* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: TEKFİR  (Okunma sayısı 662 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

anadolu

  • Ziyaretçi
TEKFİR
« : Ağustos 16, 2017, 03:17:28 ÖS »
TEKFİR

Bir Müslümanın Mürted Olduğuna Karar Verme 

Ehli Sünnet ve’ l cemaatin müctehid imamları; dinde inanılması zaruri hususları ‘Kitap ve mütevatir sünnet‘ ile sınırlandırdıkları için, ölçüsüz tekfir fesadını önlemeye muvaffak olmuşlardır. Muhakkak ki Tekfir, bazı hallerde uyulması zaruri olan ve müslümanları koruyan bir güç’tür. Fakat Kontrolsüz güç, güç değildir. Tam aksine aleyhimize dönebilecek bumerang haline gelebilir. O halde bu konu ile ilgili hükmü Müslümanların kâdılarına ve müftülerine bırakmakta fayda vardır. Altının kıymetini sarraf bildiği gibi, tekfir ile ilgili hükümlerin inceliklerini de ulema bilir. Ayetlerin zahirine sarılan ve meallerde yer alan bazı cümleleri slogan gibi kullanan kimseler müslümanların maslahatını dikkate almadıkları için, fesada sebeb olmaktadırlar. Çünkü ”tekfir” işini herkes kendi şahsi tercihlerine göre yapınca bu fiil etkisini kaybetmekte, meselenin ciddiyetini izah eden âlimlerin sözleri ve uyarıları arada kaybolup gitmektedir. Sonuçta iyi niyetle de olsa, kaş yapalım derken, göz çıkarılmaktadır.

Bir Müslümanın Mürted Olduğuna Karar Verme Hadisesi: ‘Tekfir’

TEKFİR konusu geçmişte olduğu gibi, günümüzde de Müslümanların kalbini meşgul eden konuların başında gelir. Ehl-i kıble vasfına haiz olan kimseleri ölçüsüzce tekfir etmek bir aşırılık olduğu gibi, yine küfrü sabit olan bir insanı tekfir etmemek de haddi aşmaktır. Bu noktada biri ifrat’tır, diğeri ise tefrit’tir. Birisi ‘Harici’ mantığını, diğeri ise ’Mürcie’ anlayışını ön plâna çıkarır. Bize düşen Ehli Sünnet ve’ l cemaatin usulüne bağlı kalmaktır. Ehli Sünnet ûleması, insanı küfre düşüren sözler ve ameller konusunda hassasiyet göstermiş, mükellefin kendisini bu hastalıklardan korumasının yollarını göstermiştir. Bilindigi gibi Mecelle kaidesine göre bir hususta hem fayda, hem de zarar söz konusu ise öncelik zararı def etmek esastır. Yani o işte bir fayda, hem de aynı zamanda kaçınılması mümkün olmayan bir zarar var ise, zararı def etmek, maslahatın elde edilmesinden daha önemlidir.

”Ehli Sünnet ve’ l cemaatin müctehid imamları; dinde inanılması zaruri hususları ‘Kitap ve mütevatir sünnet ‘ ile sınırlandırdıkları için, ölçüsüz tekfir fesadını önlemeye muvaffak olmuşlardır. Muhakkak ki Tekfir, bazı hallerde uyulması zaruri olan ve müslümanları koruyan bir güç’tür. Fakat Kontrolsüz güç, güç değildir. Tam aksine aleyhimize dönebilecek bumerang etkisine dönüşebilir. O halde bu konu ile ilgili sözü Müslümanların kâdılarına ve müftülerine bırakmalıdır. Altının kıymetini sarraf bildiği gibi, tekfir ile ilgili hükümlerin inceliklerini de ulema bilir. Âyetlerin zahirine sarılan ve meallerde yer alan bazı cümleleri slogan gibi kullanan kimseler müslümanların maslahatını dikkate almadıkları için, fesada sebeb olmaktadırlar. Çünkü ”tekfir” işini herkes kendi şahsi tercihlerine göre yapınca bu fiil etkisini kaybetmekte, meselenin ciddiyetini izah eden âlimlerin sözleri ve uyarıları arada kaynayıp gitmektedir. Sonuçta iyi niyetle de olsa, kaş yapalım derken, göz çıkarılmaktadır. O halde bu işi ehline bırakalım, üç kuruşluk kâr için, beş kuruşluk zararı göze almayalım.
 
DENGESİZ ETKİYE, ÖLÇÜSÜZ TEPKİ

Elbette şirk içinde olanların tespiti, uyarılmaları, tecdid-i imana davet edilmeleri zaruridir. Çünkü bunda dini, akaidi koruma maslahatı vardır.
Yoksa insanlar Allah’ın (cc) hükümlerine mukabil hüküm koyan, küfür sözleri hiçbir ikrah olmadığı halde söyleyenler tesbit edilmezse, itikadi ahkâm tebdil ve tağyir edilir. Bunun yanında liderlerini, üstadlarını, şeyhlerini ve hocalarını tekfir eden kimseleri “Harici” olmakla suçlayıp, duygusal tepkilerle “Mürcie” fırkasına dahil olan müslümanlar da tehlike içerisindedirler. Asıl yapılması gereken bu uyarıları araştırıp, haklılık payı var ise düzeltmek değil midir? Emri bi’l Mâruf Nehyi ani’l Münker çerçevesi içinde yapılan uyarılar bir nimet değil midir? Müslümanların bu görevi ölçüsüzce yapmaya çalışmaları bir hata olduğu gibi, tamamen terk etmeleri veya yapılan uyarılara kulak tıkamaları da hatadır. Muhakkak ki bir insanın ‘küfre düştüğü’ ithamı çok büyük bir iddiadır. Görüntüsü itibarı ile şirk amelleri içinde olan, fakat durumu araştırılması gereken bir kimsenin aleyhine güneş gibi apaçık deliller olmadan kâfir hükmünü veren kimse (kâdı veya müftü) ne kadar vebale girerse, tağuti güçlere iman eden ve bunu ikrar eden kimselere “Müslüman” vasfını veren kimse de vebale girer. Bu noktada âlimlerin üzerinde ittifak ettiği bir hükmü hatırlatalım. “Umumun maslahatı, hususun maslahatından önce gelir” şahsi kanaatlerine dayanarak ölçüsüz tekfire yönelen ve müslümanların sayısını azaltanlar, umumun maslahatını dikkate almayanlardır. Kâdı Iyad, Ebu’l-Meali’nin şu tesbitini ön plâna çıkarmıştır; “ Bir kâfire Müslüman demek veya bir Müslümana kâfir demek dinde büyük bir iştir. Bir kâfire Müslüman demek ve haksız yere ona tanıklık etmek, bir Müslümana kâfir demekten daha az tehlikeli değildir. Hakkı isteyen kişi, her iki durumdan da sakınmalıdır. Çünkü her iki durumun da sonu hüsrandır” (Tekfirde 30 Risale, Muhammed el-Makdisi, Secde kitab, Sh: 28)

Peygamber efendimiz (sav) bir hadisi şeriflerinde; “ Kim bizim kıldığımız namazı kılarsa, bizim kıblemize yönelirse, kestiğimizi yerse işte Allah ve Rasulünün zimmetinde bulunan Müslüman budur. Allah’ın zimmetini bozmayın”(Buhari, Fıkhı Ekber, Aliyyül-Kâri Şerhi, Çağrı Yay. İst. 1981 Sh: 425) emrini vermiştir. Bir insan Kelime-i Şehadeti getiriyor ise hakkında yetkili makamlarca “kâfir” hükmü sabit oluncaya kadar bize göre Müslümandır. “Kâfir” demek ise bir takım hususiyetlere bağlıdır. Allah’ın hükümlerinin yerine hüküm koymayı tevil eden, helâl görmeyen, cehalet sebebi ile meseleye vakıf olmayan, aklı tam yerinde olmayan kısaca ehliyet arızası olan, hakkında şüphe olan kimseler tekfir edilmezler. Bunun tesbiti ise araştırmak ve bilgi sahibi olmakla mümkündür. ‘Allah’ın hükümleri ile hükmetmemek ve yeni hüküm icad etmek (helâl görmeden olursa) küfür müdür? Haram mıdır?’ sualinin bir değil, birden fazla cevabı vardır. Bunun iyi araştırılması gerekir. Bu mesele birçok insan ve hatta hoca nezdinde bile netleşmemiştir. Yürürlükte olanla hükmetmeme konusu ayrı, mevcut olanı kaldırıp yerine yeni hüküm koyma meselesi ayrıdır. Bir de bunlarla ilgili helâl görmeme meselesi devreye girince, mesele yeni bir boyut kazanır. Bu meselenin hükmü “kadı” tarafından verilir ve hükmün gereği yapılır. Gerekmiyorsa ve bir sonucu etkilemiyorsa, hatta tam aksine bazı olumsuzlukları beraberinde getiriyorsa tebliğciler tekfir’den kaçınmalıdır. Tağutların yaptıkları icraatları helâl görüp görmemeleri Müslümanların onlara karşı olan mücadele fıkhını değiştirmez. Kâfir olma durumu şüphe ile söz konusu olan bir kişinin Müslümanlığına da, kâfirliğine de şahitlik etmek zorunda değiliz. Susarız, hükmü Allah’a bırakırız. Ne Müslüman deriz, ne de kâfir deriz. Bu sözümüzden kasıt ise Mürcie’nin dediği gibi iman küfür arası bir makam değil, tekfirin bizim için kötü sonuçlar doğuracağını bilmemizdendir. Yoksa hakkında hüküm verilmesi gereken kişi eşimiz, babamız, oğlumuz vb. ise bu mesele nikâh, Miras gibi konulara taalluk edeceğinden araştırma ve soruşturma sonucu “Kadı” veya “Müftü” tarafından verilecek ve dünya ahkâmı açısından uygulanacak olan her hükme razı oluruz.

Muhammed el-Makdisi’nin Tekfirde Aşırılıktan Sakındırma konusunda 30 Risale isimli Türkçe’ye çevrilen eserinde şu ibareler vardır: “İmam İbn-i Abdilber rahimehullah şöyle der, Herhangi bir zamanda Müslümanların icmâsı ile Müslümanlığı sabit olan kişi, bir günah işler veya te’vil yapar ve İslâm’dan çıkıp çıkmadığında ihtilaf edilirse, bu kişinin Müslümanlığı hakkındaki icmâdan sonra ihtilafa düşülmesi kişi aleyhine bir delil olmaz. Çünkü Müslümanlığında ittifak edilen kişinin ancak başka bir ittifak ile veya mutlak olarak sabit olan bir sünnet ile İslâm’dan çıktığı kabul edilir.” (Tekfirde 30 Risale, Muhammed el-Makdisi, Secde kitab, Sh: 28)

Hanbeli ûlemasından İbn Teymiyye ‘Küfür türünden bid’atı olan kişinin arkasında namaz kılınacak veya kılınamayacak şahsı açıklarken ve küfür sözü söyleyeni değerlendirirken’ şöyle demiştir: “Söz küfür olabilir. Ancak bu hüküm Muayyen bir şahsa indirgeneceği zaman, kişinin küfrünü kanıtlayan delil ortaya çıkıncaya kadar kâfir olduğuna hükmedilmez.”(Mecmuu’l-Fetâvâ, 23/195; Tekfirde 30 Risale, Muhammed el-Makdisi, Secde kitab, Sh: 125)
 
MÜSLÜMANIN KANI NASIL HELAL OLUR?

El-Akidetu’t-Tahâviyye’nin metninde şöyle denilmiştir: ‘Biz Muhammed ümmetinden hiç kimseye karşı kılıç çekileceği görüşünde değiliz’ Bu hükmün şerhinde : Sahih’de Peygamber Efendimiz’in (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: “Allah’tan başka hak ilah bulunmadığına ve benim Allah’ın Rasûlu olduğuma şehadet eden bir Müslümanın kanı ancak şu üç şeyden birisi dolayısıyla helâl olabilir: Evli zinakâr, cana karşılık can, dinini terk edip İslâm cemaatinden ayrılan kimse. ”(Buhari: 6878; Müslim: 1676; Ebû Dâvûd, 4352; Tirmizi: 1403; Nesâi: 7/90-91-101-102; İbn Mâce: 2534; Ahmed: 1/382-428-444-465)
 
KARDEŞİNE KÂFİR DİYEN KİMSE, KARŞIDAKİ KİMSE KÂFİR DEĞİLSE KÂFİR OLUR MU?

Kadı Azîzuddin “El Mevafık” adlı kitabında diyor ki: “Allah’ı inkâr etmedikçe, yahut Allah’a eş koşmadıkça, yahut peygamberlik müessesesini, yahut bize kadar gelişi zaruri bilgi ile sabit bir hükmü, yahut haram olan şeyleri helâl kabul etmek gibi üzerinde ittifak edilmiş bulunan bir meseleyi inkâr etmedikçe kıble ehlinden hiçbir kimseye kâfir denilemez. Kâfir diyen fâsık’tır. Kâfir değildir.” (Fıkhı Ekber, Aliyyül-Kâri şerhi, Çağrı yay. İst. 1981 Sh: 424) Yersiz tekfir yapan Müslümanlar, yaptıkları hata da olsa Peygamber Efendimizin “Bir adam kardeşine ‘ey kâfir!’diyecek olursa, onlardan birisi bu vasfa müstehak olur” (Sahih-i Buhari, 6104; Müslim, 11-60; Tirmizi, 2637; Mâlik, 2/984; Ahmed, 2/18) tehlikeden kurtulamazlar. ’Kim mü’min kardeşine ‘Ey kâfir!’ derse, kâfirlik ikisinden birine döner” hadisi hakkında İmam Nevevi şöyle der: “Tekfir sebebi ile ikisinden biri muhakkak küfre döner ifadesinin manası, tekfirin günahı kendisine döner demektir, kendisi kâfir olur demek değildir. Kendisi kâfir olur sözü, dinden çıkar anlamında değil, o sözün günahı kendine döner anlamındadır.”(İmam Nevevi, Sahihi Müslim şerhi, 2/51)
El-Akidetu’t-Tahâviyye’de (Sh: 323) şöyle denir: Şar’i birtakım günahları “küfür” diye adlandırmıştır. Mesela: “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.”(Maide, 5/44) Ehl-i Sünnet kelâmcıları bu âyeti; «Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmemeyi helâl görürse”( E-Mâturîdi, ag. eser. , s. 348; ‘Alî el-Kârî, Şerhu’I - Fıkhı’l-Ekber, s. 148. ), «Allah’ın indirdiği hükümlerin batıl olduğunu iddia edenler”( İbn Manzûr, Lisânu’l - ‘Arab, c. V, s. 145. ) veya «Kim hükümlerin gereğine inanmaz, Allah’ın hükümlerine teslim olmazsa kâfirlerin ta kendileridir” ( el-Âmidî, ag. eser. , vr. 268b) diye tevil etmişlerdir (İman Küfür Sınırı, A. Saim Kılavuz, Marifet yay. İst. 1984 Sh: 35).

Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur; “Müslümana sövmek fâsıklıktır. Onu öldürmekse küfürdür.”(İbn-i Mace, c. II. Sh: 1259;
Buhari, K. İman/19) Hadisi, Buhari ve Müslim’in rivâyet ettiği gibi helâl olduğunu kabul etmek manasına hamledilmiştir. Yahut Müslüman olduğu için öldürmek manasına gelmektedir. (Fıkhı Ekber, Aliyyül-Kâri şerhi, Çağrı yay. İst. 1981 Sh: 429)

 “Benden sonra biriniz, diğerinizin boynunu vuran kâfirler olarak gerisin geri dönmeyiniz.”(Buhari, 4403-6166-6785; Müslim, 66; Nesâi, 7/126; Ebû Dâvûd, 4686, İbn Mâce, 3943)

 “Kim bir kâhine gider de onu tasdik ederse, yahut bir kadına arkadan yaklaşırsa Muhammed(s.a.v.)e indirilene küfretmiş olur.”(Ebu Dâvûd, 3904; Tirmizi, 135; İbn Mâce, 639; İbn Cârûd, 107)

“Allah’tan başkasının adı ile yemin eden küfretmiş olur.”(Ahmed, 2/69-87-125; Ebû Dâvûd, 3251; Tirmizi, 1535; Hâkim, 1/18) Muhammed bin Said El-Kahtani bu hadisi şöyle nakleder; “Yine küçük şirk denilen şirkin bu türüyle ilgili olarak Rasûlullah(s.a.v.) şöyle buyurmaktadır, ‘Kim Allah’tan başkası adına yemin ederse, o kesinlikle Allah’a ortak koşmuş olur.’ Bu hadis Ebu Davud ve başkaları tarafından rivâyet olunmuştur. (Ebu Davud, K. Eyman ven Nuzûr, Sh: 5-9; Tirmizi, Eymân, 9/1535)Tirmizi’deki lafız da şöyledir; ‘Kesinlikle kâfir olmuştur ya da şirke girmiştir’. (Bu Hasen bir hadistir. Şevkâni, bu hadis, Hakim tarafından sahih görüldü demektedir. (bk. Neylü’l Evtâr, VIII, 257)Bilindiği gibi Allah’tan başkası adına yemin etmek kişiyi dinden çıkarmaz. Böyle bir kimseye, kâfirlere uygulanan hükümler uygulanmaz. (Muhammed bin Said el-Kahtani, El-Velâ vel-Berâ, Yasin yay. c. 1. Sh: 81-82)

“Ümmetim arasında iki hususiyet vardır ki bunlar küfürdür. Neseblere dil uzatmak ve ölülere ağıt yakmak.”(Müslim, 67; Ahmed, 2/377-441-496) Yukarıdaki fiillerin küfür olmadığı, büyük günah olduğu zikredildikten sonra “Bir müslümanı öldürmek küfürdür” görüşü üzerine şu açıklamalar yapılır; Yüce Allah şöyle buyurmaktadır; “Ey iman edenler! öldürülenler hakkında üzerinize kısas yazıldı (. ) fakat kime kardeşi tarafından bir şey affolunursa artık örfe uyarak istesin…”(Bakara, 2/178) Âyette görüldüğü gibi Allah (c. c. ) buradaki katili iman edenler listesinden çıkarmamış, onu kısas talep etme hakkına sahip olan kimsenin “kardeşi” olarak nitelemiştir. Buradaki kardeşlikten kasıt da hiç şüphesiz din kardeşliğidir. Bir başka yerde yüce Allah şöyle buyurmaktadır; “Eğer mü’minlerden iki grup birbirleri ile çarpışırlarsa onların aralarını düzeltin…. . mü’minler ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin.”(Hucurat, 49/9-10)
 
KÜFÜR KELİMESİNİ SÖYLEMENİN HÜKMÜ

Konevi demiştir ki; “ Bir kimse kendi isteği ile inanmadığı halde küfür kelimesini söylerse kâfir olur. Çünkü, hükmüne razı olmasa da o, bu kelimeyi söylemeye razı olmuştur. Bu sebeple ona kâfir denilir. Bilmemek sebebi ile mazur tutulamaz. İlim adamlarının çoğunluğuna göre bu hüküm böyledir. Bazı âlimlerse başka türlü düşünmüşler, bu görüşü kabul etmemişlerdir. (Fıkhı Ekber, Aliyyül-Kâri şerhi, Çağrı yay. İst. 1981 Sh: 241-425)

Ebû’l Berekât en-Nesefi ‘Menâru’l Envâr’ isimli eserinde Mükteseb arızalarda hezl konusunu açıklarken şöyle der: ”Dinden dönmeye dair gayri ciddi beyan insanı küfre götürür. Kişinin küfre girmesi gayri ciddi söylediği şeyi inanarak söylemiş olduğundan dolayı değil (zira inanarak söylemiyor), bu sözleri telaffuz etmekle dini hafife almış olacağındandır. (Ebû’l Berekât en-Nesefi Menâru’l Envâr, Beka yay. İst. 2016, Sh: 323)
Aliyyül-Kâri Fıkhı Ekber şerhinde şu açıklamayı yapar: “Bir kimse itikad etmese de manasını bilerek küfür kelimesini konuşursa, fakat bu kelime kendisinden zorlama olmaksızın isteği dahilinde çıkarsa bazılarınca tercih edilen görüşe göre, küfrüne hükmedilir. Çünkü iman tasdik ve ikrarın tamamına denir. Küfür kelimesini söylediği için inkâr sebebi ile ikrar da değişmiş olur. Fakat bir kelimeyi konuşup bu kelimenin küfrü gerektirdiğini bilmezse, Kadıhan fetvasında bu meselede tercihsiz ihtilaf zikredilmiştir. Şöyle denilmiştir: ‘Bir görüşe göre, bu sözü söyleyen bilmeme özrü sebebi ile kâfir olmaz. Başka bir görüşe göre ise bilmese de bu söz ile kâfir olur. ‘Ben derim ki (Aliyyül-Kâri ) en doğrusu birinci görüştür. Ancak bu mesele bilinmesi zaruri olan dini bir mesele ise o zaman bilmemek sebebiyle özürlü kabul edilmez, tekfir edilir.” (Fıkhı Ekber, Aliyyül-Kâri şerhi, Çağrı yay. İst. 1981 Sh: 431)

Hanefi âlimlerinden meşhur Şeyh Allâme Bedr er-Reşid, Hâvi’l Fetâvâ ‘da şöyle der: “ Kalbi imanla tatmin olduğu halde bir kimse ikrâh olmadığı hâlde, dili ile Allah’ı inkâr ederse, yahut küfrü gerektirecek bir söz söylese, Allah katında bu kişi mümin değildir, kâfirdir. Bu hususta şu âyet vardır: ‘Kalbi iman ile tatmin edilmiş olduğu halde zorlananlar dışında kim Allah’a küfrederse, onlar için şiddetli bir azab vardır. Ancak küfre karşı bağrını açanlar üzerine Allah’tan gazab ve kendilerine çok büyük bir azab vardır.”(Nahl, 16/106) (Fıkhı Ekber, Aliyyül-Kâri şerhi, Çağrı yay. İst. 1981 Sh: 432) diyerek durumu açıklar. İmam Fahreddin Hasen bin Mansur el-Hanefi der ki: “İsteyerek, kalbi iman üzere olduğu halde, dili ile küfür kelimesini söyleyen bir kişi kâfir olur. Allah katında’da mü’min olmaz”(Fetâvâ Kadıhan, el-Fetâvâ’l-Hindiye hamişinde, 3/573; Tekfir Meselesi, Faruk Furkan, Konya 2012, Sh: 132)

Burhaneddin ibni Mazeh el-Hanefi der ki: “Kim isteyerek, kalbi iman ile mutmain olduğu halde dili ile küfür kelimesini söylerse kâfir olur. Kalbindeki inanç ona fayda sağlamaz.”(El-Fetâvâ’t-Tatarhâniyye, 5/458; Tekfir Meselesi, Faruk Furkan, Konya 2012, Sh: 132)

İbn Hacer el-Heysemi Hanefi imamlarından şu cümleleri nakleder: “Kim küfür kelimesini telaffuz ederse, onun küfür olduğuna itikad etmese bile kâfir olur. Birisi ona gülse veya yaptığını hoş görse, ya da buna rıza gösterse, o da kâfir olur.”(El İ’lâm bi Kavâti’i’l-İslâm, Sh: 40; Tekfir Meselesi, Faruk Furkan, Konya 2012, Sh: 131)

Bu meselede ihtilafı gerektiren görüşler vardır. Müslümanların bu konuyu çok iyi araştırması gerekir.
 
TEKFİR ETMEMEYİ GEREKTİREN İHTİMALLER

İbni Abidin der ki: “Bir meselede tekfiri gerekli kılan bir çok yön (ihtimal) olsa, bununla beraber bir de tekfire mani tek bir vecih (ihtimal) olsa müftünün tekfire mani olan o veçhe meyletmesi gerekir.”(El-Mevsuatu’l Fıkhıyyetu’l Kuveytiyye, Tekfir mad. 13/227; Tekfir Meselesi, Faruk Furkan, Konya 2012, Sh: 334) Hanbeli ûlemasından İbn Teymiyye der ki: “Müslümanlardan herhangi birini hata ve yanlış yapması nedeniyle tekfir etme hakkımız yoktur. Tekfir ancak bütün delillerin mevcut olması ile gerçekleşebilecek bir olaydır. Herhangi bir kişinin Müslümanlığı yakîn ile sabit olurda, küfründe şüphe varsa, o kişi Müslümandır. Ancak küfrü için gerekli deliller toplandığında o kişinin küfrüne hükmedilebilir.”(Mecmuu’l Fetava, 12/466)

Yine Hanefi fıkıhçılarınca ve günümüzde birçok insan tarafından kullanılan şu sözü tahlil edelim; “Bir kimsenin kâfir olduğuna dair doksan dokuz, Müslüman olduğuna dair bir delil bulunsa müftü ve kâdı’nın, o kişinin Müslüman olduğunu gösteren bir delil ile amel etmeleri gerekir. Şüphesiz onun kurtuluşunda hata etmek, ona had uygulamasında hata etmekten daha hayırlıdır.”(İbn-i Âbidin, c. 1. Sh: 345; Şerhu’ş Şifa, Aliyyü’l Kâri, c. 2. Sh: 502) Bu fetva şöyle anlaşılmalıdır. ‘Bir insanın aleyhine küfür olabilme ihtimali taşıyan doksan dokuz delil, imanına hamledilecek ve ihtimal taşıyacak bir delil olsa kadı ve Müftü iyiye hamlederek imana zan edilen görüş ile amel etmesi daha hayırlıdır. ’ Deliller de zan ifade eden, üzerinde tereddüt gösterilen konulardan olursa, buna riâyet edilir. Bu nakil ile ilgili Mustafa Çelik hocamız “Tekfir Şuuru” isimli eserinde şu açıklamayı yapar; “Abn-i Âbidin’in ulemadan naklettiği bu fetva, putlara tapan, heykellere secde eden, Allah’u Teâlâ’ya şirk koşan, ideolojileri geliştiren, güçlendiren, Allah’u Teâlâ’nın inzal ettiği şeriata mukabil ve onun yerine geçsin diye hukuk, kanun, yasa, anayasa belirleyen, dayatan, uygulayanlarla âlakalı değildir. Böylelerinin üzerinde bir değil, milyon tane âlamet-i İslâm bulunsa dahi Müslüman sayılmazlar. Bu fetva Allah’a şirk koşmayan, Allah’ın inzal ettiği şeriatın dışında hayat nizamı kabul etneyen, Allah’ın dinine, şeriatına mukabil hukuk belirlemeye çalışan tağutlarla mücadele eden günahkâr Müslümanlarla alakalıdır”(Tekfir Şuuru, Mustafa Çelik, Fütüvvet yay. Sh: 112)

İmam Şevkani “es-Seylü’l-Cerrâr” adlı eserinde şöyle der: “Bilinmelidir ki, Müslüman bir şahsiyetin dinden çıktığına ve küfre girdiğine hüküm vermeye kalkışmak, elinde güneşten daha açık bir delil olmadıkça (Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir kul için) münasib bir şey değildir” (Şevkani, es-Seylü’l-Cerrâr ala Hadaiki’l-Ezhâr, 4/578) İbn Nüceym(rh. a. ) der ki: “Küfür sözlerin çoğu ihtilaflıdır. Böyle ihtilaflı sözlerle insanlar tekfir edilemez. Ben böyle bir fetva vermemeye kesin kararlıyım.”(İbn Abidin, 111/285) İbn Abidin, Câmiu’l-Fusûleyn isimli eserde şöyle der:

“Müslümandan küfür ithamını kaldıran her söz, zayıf olsa bile tercihe daha layıktır.” (İbn Abidin, Resmû’l-Müfti, 34) Meselenin özü şudur: kitab, mütevatir sünnet ve icma ile küfür olduğu sabit olan bir söz için “Bu mutlak küfürdür” denir. Şer’i deliller bunu göstermektedir. Dinde inanılması zaruri hükümler Allah’ın kitabında ve Peygamberimizin sünnetinde yer alan hükümlerdir. İnsanların zan ve hevalarına göre karar verebilecekleri bir konu değildir. Hakkında tekfirin şartları sabit olmadıkça ve engelleri ortadan kalkmadıkça, bu tür sözleri söyleyen her kişi hakkında küfür hükmü verilmez. İslâm’a yeni girmiş olması veya ilimden uzak bir yerde yetişmiş olması sebebiyle içkinin veya faizin helâl olduğunu söyleyen kişi bu kabildendir.

İslâm’ın hakim olmadığı ve “Din emniyeti”nin olmadığı beldelerde din adına ortada dolaşan sapık fikir ve inançlar insanların akidelerinde tamiri zor bozukluklara sebep olduğundan çağdaş Müslümanların birbirlerini tekfir etmede defalarca düşünmeleri gerekmektedir. Çünkü gerek basın ve yayın organları, gerekse internet ortamı Müslümanların bilgi kirliliğini en üst düzeyde oluşmasına sebep olmaktadır. Ehil olmayan ve din adına konuşan hoca kılıklı insanların çokluğu Müslümanların şaşkın bir vaziyette oraya buraya savrulmasına sebep olmaktadırlar. Bütün unsurlarıyla beyan olunmayan şek ve şüphe barındıran durumlarda kişi tekfir edilmez. Böyle bir durumda zanla hükmedilir. Zan ise dinde, hak’tan sayılmamıştır. Zan şüphedir. Şüphe ile başkası tekfir edilemez. Müslümanlığı sabit olanın Müslümanlığı, şüphe ile zail olmaz. Bir Müslümanın sözünü güzel bir şekilde te’vil etme imkanı varken onun tekfirine hüküm edilemez, onun kâfirliğine fetva verilemez (Ukudu’l-Resmi’lMüfti, İbn Abidin, C. 1. Sh: 320).

Tirmizî’nin sahih olarak rivâyet ettiği bir hadiste Hz. Âişe Peygamberimizin şöyle dediğini naklediyor: «Eğer bir çıkış yolu bulunursa, gücünüz yettiğince Müslümanlardan cezaları kaldırın ve kendi yollarına bırakın. Şüphesiz bir imamın onu affederken işlediği hata, cezalandırırken işlediği hatadan daha hayırlıdır. (et-Tirmizî, el-Hudûd, B. 2. )

Hz. Peygamberin (sav) izinden giden bilgili, ileri görüşlü ve insaflı âlimler müslüman olduğu bilinen bir kişiyi tekfirin güç olduğunu çeşitli vesilelerle açıklamışlardır. Fakih ‘Âlim b. ‘Alâ’ el-Hanefî (v. 286/899) et-Tâtârhâniyye isimli eserinde; ‘kesin delil bulunmadıkça, bir takım ihtimaller ile bir insanın küfrüne hüküm verilemeyeceğini’ söyler. Çünkü küfre hükmetmek cezaların en büyüğüne (ölüme) hükmetmek demektir. Böyle bir ceza için de suçun çok vahim bir suç olması gerekir. Halbuki suçta ihtimal bulununca suç vahim olma sınırına gelmemiş demektir (İbn ‘Âbidîn, Raddu’l - Muhtar, c. III, s. 285; Mecmü’atu’r-Resâil, c. I, s. 342. ). Hüsâmeddin ismiyle maruf hanefi fakihi ‘Ömer b. ‘Abdü’lazîz ‘El-Fetâva’s - Suğrâ’ isimli eserinde, «Bir insanın küfrüne hükmetmek çok büyük bir iştir. Ben bir mü’minin kâfir olmadığına dair bir rivâyet (delil) bulduğumda (onunla hüküm verir) mü’mini kâfir saymam. » demiştir (İbn ‘Âbidîn, Raddu’l - Muhtar, c. III, s. 285; Mecmû’atu’r -Resâll, c. I, s. 342).

‘Hulâsatu’l Fetâvâ’ isimli eserin müellifi Tahir b. Ahmed el-Buhâri; fetva makamını üstlenenlere şu tavsiyede bulunmaktadır: “Tekfir ile ilgili meselede, tekfiri gerektiren pek çok ihtimal bulunsa, fakat bu ihtimallere karşılık bir tane de bu kişiyi küfür ile ithamdan alıkoyan bir yön olsa, müftünün müslüman hakkında hüsnü zan besleyerek mü’min kişiyi küfürle itham etmekten alıkoyan bu bir yön ile fetva vermesi gerekir.” (İbn ‘Âbidîn, Raddu’l - Muhtar, c. III, s. 285; Mecmû’atu’r -Resâll, c. I, s. 342) ‘Alî el-Kâri ise, «Bir kâfiri müslüman bırakmakta yapılan hata, bir müslümanı iman sınırının dışına atmakta yapılan hatadan daha uygundur.» (Alî el-Kâri, Şerhu’l - FıkhıM - Ekber, s. 111. ). Şerhu’ş-Şifâ’ isimli eserinde de kelâmcıların şu sözünü nakleder: «Bin kâfirin hükmünü yerine getirmemekte işlenen hata, bir müslümanın kanının akıtılmasında işlenen hatadan daha hafiftir.» (Alî el-Kâri, Şerhu’ş - Şifâ’, c. II, s. 502. )

İbn ‘Âbidin te’lif ettiği eserlerinde tekfir konusuna temas ederken oldukça insaflı, temkinli ve müsamahakâr ifadeler kullanmıştır. O şöyle demektedir: «. . . Ortaya çıkan netice şudur ki, bir müslümanın küfrü gerektiren sözünü güzel bir şekilde te’vil imkânı varsa veya bu sözün küfre girdiğinde ihtilâf mevcutsa, (müslümanı kâfir saymamayı gerektiren) rivâyet zayıf bile olsa, bu rivâyete dayanarak böyle bir müslümanı tekfir etmemelidir. Ki, küfür olduğu söylenen sözlerin çoğunluğunda ihtilâf vardır. Bu tip ihtilaflı sözlerle kişilerin tekfirine hükmolunamaz. Ben kesinlikle bu tip fetva vermekten kendimi alıkoydum. »(İbn ‘Âbidîn, Raddu’l - Muhtar, c. III, s. 285; Mecmû’atu’r -Resâil, c. I, s. 342. )
İbn ‘Âbidin hanefîlerde fetva usûlüne dair kaleme aldığı ‘Uküdü Resmi’l - Müftî isimli risalesinde tekfirle ilgili görüşünü şu veciz beyitle özetlemiştir:

«Müslümandan küfür ithamını iptal eden her söz, (Tercihe) daha lâyıktır, zayıf bile olsa.” (İbn ‘Âbidîn, Mecmû’atu’r - Resâil, c. I, s. 34). (İman Küfür Sınırı, A. Saim Kılavuz, Marifet yay. İst. 1984 Sh: 196-197-198)
 
TEKFİR ETME VAZİFESİ KİME AİTTİR?

Fehd Abdullah der ki: “Bir fikre, bir olaya veya bir şahsa küfür hükmü vermek ancak şeriatı hakkı ile bilen ve ilimlerini ehil insanlardan almış muteber âlimlerin işidir. Bu mertebeye ulaşmamış insanların aynî tekfir yapmaları haramdır. (tekfir yapmaları haram olan kişiler ise) iki guruptur; Avam ve ilim talebeleri.”(et-Tekfir; Hükmuhu-Davâbituhu el-Ğuluvvu fihi, Sh: 40) Yine aynı kişi kitabının ilerleyen sahifelerinde “Tekfir meselesi ciddi ve önem arz eden bir meseledir. Bu nedenle bu hükmü verecek tek merci âlimler ve hâkimlerdir. (Kadı) Bazılarının içerisine düştükleri fahiş hatalardan birisi de ümmetin âlimlerine müracaat etmeksizin tekfir hükmünü vermesidir. Tekfir hükmünü vermeye tek yetkili olanlar âlimlerdir. İlim talebesi ilimde ne kadar ilerlerse ilerlesin (gerçek bir âlim olmadığı sürece) muayyen bir Müslümana tekfir hükmünü veremez. Çünkü ortada birtakım ince meseleler ve ihtimalli durumlar vardır. Bunlara ise ilimde derinleşmiş olan âlimlerden başka kimse dikkat edemez.” (et-Tekfir; Hükmuhu-Davâbituhu el-Ğuluvvu fihi, Sh: 103-104; Tekfir Meselesi, Faruk Furkan, Konya 2012, Sh: 360)

Şam’ın büyük âlimlerinden Mustafa Said el-Hınn der ki: “Muayyen şahısları tekfirde ihtiyatlı davranmak en uygun ve en selametli yoldur. Bir şahsa veya cemaate küfür hükmü vermede en uygun yol, bu işi ilmi inceleme imkânlarına sahip olan yargı heyetine havale etmektir. Avamın kulaktan duyma yaygaralara, bu gibi konulara dalmaktan men edilmesi yine bu konuda en tutarlı yoldur. Allah(c. c. ) şöyle buyurur:
“Hakkında(kesin bilgi) ilim sahibi olmadığın şeylerin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve kalb bunların hepsi ondan sual edilecek/hesaba çekilecektir.”(İsra, 36) (el-Akidetu’l İslâmiyye Erkânuha-Hakâikuha Müfsidâtuha, Sh: 582; Tekfir Meselesi, Faruk Furkan, Konya 2012, Sh: 360)
İmam Nevevi (rh. a. ), “Hakim ictihad ettiğinde iki sevap alır…” hadisine yapmış olduğu yorumda diyor ki; “ Ulemanın beyanına göre, Müslümanlar bu hadisin hükme ehil bir hâkim için olduğunda icmâ etmişlerdir. Eğer isabet ederse ona iki ecir vardır. Ecrin biri içtihadı, ötekisi, isabetine karşılıktır. Hata ettiyse bu kez de sadece içtihadına karşılık bir ecir vardır. Hadiste bir mahfuz (kısaltma) vardır. Takdiri şöyledir; ‘Hâkim irade edip ictihad ettiğinde’ demektir. Hüküm vermeye yetkin olmayan kişiye gelince, bunun hüküm vermesi helâl değildir. Eğer hükmedecek olursa ecir alamayacağı gibi, günahkâr da olur. Ve ister hakka muvâfık olsun, ister olmasın hükmü de yerine getirilmez. Çünkü isabet etmesi, denk düşmeden ibaret olup, şer’i bir temelden sâdır olmamıştır. Bu kişi doğruya isabet etse de, etmese de, bütün hükümlerinde âsidir. Dolayısıyla bütün hükümleri merduddur. Bu anlamda, verdiği hükümlerin hiç birinde mazur görülemez. Sünenlerde geçen hadiste şöyle denir: ‘Hâkimler üç sınıf olup, ikisi cehennemde, birisi cennettedir. Hakkı bilip, onunla hükmeden adam cennette; hakkı bildiği halde onunla hükmetmeyerek, hükümde zulmeden adam cehennemde; hakkı bilmediği halde halka cehaletle hüküm veren adam da cehennemdedir.’(Sünen-i Ebu Dâvud, Akdiye 2; Tirmizi, Ahkâm 1) Şüphesiz bu ihtilaf, sadece fürû’da yapılan içtihada dairdir. Yoksa tevhidin esaslarında itimad edilen kişilerin söz birliği (icmâ) ile isabet eden sadece bir kişidir.” (İmam-ı Nevevi, El Minhac Müslüm şerhi, c. 12 Sh: 21)

Bulûğu’l Meram şerhinde de “Hakimler üç sınıftır” hadisinin açıklamasında şöyle denilmiştir; “Hakkı bilmediği halde halka cehaletle hüküm veren adam da cehennemdedir. Yani verdiği hükümde isabetli karar vermiş olsa bile cehennemdedir. Çünkü onun bu isabetli kararı tesadüfen verilmiş bir karardır. Müstedrek’te şöyle bir ifade geçmektedir; -Dediler ki hakkı bilmeyen bu adamın suçu nedir? Buyurdu ki; -Onun suçu, iyice öğrenmeden hâkim olmasıdır.” (Bulûğu’l Merâm şerhi, Nurettin Itr, Tahlil yay. c. 4. Sh: 350) Bir insanın tekfirine karar verecek olan kişi de hâkim olduğundan, hüküm vereceğinden makamı ile ilgili ilimleri öğrenmesi kendisine ‘farz-ı ayn’dır. ” Öğrenmez ise en azından günahkâr olur. İsabet etse bile durum böyledir. Çünkü o aynı zamanda kötü bir çığır açmıştır. Görüldüğü gibi tekfir konusu beraberinde bir çok hususu bünyesinde barındıran bir konudur. Tekfiri yolun sonundaki bir hedefe, ona varmak için kullanılan yolu da tehlikeli bir araziye benzetirsek, bu yolda birçok uyarıcı ve bilgilendirici işaret levhalarının olduğunu, aynı zamanda yolun tehlikelerle dolu olduğunu çok rahat görebiliriz. Yapılacak ufak bir hata telafisi zor sonuçlara yol açacak, içinde uçurumların, sarp yokuşların, bataklık ve çukurların bol olduğu dikkatle yol alınması gereken tehlikeli bir yolculukta helâk olmamıza sebebiyet verebilir. Bu yola girmek gerektiğinde (ki biz ehli sünnet Müslümanlar olarak, Mürcie’den olmadığımız için) bu yola gireriz. Gireriz fakat, kendi hâlimizle, tek başına değil. Bu yolu bilen, yolun tehlikelerinden ve bilgisinden haberdar olan bir kılavuz veya kılavuzlarla yol alırız. İşte onlar da âlimler, “kadı” ve “Müftü”lerdir.
 
İHTİLAF EDİLEN MESELELERDE TEKFİR YOKTUR

Tekfir ancak üzerinde ‘icma’ bulunan meselelerde muhalefet eden kimse için söz konusudur. Fehd Abdullah der ki: “ İhtilaflı meselelerde tekfir etmek caiz değildir. İslâm âlimleri bu gerçeğe dikkat çekmiş ve şöyle demişlerdir: Zanni delile dayanan meselelerde tekfir olmaz… tartışmalı meselelerde (karşı tarafı) kınamak dahi mümkün değilken ya (ona) kâfir hükmü vermek nice olur?” (Fehd Abdullah, et-Tekfir Hukmuhu-Davabituhu-el Ğuluvvu Fîhİ, Sh: 111; Tekfir Meselesi, Faruk Furkan, Konya 2012, Sh: 62)

Sonuç olarak Şunu söyleyebiliriz: “Tekfir konusu ilim ehline ve yetkili makamlara ait bir dini meseledir. Gerekli ehliyete sahip olmadan müçtehidlik yapmaya kalkanlar ne ise; yine gerekli eğitimi görmeden, konuyla ilgili ilmi kuşanmadan Müslümanları “Tekfir” edenler de aynı durumdadırlar. Ya da haddi olmadığı halde küfür sözlerini ve küfür amellerini rahatça işleyen insanlara “Müslüman” hükmünü veren avam tabakasından olan insanlarda aynı hataya dâhildirler. Müslümanların bu hususta yetki sahibi mercileri oluşturmaları üzerlerine farz olan bir hükümdür.

brahim Dönertaş

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Aralık 21, 2024, 04:50:26 ÖS]