmed Han türbeleri; Beyazıt’ta Seyyid Hasan Paşa ve Kara Mustafa Paşa Medreseleri; Eyüp Sultan Câmii; Fatih’teki Fatih ve Bâlî Paşa Câmileri, Süleyman Halife Sıbyan Mektebi ile Feyzullah Efendi Medresesi (Millet Kütüphânesi); Saraçhâne’de Amcazâde Hüseyin Paşa Sıbyan Mektebi ve Laleli Taşhanı; Büyükçekmece’de Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü; Tahtakale’de Büyük Yeni Han; Karaköy’de Bereketzâde Medresesi; Haydarpaşa Vapur İskelesi.

Bunların dışında Anadolu’nun farklı şehirlerinde ve değişik yapılar üzerinde görülen Kuş Evleri’nden bâzıları şunlardır: Van, Hoşap (Güzelsu) Kalesi; Kayseri, Mütevelli Câmii, At Pazarı Çeşmesi, Şeyh İbrahim Tennuri Çeşmesi; Çorlu, Fatih Câmii; Bursa, Emir Sultan Câmii, Yeşil Câmii; Göynük, Müderrisler Evi; Nevşehir, Nar Ulu Câmii minâresi, Damat İbrahim Paşa Kütüphânesi; Kastamonu, Nasrullah Câmii ve Aşir Efendi Hanı; Tokat, Ulu Câmii; Amasya, Bayezid Câmii; Merzifon, Taş Han; Niğde, Kığılı Câmii; Zile, Yeni Hamam; Bolu, Saraçhâne Câmii; Hayrabolu, Çorumî Mustafa Efendi Câmii; Antakya, Ulu Câmii.

OSMANLI’NIN GERİSİNDE KALAN BATI’DAN VAHŞET MANZARALARI

Osmanlı’da durum böyleyken sözde medeniyetin beşiği olan Batı’da hayvan haklarının mâzisine baktığımızda birçok insanlık dışı manzaralarla karşılaşıyoruz. Antik Roma’nın “ölüm arenası” Colesseum’un (Kolezyum), M.S. 80 yılında açılışı münâsebetiyle düzenlenen ve 100 gün süren kutlamalarda 5 bin hayvan vahşîce katledilmiştir. Ortaçağ Avrupa’sında insanların hayvanlardan üstün olduğunu isbât etmek amacıyla kanlı gösteriler sıkça yapılmış ve büyük zevk alınan sadist bir alışkanlık ve âdet haline gelmiştir. Zamanla bu gelenek ve vandallık öylesine yaygınlaşmıştır ki Kuzey Afrika ve Yakındoğu’daki fil ve aslanların kökü kurutulmuştur.

Fransız filozof Rene Descartes’e (1596-1650) göre hayvanlar canlı bir varlık bile değil; acı çekmeyen, his taşımayan makinalardan, “dünyadaki mekanik aksesuarlardan” ibârettir. Böylece Dectartes’in bu kanaatinin de verdiği cesâretle, bayıltmaya gerek duymaksızın hayvanlar üzerinde deney yapılmasının önü açılmıştır. Hayvanlara bakış ve zihniyet böyle olunca, kedilerin şeytan olarak nitelendirilmesi; diri diri ateşe atılmaları, asılmaları ve yapıların temellerine konulmaları sıradan ve normal hâdiseler olarak kabûl edilmiştir. 16. Yüzyılda Paris’te yaz aylarında haftanın belirli günlerinde kedilerin çuvallara konarak yakılması festival niteliği kazanmıştır. Köpekler deri ve etleri için öldürülmüş; Almanya’da köpek kasapları açılmıştır.

Rönesans’ın öncülerinden Leonardo da Vinci (1452-1519), hayvanların acılarına önem verdiğini ifâde ettiği düşüncelerinden ötürü muhalifleri tarafından alay konusu edilmiştir. Avrupa’da 19. yüzyıla kadar kilisenin de etkisiyle hayvan koruma dernekleri açılamamıştır. Veteriner okullarının açılması bile 18. Yüzyılda sığır vebâsının Avrupa’yı kasıp kavurması, büyük sığır ölümlerinin yaşanması ve ekonominin çökme noktasına gelmesi sonucunda gündeme gelebilmiştir.

Kırıkkale Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şevket Arıkan’ın konuyla ilgili yaptığı araştırmalara göre, hayvan haklarıyla alâkalı ilk adımlar Osmanlı’da asırlar öncesinden atılmasına karşılık Avrupa’da ilk yasal düzenleme 1950 yılında Danimarka’da gerçekleştirilmiştir.

Netîce itibâriyle, Osmanlı toplumunun/medeniyetinin hayvanları sevmede, haklarını kavrama ve korumada çağının çok ötesinde anlayış ve uygulamalara sâhip olduğunu; Batı’yı ve günümüzün modern toplum ve devletlerini dahi geçtiğini ve hâsılı hâlâ tüm dünyâya örnek teşkil ettiğini söylemek hakîkatin bir ifâdesi olur.

----------------------------------------------------------------

İsmet Sungurbey, Hayvan Hakları, İstanbul, 1993, İstanbul Üniversitesi Yayınları.

Sipahi Çataltepe, Türk-İslam Medeniyetinde Vakıflar, İstanbul, 1991.

Erol Özbilgen, Bütün Yönleriyle Osmanlı Adab-ı Osmaniyye, İstanbul, 2011.

İsmail Hami Danişmend, Garb Menbalarına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlâkı, İstanbul, 1982.

Sadık Albayrak, 41 Orijinal Belge Işığında Eski İstanbul’da Sosyal Hayat ve Çevre, İstanbul, 1997, İGDAŞ Yayınları.

Ahmed Refik Altınay, Onuncu Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı, Hazırlayan: Abdullah Uysal, İstanbul, 1988.

Hans Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, Çeviren: Yaşar Önen, İstanbul, 1992.

Lemi Ş. Merey, “Kuş Evleri-Serçesarayları”, Fifth International Congress of Turkish Art, Budapest, 1978.

Malik Aksel, “Eski İstanbul’da Kuş Evleri ve Kuşlar”, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, C.XI, Sayı: 225, Nisan 1968.

Malik Aksel, “İstanbul Mîmârisinde Kuş Evleri”, İstanbul Enstitüsü Mecmuası, Say: 5/1959.

Ahmet Hâşim, Gurebâhâne-i Laklakan, İstanbul, 1920, (İstanbul, 2007, Çağrı Yayınları.

Jean de Thévenot, 1655-1656’da Türkiye, Çeviren: Nuran Yıldız, İstanbul, 1978.

Lady Montagu, Türkiye Mektupları (1717-1718), Çeviren: A. Kurutluoğlu, İstanbul (târihsiz), Tercüman 1001 Temel Eser.

Helmut von Moltke, Türkiye Mektupları, Çeviren: Hayrullah Örs, İstanbul, 1969.

Yılmaz Önge, “Mîmâr Gözüyle Kuşevleri”, Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı: 5 (1977).

    Örcün Barışta, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi İstanbul’undan Kuşevleri, Ankara, 2000, Kültür Bakanlığı Yayınları.
    Örcün Barışta, Anadolu’dan Bazı Kuşevleri, İstanbul, 1996, Bağlam Yayıncılık.

Hasan Ali Göksoy, “Osmanlılarda Kuş Sevgisi, Kuş Evleri”, İlgi, Sayı: 24, 1976.

René Descartes, Discours de la Méthode, Garnier-Flammarion, Paris 1966.

Dr. S. Atakan Altınörs, “Düşünce ile Dil Arasındaki İlişkiye Descartes’ın Yaklaşımı”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 28 Yıl: 2010/1.

Prof. Dr. Tamer Dodurka, “Geçmişten Günümüze Avrupa Ülkeleri ve Türkiye’de Hayvan Hakları”

İsmail Çolak.  Târihçi-Yazar

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]