Hep Birlikte Saf Tutalım
Yeryüzüne çisil çisil yağan yağmur Allah’ın kudretini haykırırken, rahmetini indiriyordu üzerimize sağanak sağanak… O rahmet sadece toprağa değil, kalplerimize de hayat bahşediyordu. Görebilen gözler için yağmur rahmet olarak ulaşıyordu toprağa…
Allah’ın rahmetinden yine onun rahmetine sığınıyorduk bir seher vakti sessizliğinde. Din görevlisinin samimi ilgisiyle gösterilen mekânda aldığımız abdestle ilk adımımızı atıyoruz Hisar Camii’ne. Abdestle maddi kirlerden arınan bedenimizden sonra, manevi bir arınmanın coşkusunu arıyor ruhumuz. Allah’ın evinde yine onun kutlu sözleriyle karşılanıyoruz. Lahuti bir ses camiyi dolduruyor. Mülk suresi okunuyor ve şu yüce meal ile son buluyor. “De ki: “Söyleyin bakalım: Suyunuz çekiliverse, size kim temiz bir akar su getirir?” (Mülk, 67/30.)
Sessizce kılınan sünnetin ardından kamet getiriliyor. Ve saf bağlanıyor sımsıkı, sımsıcak. Cemaatin rahmetine bereketine inanmış gençler, yaşlılar, çocuklar, kadınlar saf tutuyor, bir duvarın tuğlaları gibi kenetleniyorlar birbirlerine…
Hissesine ne düştüyse yetişen alıyor. Kimi henüz ezan okunmadan camideki yerini alırken, biliyor ki beklediği sürece ibadet sevabı alacak. Kimi de teşehhüde bile yetişmiş olsa kazançlı olacak.
İlk rekâtta okunan Al-i İmran suresi, sanki ilk defa iniyormuş gibi.”…De ki: “İçinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerdeki her şeyi, yerdeki her şeyi de bilir. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir...” (Al-i İmran, 3/29.) Kalplerimizin derinliklerine nüfuz ediyor ve kalplerimiz ürperiyor, silkiniyoruz. …
“Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Al-i İmran, 3/31.) Allah sevgisiyle coşan gönüllerimiz, O’nun sevgisine ve bağışlamasına mazhar olabilmek için Rasulüne tabiiyete ahdediyor. Ve âdeta sevgi yumağını, arınmışlığı hissediyor.
Hep birlikte kıyam, hep birlikte rükû, hep birlikte secdeyle Rabbin huzurunda ahengi temsil ediyorlar, her biri yek bir vücut.
Ardından ikinci rekât… “Sen bu beldedeyken bu beldeye (Mekke’ye), babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık.” (Beled, 90/1-4.) “Bu Belde”nin hayaliyle namaz devam ediyor. Er ya da geç, sıkıntı ve zorluklarla hayallerinin gerçekleşmesi ümidiyle kıraat dinleniyor, “İnsanoğlu, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? “Yığınla mal harcadım” diyor. Kendisini kimsenin görmediğini mi sanıyor?” (Beled 90/5-7.) Kıyam ediliyor, rükûa varılıyor ve secdeyle Rabbe en yakın olma hissediliyor. Tesbihat ve dualar gözyaşlarıyla yıkanıyor.
“Eğer biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr, 59/21.) Bu Kur’an nağmeleri, dinleyenlere yüklendikleri sorumlulukları hatırlatıyor.
El-Fatiha ile her şey bitmiyor. Peygamberin etrafındaki Suffe ashabı gibi bir sohbet halkası oluşuveriyor.
Ne güzel bir birliktelik, cami çatısı altında, caminin kuşatıcılığında…
Neden caminin bu güzelliklerinden toplumun bir kesimi uzak durur ki ya da uzak tutulur? Yapılan araştırmalara bakıyoruz kadın erkekten daha dindar. Ama camide kadın yok. Peki, olmak zorunda mı? Tabii ki bu bir tercih, olmak zorunda değil. Ama neden olmasın, çarşıda, pazarda, piknikte, eğlence yerinde vs. olan kadın neden camide yok? Fitne korkusu vs. ile zamanında camiden uzaklaştırılan kadın artık camide yeri olmadığını düşünüyor, camiler erkekler için vardır bu genel kanıya göre. Kadın olsa olsa ramazandan ramazana Hz. Peygamberin müekket sünneti teravih namazı için uğrar camiye. Sünnet bir namaz için camileri dolduran kadınların, beş vakit farz namaz için camiye gitmek akıllarına gelmez.
Günahtan bu kadar çekinen insanlar olarak, asr-ı saadetteki ağlaşan bebekleriyle de olsa mescitte vakit namazı kılan o güzel insanları görmezden geliriz. Onlar yolumuzu gösteren yıldızlardan değil miydi yoksa?
Kendimizi mutluluk çağında gibi hissedip camilerin lahuti havasını hep beraber teneffüs edelim, camiler tek renk değil rengârenk çiçekler açsın.
Camilerimiz çiçek açsın diyerek çocuklarımızı camiye davet ederken, yavrularımız bir elleriyle babalarının elinden tutup diğer elleriyle de annelerinin ellerinden tutsun. Tıpkı parka gittikleri gibi… Yoksa korkarım ki anne ve babalarıyla camilere gitmeyince çocuklar, camiler kimsesiz kalacak gelecekte.
Camilerin kadınlara ayrılan bölümlerinin güzelleştirilmesi için oluşturulan komisyonda görevliyiz. Programımız çerçevesinde önceden haber verdiğimiz cami görevlilerimiz ilgiyle karşılıyorlar bizi camilerinde.
- Kadınlar camide namazı nerede kılıyorlar? Sorusuna, bin bir zahmetle ulaştığımız kadınlar bölümünü gösterip şu cevabı verdi bir arkadaşımız:
- Burası, ama ihtiyaç duymuyor kadınlarımız, biz de kapalı tutuyoruz. Binde bir yabancı birileri gelip de, namaz kılacak yer bulamazlarsa uğruyorlar camimize, bizi arayıp buluyorlar, biz de açıyoruz.
Yine abdest mekânını sorduğumuzda:
- Abdest almak için mi? Anahtarı kahvecide, almak isteyen arayıp buluyor, cevabını veriyor.
Ne kadar zor camide yabancı bir kadının engelleri aşarak namaz kılması. Hem neden sadece yabancı kadınlar namaz kılmak için camilere ihtiyaç duyuyor? O mahallenin kadınları hiç mi camiye namaza gelmez? Yirmi yedi derece sevabı neden reddederler ki? Şüphesiz onlara bu güzelliklerden bahseden yoktur da ondan. Evdeki yemek, temizlik, çocuk gibi sorumluluklarının yanında, cemaatle kıldıkları namazla, sevaplarının kat kat arttığının farkında değillerdir.
- Hem sahi hocam, eşiniz gelmez mi? Diyorum.
- Yok hocam ya, ne işi var. Zaten giyinip hazırlanması bir sürü zamanını alır, diyor.
Kafa yorup emeği geçenlerden Allah razı olsun. Başkanlığımız çok iyi düşünmüş; kadınların camilere alıştırılması adına, cami şartlarının iyileştirilmesini. Ancak önce yapılması gereken bir şey var ki, o da buna önce kendimiz inanmalı ve kendi adımıza bir şeyler yapmalıyız.
Bir din görevlisi olarak biz, ezan okunurken caminin önünden geçiyor ve cemaate katılmıyorsak, bir imam hatip eşini, çocuklarını arkasında görmekten haz almıyorsa önce kendimizi eğitime tabi tutmalıyız. Camilerimizin, nüfusun en az yarısını oluşturan kadınlarımızla tanıştırılması ve barıştırılması ümitlerimizle…
Gülsüm Dokuz