Her an nimet içindeyiz
İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:
İnsanları nimetin şükründen cehalet ve gaflet alıkoymuştur.
Bundan dolayı nimete şükrü; sadece Elhamdülillâh veya Allaha şükür demek olduğunu zannederler. Bilmezler ki şükrün mânâsı; nimeti, nimetten kastedilen hikmetin tamamlanmasında kullanmak demektir. Bu da ibadettir.
Yine Cenab-ı Hak, farkında olmadığımız o kadar çok nimet vermiş ki, bunların çoğu aklımıza gelmez. Mesela, hava nimetinden ötürü Allaha şükretmek aklımıza gelmez.
Eğer bir kişi havasız kalsa birkaç dakikada ölür.
Herhangi bir sebepten dolayı havasız kalan bunu nimet olarak takdir eder ve Allah’a bundan dolayı şükreder. Bu ise nimetten gafil olmanın sonucudur.
Zira onların şükretmeleri nimeti kendilerinden aldıktan sonra kendilerine geri vermeye bağlıdır. Halbuki bütün hallerde nimete karşı şükretmek sadece bazı hallerde şükretmekten daha evlâdır.
Gözü gören bir insanı gözünün sıhhatinden dolayı Allaha şükreder görmezsin. Ancak gözü kör olduktan sonra eğer kendisine geri verilirse şükreder ve nimet sayar.
Allahü teala rahmetinin geniş olmasından ötürü bütün halka bunu vermiştir. Her durumda halk için bol bol ihsanda bulunmuştur. Fakat cahil bunu nimet saymaz.
Bu gafil insan kötü köle gibidir.
Daima azarlanmayı hak eder, bir saat azarlanmazsa onu canına minnet sayar. Eğer daima hakaret görmezse rahatlık batar, şükrü terk eder.
İnsanlar çok veya az kendisine özel olarak verilen mala karşı şükrederler, Allah’ın bütün insanlara ortak olarak vermiş olduğu bütün nimetleri unuturlar.
Nitekim bir kişi fakirliğini âriflerden birine şikâyet etti ve bundan çok üzüldüğünü belirtti.
Ârif zat ona dedi ki:
‘Senin iki gözünün kör olup onbin dirhemin olması seni sevindirir mi?’ Adam ‘Hayır!’ dedi. Ârif zat ‘Dilsiz olup onbin dirhemin olmasını ister misin?’ dedi.
Adam ‘Hayır!’ dedi. Ârif zat, ‘O halde Mevlânın senin yanında ellibin dirhem değerinde nimetleri olduğu halde şikâyet etmeye utanmıyor musun?’ dedi...