Musibetleri Doğru Okuma Kılavuzu
Bizler emanetçileriz. Kendi varlığımız da dahil bütün mülk Allah’ındır. Mülk sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Ve hiç kimsenin O’nun tasarrufuna itiraz etme hakkı yoktur.
Bize verilen her şey birer ilahi ihsan ve lütuftur. Onları sahiplenme ancak mecazi anlamda olursa doğrudur. Kendini hakiki malik ve sahip sayanlar gizli şirk sarmalında savrulup duran zavallılardır.
Bela ve musibetler ya kaderin bize uyguladığı program çerçevesinde teali ve yükselişimize vesile birer irşat ya da işlediğimiz hata ve günahlardan arınmamıza vesile birer ikaz, birer uyarı ameliyesidir.
İster irşat isterse ikaz olsun böylesi musibetler sonuç itibariyle Rabbimizin engin rahmetini gösteren önemli işaretlerdir. Eğer musibetler kahrı ilahiyi işaret ediyorsa o zaman da bize düşen tövbedir, istiğfardır, nedamettir, pişmanlıktır ve O’na iltica ile kahrın da hoş, lütfunda hoş diyebilmektir.
Kader adildir. Allah hiçbir kuluna zulmetmez. Öyleyse başımıza gelen musibetlerde öncelikli vazifemiz kendi yanlışlarımızı araştırıp bulmak ve vakit geçirmeden bu yanlışları hemen terk etmek olmalıdır.
Cenab-ı Hakk’ın bütün yaratılmışları kuşatan ve adına “adetullah”, “sünnetullah”, “şeriat-ı fıtriye” denilen kanunlar manzumesine uyumlu davranmak, olmazsa olmaz bir şarttır. Bu kanunlara muhalefet ise bir suç, bir hatadır. Ve bu tür suçların cezasına muhatap olmada hiçbir ayırım yoktur. Ceza da hemen verilir.
Bu gerçekten hareketle, başımıza gelen kolektif ya da bireysel bela ve musibetlerde, şeriat-ı fıtriyeye uyumlu davranıp davranmadığımızı sorgulamalı ve muhalefetimiz varsa derhal terk etmeliyiz.
Anlatılır ki, şeytan Hz. İsa’ya “Sen her şeyi Allah’ın takdiri olarak değerlendiriyorsun. Kendini şu yüksek yerden at bak nasıl öleceksin” demiş. Hz. İsa “Allah kulunu imtihan eder; fakat kul Allah’ı imtihan edemez” cevabını vermiş. Yani kula düşen O’nun sünnetullah kanunlarına riayet etmektir.
Bu kanunlara muhalefet kulluk edebine aykırıdır. Olağan üstü haller (mucizeler, kerametler) ancak O’nun dilemesiyle gerçekleşir. Biz her şeyi O’ndan isteriz; fakat her verdiğine ya da vermediğine razı oluruz.
Bela ve musibetlerde, insan daima kendisinden durumu daha ağır olanlara bakmalı bir taraftan haline sabrederken aynı zamanda şükretmelidir. Kadere itiraz anlamına gelecek her türlü hal, davranış ve söylemden ısrarla kaçınmalıdır.
Adamın biri ayakkabılarını çaldırmış. Yalınayak, mahzun, mükedder evine dönerken yolda iki ayağı kesik bir adamın dizleri üzerine emekleyerek yürüdüğünü görmüş.” Yarabbi, sana şükürler olsun, benim ayakkabım yok, hâlbuki şu kulunun ayakları yok” demiş.
Aynı musibet, herkeste aynı şiddet ve tesiri göstermez.
Ruh, kalp ve diğer duygular inkişaf ettiği oranda musibetin şiddet ve tesiri de artar. Onun içindir ki bir hadiste, en şiddetli belalar Peygamberlerin, sonra Allah’ın veli kullarının sonra da manevi derecelerine göre diğer insanların başına gelir, buyrulur.
Bu sebepledir ki, bazı veli kullar, başlarına bela ve musibet gelmediğinde üzülür, bu mahrumiyetin sebebini araştırarak kendilerini hesaba çekerler. Bu durum özeldir ve ancak o mertebenin sahiplerine mahsustur.
Genel prensip ise, musibeti istememek, geldiğinde ise sabretmek şeklindedir.
Lezzetler, hazlar zeval bulup gittiğinde yerini manevi birer acı ve ıstırap olan hasrete bırakır öyle giderler. Elemler, acılar gittiğinde ise yerini lezzetlere, hazlara terk ederler. Zeval bulup giden her lezzet bize “ah”; zeval bulup giden acılar ise “oh” dedirtir. Tercihimiz, sonu “oh” ile biteceklerden yana olmalıdır…
İtikadımız odur ki, hayır ve şer Allah’ın elinde ve O’nun dilemesiyledir. Bizim hayır sandığımızın hakkımızda şer, şer sandığımızın hayır olması her zaman ihtimal dahilindedir. Tevekkül ve teslimiyet en bereketli azığımızdır.