Rahmânî İletişimin Dili Şefkat ve Merhamettir
İçinde yaşadığımız bu kâinâtın güçlü bir iletişim sistemi üzerine kurulduğunu söylemek abartılı olmaz. Çünkü önce Rabbimiz yarattığı mahlûkâtla iletişim kurmuş, onlara emirler vermiş, yasaklar koymuştur. Bu anlamda Kur’ân, Yüce Allâh’ın yerküreye, bal arısına, özel anlamda Peygamberlere vahiy, genel anlamda insanlara ilhamla iletişim kurduğunu bize haber vermektedir. “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla, yâhud perde arkasından konuşur. Yâhud bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sâhibidir.”1
Rabbimizin mahlûkâtıyla iletişiminin dışında mahlûkâtın kendi arasında iletişimi vardır. Yağmurun toprakla, rüzgârın bitkilerle, arıların çiçeklerle, güneşin bitkilerle, insanların kendi aralarında ve diğer mahlûkâtla iletişimi gibi.
Ancak bu iletişim şefkat ve merhamet üzerine kurulmuştur. Yâni iletişimin dili merhamettir. Kendisini bize “Rahmân ve Rahîm” olarak tanıtması, biz insanlara O’nu (cc) doğru tanıyalım diye kitaplar ve Peygamberler göndermesi, içimizden yoldan çıkanlara ve günahkârlara mühlet vermesi ve kâfirler dâhil bütün mahlûkâta merhametiyle muâmele etmesi bunun en güzel örneklerindendir. “Bize bu dünyâda da iyilik yaz âhirette de. Şüphesiz biz Sana döndük.” Allah buyurdu ki: “Kimi dilersem onu azâbıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”2
Şimdi Kur’ân-ı Kerîm’den Rahmân’ın iletişim dili olan merhametten örnekler arz edelim:
Kendini Kullarına Merhametli Olarak Tanıtması
“Kullarıma benim gerçekten çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olduğumu bildir. Ama azâbım da çok elem verici bir azaptır!”3
Râzî, bu âyette dört incelik bulunduğunu belirterek bunları şöyle sıralamaktadır:
Allah Teâlâ, “kullarım” tamlamasında kullarını kendi Zâtına izâfe ederek onlara çok büyük bir şeref bahşetmiştir. “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allâh’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”4
Rahmet ve mağfiretinden söz ederken, azâbından bahsettiği âyete göre daha çok te’kîd edatları kullanarak rahmetinin genişliğini özellikle vurgulamıştır. Kezâ azâbından bahsettiği âyette sâdece onun çok şiddetli olduğunu ifâde ettiği halde rahmet ve mağfiretini anlatırken bunları “Ğafûr ve Rahîm” şeklinde doğrudan doğruya kendi isimleri olarak zikretmiştir ki bu da yine O’nun rahmetini azâbından daha önemli tuttuğuna işâret eder. Ayrıca Allâh’ın rahmetini gazabından daha geniş gösteren hadisler de vardır.5
Peygamber’ine hitâben, “Kullarıma benim gerçekten çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olduğumu bildir” buyurarak bir bakıma rahmet vaadini zamânı geldiğinde yerine getireceğine bizzat Peygamberini şâhit tutmuştur.
“Kullarıma… bildir” buyurmakla, ibâdetleri eksik de olsa, Allâh’a inanıp kulluğunu kabûl ettiği herkesin, günahkâr bile olsa, rahmetine lâyık olduğunu anlatmak istemiştir.6
Peygamberlerinden Kullarının Gönüllerine ve Akıllarına Hitâb Etmelerini İstemesi
Bütün Peygamberler Allah’tan aldıkları emirleri tebliğ ederken insanların kalplerini kazanmak için gayret sarf etmişler, onların idrâkine konuşmuşlardır. Bu konuda sâdece Sevgili Peygamberimiz’in (sav) tebliğ metodunu özetleyen şu âyet-i kerîme’yi örnek olarak vermemiz konumuzu daha güzel açacaktır: “(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Şüphesiz senin Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.”7
Bu âyet-i kerîme’de Peygamberimizin “hikmet”le idraklere ve anlayışlara; “mev’ize-i Hasene” ile onların aklî muvâzenelerine, mukâyese kâbiliyetlerine hitâb etmesi; “en güzel şekilde mücâdele” ile de onları kaybetmemek, kalplerini kırmamak, kazanmak için mücâdele etmesi istenmektedir. Çünkü tebliğde esas olan insan kazanmaktır. Bunun yolu da kalpleri kazanmaktan ve İslâm’a ısındırmaktan geçer.
İnsanlarla Konuşurken Yumuşak Bir Üslûp Kullanmalarını Emretmesi
Rabbimiz Mûsâ (as)’a, Firavun gibi bir zâlime yumuşak söz söylemesini emrediyor: “İkiniz berâber Firavun’a gidin, çünkü o sınırı çok aştı. Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslûpla söyleyin, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer.”8
Yumuşak ve tatlı söz kalplerin anahtarıdır. Oraya girmenin ve orayı kazanmanın yolu buradan geçer. Çünkü dil, iletişimimizin en büyük aracıdır. Tatlı dil başa kakılan sadakadan daha hayırlıdır: “İyi sayılan bir söz ve bir bağışlama, arkasından eziyet gelen bir sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, halîmdir.”9
Davranışlarımızda Merhametli ve Müsâmahakâr Olarak İletişimimizi Övmesi
“Sen onlara sırf Allâh’ın lütfu sâyesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrâfından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allâh’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.”10
Kaba ve katı kalpli bir kimse –başka bâzı erdemlere sâhip olsa da– muhataplarında nefret uyandırır; insanlar böyle bir kimseyi dinlemek istemezler veya onun arkadaşlığına katlanamazlar. İslâm gibi evrensel bir mesaj getiren, “âlemlere rahmet olarak gönderilmiş” olan11 ve yüce bir ahlâk üzere bulunduğu bildirilen 12
Bir Peygamber’in bu kötü vasıfları taşıması düşünülemez. İbn Atıyye’nin kaydettiğine göre semâvî kitaplarda Hz. Peygamber’in özellikleri anlatılırken bu kötü sıfatları taşımadığı da vurgulanmıştır.13
Burada görüldüğü gibi Kur’ân-ı Kerîm de aynı vurguyu yapmakta ve Hz. Peygamber’in uygulamalarının bunun kanıtı olduğunu ifâde buyurmaktadır. Şüphesiz bu âyet Hz. Peygamber’in büyüklüğünü, yüksek ahlâkını ve yüreğinin katı olmadığını, aksine şefkat ve merhametle dolu olduğunu gösterir. (Kur’ân Yolu 1, 700)
Sözlü İletişimde Kalbe Hitâb Etmemizi Emretmesi
Kur’ân-ı Kerîm, bizleri güzel ve düzgün ifâdeler kullanmaya dâvet etmektedir. İnsanlara “kavl-i hasen” yâni en güzel sözü (Bakara, 83; İsrâ, 53), anne-babaya karşı “öf” bile deme, onlara; “kavlen kerîmâ” yâni ikramkâr ve iltifatkâr söz (İsrâ, 23), fakir-fukarâya, muhtaç ve mahrumlara verecek bir şey bulamıyorsan, hiç olmazsa onlara karşı “kavlen meysûrâ” yâni gönül alıcı, rûhu dinlendirici, tesellî edici bir söz (İsrâ, 28), başa kakmak ve gönül incitmek sûretiyle ecri zâyî edilen bir sadakadansa “kavlün ma’rûfun” (Bakara, 263) yâni tatlı bir söz söylememizin daha hayırlı olacağını, ayrıca kanadı kırık bir kuş gibi himâyeye muhtaç yetimlere, yakın akrabâya, yoksullara karşı yine, “kavlen ma’rûfâ” (Nisâ, 5-8) yâni güzel söz ve tatlı dille konuş diye emretmektedir. Çünkü kalb akıl merkezi ve akletme özelliğine sâhip olduğu için İslâm’a dâvette önce kalbe hitâb edilir. Zîrâ kalplerin fethiyle işe başlanır. Önce kalpler kazanılır. Kalbin hakîkati görmesi ve işitmesi ve aklıyla idrâki sağlanır. Eğer insanların iletişimi kalple değil diğer organlarla olursa bu onların îmân etmesi veya İslâm’a ısındırılması için yetmez. “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.” (Hac, 46.)
İnsanlarla İletişimde Katı ve Sert Davranıp, Şiddet Gösterenleri Yermesi
Özellikle garip kimsesiz ve yetimleri horlayıp azarlayanlara hesap gününü hatırlatarak bunun yanlarına kâr kalmayacağını îmâ eder. “Gördün mü o hesap ve cezâ gününü yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir.”14
-------------------------------------------------------------------
Dipnotlar
1 Şûrâ, 51, Zilzal, 5, Nahl, 68, Kasas, 7
2 A’raf, 156; Mü’min, 57
3 Hicr, 49-50
4 Zümer, 53
5 Bkz. Buhârî, “Tevhid”, 15, 22, 28; “Edeb”, 19; Müslim, “Tevbe”, 14-16).
6 Kur’ân Yolu 3, 354-355
7 Nahl, 125
8 Tâhâ, 43-44
9 Bakara, 263
10 Âl-i İmran, 159
11 Enbiyâ, 107
12 Kalem, 4
13 Kur’ân Yolu I, 533
14 Mâûn, 1-3