EMÂNET’E RİÂYET ÜMMET-İ MUHAMMED’İN ŞİÂRIDIR
Emânet: Kendisine verilen her şeyi güzel muhafaza etmek, yerine göre kullanmak, vazifeyi ehline vermek ve hakkı sahibine teslim etmek demektir. Zıddı hıyanettir. Emânete dair birçok Âyet-i Celile ve Hadis-i Şerif vardır ki hepsi de güvenilir olmayı emrettiği gibi, İslâm nazarında büyük günah sayılan hıyaneti de şiddetle yasaklamaktadır.
Yüce Rabbimiz, değişmez doğrular kitabımız Kuran-ı Kerim’de, asla hıyanet etmemeyi ve güvenilir olmayı emrederek şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Sakın bile bile Allah’a ve Peygamber’e hıyanet etmeyiniz. Aranızdaki emânetlere de hıyanet etmeyiniz.”[1]
“Allah sizlere, emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emrediyor.”[2]
“Kendisine emânet bırakılan kimse emâneti sahibine versin.”[3]
“Biz sana Kitab’ı, insanlar arasında, Allah’ın gösterdiği şekilde hükmetmen için hak olarak indirdik. Sakın hainlerin savunucusu olma.”[4]
“Allah, asla hainleri sevmez.”[5]
“O müminler ki; üzerlerindeki emânetleri gözetirler ve verdikleri söze de bağlılık gösterirler.”[6]
Ümmetinin biricik rehberi, iki cihan serveri Peygamber-i zîşân aleyhissalâtü ve’s-selâm Efendimiz emânete riâyeti şöyle emretmektedir:
“Emânet nesneyi sahibine geri ver, sana hıyanet edene hainlik etme.”[7]
“Birbirlerine hıyanet etmedikleri sürece iki ortağın üçüncüsü Benim, hıyanet başlarsa yokum.”[8]
“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona ihanet etmez, ona yalan söylemez ve yardımını ondan esirgemez. Her müslümanın diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır.”[9]
“Senin doğru söylediğine inanan ve sözünü tasdik eden bir din kardeşine yalan söylemen, ne kadar büyük bir hıyanettir!”[10]
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği, emin olduğu kimsedir.”[11]
“Sözü ve muâmelesi çok doğru olan, kendisine güvenilen müslüman bir tâcir, kıyamet günü Peygamberler, sıddîklar ve şehitlerle haşrolunacaktır.”[12]
“Âhır zamanda öyle olacaktır ki, emânete önem vermemek hastalığı çiçek hastalığı gibi her tarafa yayılacaktır…”[13]
“Kim bir kimseye bir şeyi danışırsa sanki ona bir emânet tevdî etmiş gibi olur.”[14]
“Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmeniz ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emâneti olarak aldınız… ”[15]
“Bana şu altı şey hakkında söz verin, ben de size cennet için kefil olayım:
1.Konuştuğunuz zaman doğru konuşun!
2.Vaatte bulunduğunuz zaman yerine getirin!
3.Emânet hususunda güvenilir olun!
4.İffetinizi koruyun!
5.Gözlerinizi haramdan muhafaza edin!
6.Ellerinizi haramdan uzak tutun!”[16]
“Emânet zâyi edildiği/ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!”[17]
Bu sözlerin ve bütün güzelliklerin sahibi, Ümmetinin göz bebeği Hz. Muhammed Mustafa aleyhissalâtü ve’s-selâm Efendimiz Allah katından getirdiklerini, emredip öğrettiklerini herkesten daha çok uygulamış, hayatın her alanında olduğu gibi emânete riayet konusunda da ümmetinin en güzel örneği olmuştur.
Emânet; Peygamberlerin vacip sıfatı, ümmet-i Muhammed aleyhisselâm’ın vazgeçilmez şiârı ve imanımızın en birinci şahitlerindendir. Çünkü emânet imandandır. İmanını kaybeden bir kimse aklını da, vicdanını da, şahsiyetini de, güvenilirliğini de, insanlığını da kaybetmiş olur. Güven kaynağı ve gönül zineti olan İmandan mahrum gönüller, inkar ve ihanetin işgaline uğrar; güvensizlik, huzursuzluk ve doyumsuzluk kaynağı olurlar. Bereketli bir ömür, sıkıntılarla dolu bir hayata dönüşür. Çünkü Rabbimiz “Her kim benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır.”[18] diye buyurur. Allah’ı unutanı, Kur’an’ı dışlayanı, Hakk’ın emrini tutmayanı, emâneti olmayanı hayatın sıkması haktır.
Nitekim Peygamber-i zîşan aleyhissalâtü ve’s-selâm Efendimiz de bizi şöyle uyarmaktadır
“Emânete riâyeti olmayan kimsenin imanı, ahdine vefâsız olan (sözünde durmayan) kimsenin de dîni yoktur.”[19]
Sıkıntılardan kurtulmanın, emniyet ve güven içinde yaşayıp huzurlu bir dünyaya kavuşmanın çaresi; Dinini ve dilini bilen, Hakk’ı tanıyan ve hukûka riâyetkâr olan, başkasını düşündüğü nispette yükseleceğine inanan, kendisine güvenilen, imanlı, güzel ahlak ve davranış örneği, özgüven ve İslâmî şahsiyet sahibi, yüz akı sâlih nesiller yetiştirmekle mümkündür. Böyle güvenilir nesiller ise; temiz bir çevrenin ve medeni bir toplumun, tadı güzel, reyhası güzel, göz nuru ve gönül süruru olan meyvesidir. Nitekim Yüce Rabb’imiz Kur’an-ı Mübîn’inde şöyle buyurmaktadır:
“Toprağı verimli güzel memleketin nebatı/bitkisi, Rabb’inin izni ile bol çıkar. Kötü olandan ise faydası pek az bitkiden başkası çıkmaz.”[20]
Toprağı verimli olan güzel memleketin nebatı da güzel olur ve herkes ondan faydalanır ki, bu; imanlı, emânet ehli, salih neslin benzeridir. Kötü ve verimsiz topraklı yerden ise faydası pek az bitkiden başkası çıkmaz ki, bu da; münafık kimsenin yani kötü ve güvensiz neslin benzeridir. Demek oluyor ki, temiz ve güven örneği çevreden, temiz, güvenilir ve imanlı bir nesil yetişmektedir.
Gönüllere Allah ve Peygamber yani İslâm sevgisi yerleştirilecek ki, çoraklaşmış gönüller bu sevgi tohumuyla yeşersin, güven ve adalet meyveleri nesiller yetişebilsin.
Yüce Rabbimiz, en güzel isimlerinden biri olan “el-Mü’min/gerçek güven kaynağı” ismini, insanların faydası için yeryüzüne çıkarılmış en hayırlı ümmet olan Muhammed aleyhisselâm’ın Ümmetine vererek onları şereflendirmiş, “Muhammed’ül-Emin” (güvenilir Muhammed) sıfatıyla anılan biricik Habibine ittiba edilmesini Allah tarafından sevilme ve bağışlanma vesilesi kılmıştır.[21]
Mü’min bir kulun en önemli özelliği; Allah’a, Allah’tan geldiği bilinen her şeye, Peygamberimiz’in Allah katından getirdiklerine şüphesiz bir inançla güvenip dayanması[22] ve her konuda güvenilir olmasıdır. Güvenilirlik mü’min’in “olmazsa olmaz”ı, iman meyvesi ve kulluk nişânıdır.
İslâm’a gönül bağlılığı olmayan toplumlar bile İslâm’ın “emin/güvenilir olma” prensibine uyarak hayatın birçok zorluklarını aştıkları halde; Hakk’tan inen Kur’ân sebebiyle gözlerimizin yaşaracağı, kalplerimizin saygıyla yumuşayıp huzura kavuşacağı, davetine kulak vererek/uyarak hayat bulacağımız, güvenle yaşayıp ve güvenilir olmada Peygamber Efendimiz’i örnek alacağımız vakit hâlâ gelmedi mi?[23]
İslâm Dîni’nin hedefi; medeni bir toplum inşâsıdır. Bu medeniyet cennetinde haklar, bilek ve güç zoru ile değil, oturdukları yerden hak sahiplerine teslim edilir. Evvelce edilmiştir de…
Medeni topluma gidişin yolu insan-ı kâmil yani dört başı mamur insandan geçer. Kâmil insan olmak için de; Kur’an-ı Kerîm’in “en güzel örnek” olarak vasıflandırdığı/nitelendirdiği Hz. Muhammed aleyhisselâm’ı taklit ve kopya etmek gerekir.[24]
İki cihan güneşi Efendimiz, hayatın her alanında örnek ve önder olduğu gibi, emânete riâyet konusunda da ümmetinin biricik örneği ve rehberi olmuştur.
Allah’ın Sevgilisi Efendimiz, kendilerine peygamberlik verilmeden önce de emânete çok dikkat ve riayet ederlerdi. Herkes, daha çocukluk zamanından beri O’nu, Muhammed’ül -Emin” (güvenilir Muhammed) sıfatıyla anardı.
Peygamberimiz’in can dostları Ashâb-ı Kiram, Efendimiz’in Rabb’i katından getirdiklerini, haber verip öğrettiklerini gönülden kabul etmişler, güzel görüp uygulamışlar, asla karşı çıkmamışlar ve her sözüne “Emrin baş üstüne yâ Rasûlallah, saâdetler içinde olunuz”, diye karşılık vermişlerdir. Çünkü O’nu candan sevmişler, O’na güvenle tabi olup Rabb’leri katında sevilmiş ve bağışlanmışlardır.
Gönüllerinde yer etmiş bu sevgi ve güvenlerini hayatlarına taşıyarak kardeş olmuşlar ve Medine-i Münevvere’de medeniyetin beşiği olacak, kardeşlik esasına dayalı medeni bir toplum kurmuşlardır. Bu toplumda Allah’a karşı kulluk görevleri özenle edâ edilmiş, insanların ve yaratılmışların hakları gözetilmiş, kardeşlik hukûku yerine getirilmiştir.
Çünkü, kardeşlik olan yerde daima güven, samimiyet, adâlet, sadâkat, şefkat, merhamet ve îsâr/diğergâmlık var olagelmiştir.
Mü’minler, Kur’an ‘ın öncülüğünde ve Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın rehberliğinde karanlıklardan aydınlığa, vahşetten medeniyete ve huzurlu bir dünyaya kavuşmuşlardır. Çünkü yegâne huzur ve saâdet kaynağının Allah’ın Kitab’ı ve Rasûlünün Sünnet’i olduğuna gönülden inanarak sarılmışlar, Peygamberimizin bu emânetlerine sahip çıkarak hüsrandan kurtulmuş ve İslâm nimeti sayesinde gönülleri birbirine güven duyup kardeş olmuşlar, ateş çukurlarından kurtulup korunmuşlar ve şu İlâhi emri hiç unutmamışlardır:
“Hepiniz, toptan Allah’ın ipine (İslâm Dînine, Kur’an-ı Kerim’e, Allah’ın biricik Habibine) sımsıkı sarılın.
Bölünüp parçalanmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz.
Allah kalplerinizi İslâm’a ısındırıp birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde din kardeşleri olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O (c.c) kurtarmıştı. ”[25]
Dünya durdukça Müminler; yolunu şaşırmış, Sırât-ı Müstakim’i göremeyen şaşıların kötülüklerinden ve kötü düşüncelerinden ancak Allah’ın Kitab’ı ve Resûlünün Sünnet’i sayesinde korunacaklardır.[26]
Bize bahşedilen maddi ve manevi bütün nimetler, Rabbimiz’in bizdeki emânetleridir.
Sözlerin en güzeli, huzur ve mutluluk rehberi Kuran-ı Kerim, iki cihanın saâdet güneşi Hz. Muhammed aleyhisselam Efendimiz, Allah katında hak din yüce dinimiz İslâmiyet, Rabbimiz’in bütün emir ve nehiyleri, Peygamberimiz’in Allah katından getirip haber verdikleri, öğretip uyguladıkları ve Sünnet olarak bıraktıkları, birer nimet ve manevi emânettir.
Hayatımız, sağlığımız, boş ve müsait vakitlerimiz, geçliğimiz, servetimiz, makam ve mevkilerimiz, çoluk çocuğumuz, konu komşumuz, insanoğlunun hizmetine sunulan ve emrine musahhar kılınan bütün dünya nimetleri de birer emânettir.
Dünya ve Âhiret saâdetimiz, bu nimet ve emânetleri Kur’an ve Sünnet ölçüsünde değerlendirmek, haklarını yerine getirmekle mümkün olacaktır.
Nimetlerin şükrü edâ edilirken ve emânetlerin hakkı verilirken gönül ibresi daima Hakk’ın rızasını gösterecektir. Çünkü yaratılış gayesi; Allah’a kulluk ve O’nun rızasını kazanarak hoşnut olduğu kulları arasına girebilmektir.
Maddi ve manevi bütün bu nimetlerin hakkını eda etmemek, onları emrediliş ve yaratılış gayesinin dışında kullanmak, emânete ihanet etmektir. Yüce Rabbimiz İslâm nazarında büyük günah sayılan ihaneti şöyle buyurarak şiddetle yasaklıyor:
“Ey iman edenler! Sakın bile bile Allah’a ve Peygamber’e ihanette bulunmayınız. Aranızdaki emânetlere de ihanet etmeyiniz.”[27]
Allah’a ve O’nun Rasûlü aleyhisselâm Efendimiz’e ihânet, farzları ve sünnetleri, kullarını ıslâh için koymuş olduğu İlahi hükümleri terk etmek ve yerine getirmemek sûretiyle olur.
Tercihlerinde önceliği daima İslâm’a tanımayanlar, hayatını Kur’an ve Sünnet’in kontrolünden uzak tutmaya çalışanlar; Allah’a ve Hz. Muhammed aleyhisselâm’a ihânet etmiş olurlar.
Bir Müslüman için; ilk sözü de, son sözü de Allah ve Rasûlü söyleyecektir.[28]
Karanlıkları aydınlatan; Allah’ın Kitab’ı, Rasûlullâh’ın Sünnet’i, Efendimiz’in ahlakını ve Sünnet hayatını yansıtan hidâyet yıldızları Ashabının hayatıdır.
Bu güzîde Ashâbından biri olan Emîn’ül-Ümmet ünvanının sahibi Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a) hakkında, Fahr-i Âlem sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuşlardır ki:
“Her ümmetin emîni vardır. Bu ümmetin emîni de Ebû Ubeyde‘dir.”
Züht ve takva sahibi, halkına karşı çok şefkatli olan Hz. Ebû Ubeyde (r.a) Şam’da vali iken Mü’minlerin Emîri Hz. Ömer (r.a) tarafından ziyaret edilir.
Hanesinde silahı ve birkaç parça eşyanın dışında bir şey göremeyince Hz. Ömer (r.a) tevâzuan şöyle buyurur:
“Ey kardeşim Ebû Ubeyde! Dünya senden başka hepimizi değiştirip bozdu.”
İki cihan güneşi Efendimiz’in emânet ehli olduğuna şehâdet ettiği Hz. Ebû Ubeyde’yi, dünya ve dünyalıklar değiştirip bozamadığı halde bizim halimiz ne olacak? Peygamber ümmetinin şiârı olan emânete riayeti ve söze sadakati koruyabilecek miyiz?
Sultân-ı Enbiyâ Efendimiz bizi uyararak şöyle buyurmaktadır:
“Benim ümmetim, emâneti ganimet malı/gelir gibi, zekâtı da cereme/ceza gibi telakki etmediği sürece iyilik üzere olacaktır.”[29]
“Dört haslet vardır ki bunlar sende bulunursa dünyadan seni mahrum eden şeyler artık umurunda olmasın. (Bu dört haslet şunlardır:) Doğru söylemek, emâneti korumak, güzel ahlaklı olmak, helal lokma yemek.”[30]
“Münafığın alameti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emânet edildiğinde ihanet eder.”[31]
Hz. Ömer (r.a) de şu sözleriyle emânete riayeti, söze sadakati güçlü bir imanın şahidi olarak açıklamaktadır:
“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emânet edildiğinde emânete riâyet ediyor mu, dünyaya meylettiği zaman helal-haram gözetiyor mu, ona bakınız.”[32]
İki cihan önderi Habib-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Muaz (r.a.)’a, bizlere örnek olacak şu tavsiyelerde bulunmuştur:
“Ya Muaz! Sana takvayı, doğru sözlülüğü, ahde vefayı, emâneti yerine getirmeyi, hıyaneti bırakmayı, yetime şefkat göstermeyi, komşu haklarına riâyet etmeyi, öfkeni yutmayı, selamı yaymayı, güzel davranışı, imana sarılmayı, Kuran’ı inceden inceye anlamaya çalışmayı, hesaptan korkmayı, şefkatli ve merhametli olmayı… tavsiye ederim.”[33]
Rasûl-i Ekrem Efendimiz, ümmetine yakışmayan ihanetten şu duâlarıyla bizleri sakındırmaktadır.
“Allah’ım! Emânete ihanetten Sana sığınırım; o ne kötü bir huy ve tabiattır.”[34]
Sözlerin en güzelinde, Muhammed aleyhisselam ümmetinin izzet şiârı şöyle özetlenmektedir:
“O müminler ki; üzerlerindeki emânetleri gözetirler ve verdikleri söze de bağlılık gösterirler.”[35]
--------------------------------------------------------
[1] Enfal:8/27
[2] Nisa:4/58
[3] Bakara:2/283
[4] Nisâ 4/105
[5] Enfal:8/58
[6] Mü’minûn:23/8
[7] Ebû Dâvûd: Büyû’, 79/3535: Tirmizi: Büyû’, 38/1264
[8] Kudsî Hadîs Ebû Dâvûd: Büyû’, 27/3383
[9] Tirmizî: Birr, 18
[10] Ebû Dâvûd: Edeb 71; Buhari: Edebü’l-Müfred, no:393
[11] Buharî: Îman, 4; Müslim: Îman, 64
[12] Tirmizî: Büyû, 4
[13] Buhari: Rikâk 35
[14] İbn-i Hanbel, 2/321, 365
[15] Vedâ Hutbesi
[16] Ahmed b. Hanbel, V, 323; Hakim, Beyhakî
[17] Buharî: İlim 2
[18] Tâhâ, 20/124
[19] Ahmed b. Hanbel, Müsned 3/135, Mişkâtü-l Mesâbîh Hadis nu: 35
[20] A’raf 7/58
[21] bkz. Âl-i İmran, 3/31
[22] bkz. Mâide 5/23
[23] bkz. Hadid 57/16; Maide 5/83; Enfal 8/24
[24] Prof. Dr. Osman Öztürk, Biricik Önderim Peygamberim Efendim, Rağbet Yayınları
[25] Âl-i İmran, 3/103
[26] bkz. Malik, Muvatta: Kader 3
[27] Enfal:8/27
[28] bkz. Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK, Sözlerin En Güzeli, Rağbet Yayınları
[29] Tirmizi; Fiten 38
[30] Ahmed b. Hanbel, Taberâni, Hakim, Beyhakî
[31] Buhari: İman 24; Müslim: İman 107; Tirmizi: İman 14/2631-2633
[32] Şuabu’l-Îmân, 4/230
[33] et-Tergîb ve’t-terhîb, c:4, s:107; tevbe bâbı
[34] Nesâî: İstiâze, 19
[35] Mü’minûn:23/8
Hikmet Aslantürk