Hak İslam’dır Rasulullah’tır, Kur’an’dır
Bâtıl ise, bunların dışında kalan her şeydir, ama her şey. İslam’ın dışındaki yaşam biçimleri bâtılın ta kendisidir. İslam’ın dışındaki düşünceler bâtıldır, Kur’an’ın dışındaki her türlü öğreti dalalettir.
Sakın Kuşkulanma!
Bakara suresinin 147. ayeti Allah Elçisi Muhammed (sav) üzerinden müminlere şöyle bir ültimatom veriyor:
“Hak Rabbindendir. Öyleyse sakın kuşkuya düşenlerden olma!” (el-Hakku bin Rabbike fe-lâ tekûnenne mine’l-mumterîn).
Bu ilahi uyarının ilk muhatabı Rasulullah (sav)’dir. Buna benzer uyarılar pek çoktur; sakın şirk koşma, zalimleri savunma; kafirlerin zenginliklerine gözünü dikme! v.b. Bu büyük uyarılar, Allah’ın şerefli Elçisinin (sav) bu uyarıları gerektirici cürümler işlediği anlamına gelmemektedir. Elbette ayetin Rasulullah’a bir mesajı var; ilk başta onun imanını daha da pekiştirmek, kafirlerden, zalimlerden, nifak ehlinden oluşan dış dünyaya karşı kendisine destek olunmak istenmektedir. İkinci mesaj küfür cephesinedir: Müşriklerin İslam’ın genleriyle oynayarak (ılımlı İslam, FETÖ İslam’ı, Diyanet İslam’ı, demokratik muhafazakâr veya sosyal demokrat partiler İslam’ı v.b.) onu yumuşatma, kulağından tutulup çekince her mahfile götürülebilir kıvama getirmeye yönelik her türlü umutlarını kökünden kurutmaktadır. Üçüncü mesaj müminleredir: Müminlerin galiba şöyle düşünmeleri istenmektedir: Rasulullaha bu uyarı yapıldığına göre, benim payıma düşen uyarının şiddeti ne kadardır?
***
Hak Rabbindendir… Bu ‘hak’kı ayetin öncesine bakıp, ona göre anlamaya çalışırsak, şöyle tanımlayabiliriz: Hak, Allah Rasulü’nün üzerinde bulunduğu ‘Şey’dir. Üstad Zemahşerî diyor ki, Allah’tan olduğu sabit olan şey haktır; mesela Allah Rasulü’nün üzerinde bulunduğu ‘şey’ gibi. Allah’tan olmadığı sabit olan şey de bâtılın ta kendisidir; ehli kitabın üzerinde olduğu ‘şey’ gibi!
Allah Rasulü’nün üzerinde bulunduğu ‘Şey’, Kur’an’ın Fatiha’dan Nâs suresine kadar öğrettiği Din’in tamamıdır; sırat-ı mustakîmdir, sevâe’s-sebîl’dir.
Peki, Allah Elçisi Muhammed (sav) bu sırat-ı mustakîmin, sevâe’s-sebîl’in Allah’tan olduğunda kuşku mu duymuştu? Hayır, asla! O halde ayet neden böyle gelmektedir? Allah Teala bu ‘hak’ı tasrih ediyor, yeniden yeniden bu hakkın altını kalın çizgilerle çiziyor, deyim yerindeyse biz müminlerin kulağımızı çekiyor. Gözümüzün, kulağımızın ve kalbimizin içine girdiriyor ki, mazeretimiz kalmasın. Kur’an’ı tarihte ve coğrafyada bir yerlerde hapsetmeye çalışanlar nasıl bir zulüm işlediklerini bu şekilde de kavrayabilirler: Bakın Kur’an tarihte ve coğrafyada kalmamış, bizimle konuşmaya devam ediyor. Ayet bin dört yüz küsur sene önce Medine’de değil de, bugün, bu şehrimizde bize iniyormuş gibi taze bir mesaj getirmektedir.
Üzerinde durduğumuz ayetin öncesinde dört ayetlik bir pasajda (Bakara, 142-145) kıble meselesi işlenmekte, oradan bu ültimatom neş’et etmektedir: Hak Rabbindendir, sakın kuşkuya düşenlerden olma!
Şu hâlde kıble deyip geçmemek gerekiyor. Her ne kadar Kur’an “Doğu da Allah’ındır, batı da”, “Yüzünüzü doğu ya da batı tarafına çevirmek iyilik değildir…” sözleriyle, namazda yüzümüzü bir yöne dönmenin asıl mesele olmadığını hatırlatsa da, İslam cemaatinin bir kıblesinin bulunması ve bu kıblenin öyle, üç-beş sapkın kimsenin sataşması ile değişmeyecek kadar sabit ve kesin olması başlı başına bir meseledir. Kıblemiz, bizi biz yapan, bizi kafirlerden, feministlerden, hümanistlerden, demokratlardan v.b. temyiz eden bir şiardır.
Hak Rabbindendir, ondan kuşku duymayasın! İslam’a ev sahipliği yapan zihnin, Allah’sız bir hayat tasavvuruna kaymasın! Gönlün, çağın boyalı-cilalı putlarına meyletmesin! Kıblenin sahihliğinden tereddüde düşme! En büyük harflerle yazılı HAK ortada apaçık dururken, bâtıllardan bir bâtılı seçme kuyruğuna girme! Bâtıl, bütün şatafatına rağmen yok olup gitmeye mahkumdur Rabbin, bilmiyor musun?
Müslüman Hak hususunda tereddüde düşemez. Hak ayan-beyandır, doğrunun kendisidir. Hak İslam’dır, Rasulullah’tır, Kur’an’dır. Bâtıl ise, bunların dışında kalan her şeydir, ama her şey. İslam’ın dışındaki yaşam biçimleri bâtılın ta kendisidir. İslam’ın dışındaki düşünceler bâtıldır, Kur’an’ın dışındaki her türlü öğreti dalalettir. Allah’ın dışında nice nice insanlar kendilerini ilah ve rab yerine koymaktadırlar. Daha doğrusu kitleler birilerini ilahlık ve rablık makamına çıkartıyor, kendileri de “istemem, yan cebime koy” kabilinden bu makama ‘istiva’ ediyorlar; sen müşrik olasın diye yapılıyor bütün bunlar… Kur’an ise sen mümin olasın diye var.
İslam’ı değersizleştirme siyaseti gün geçtikçe hızını artırıyor. Açıkça söylemek gerekirse, bu tağutlaşma furyasına birinci derecede “ben Müslümanım” diyen kimseler destek veriyor, ön ayak oluyor, nifakın yangınına odun taşıyorlar. İslam bastırılmış, ağa dolandırılmış vaziyette olsa da, İslam’ın en sinsi hasmı olan demokratik-seküler siyasetle İslam’a hizmet edileceğini aklından geçiriyor kimileri.
En iyimser tarafından yaklaşarak şunu soralım: Allah Teala, “sakın kuşku duyanlardan olma!” uyarısını yaparken ne demek istemektedir? Kim, neden kuşku duymaktadır ki? Yoksa bu ayetin bugün bir karşılığı yok mudur?
Oysa aklı başında her insan, bu ayetin bir karşılığının olduğunu hiç zorlanmadan bilir ve kabul eder. Paranın, makamın, şöhretin, doymak bilmez bir ‘kazanma’ hırsının, insanın hayvani şehvetlerinin tatmininin her şeyin önüne geçtiğini, din-iman, kitap-sünnet tanımadığını, ‘adam olma’nın ölçüsünün bunlar sayıldığını teslim eder.
O halde, Hak Rabbimizdendir, sakın kuşku duyanlardan, şek ve şüphe edenlerden olmayalım. İmanımızda sarsıntı yaşamayalım.