Herkesin Bir Dünyası Var
Büyük, küçük, hepimizin bir dünyası var. Hatta iç içe geçmiş dünyalarda yaşarız. Her insan kendine bir dünya kurmuştur. O, o dünya ile ilgili konularda düşünür, konuşur, yapar ve yaşar. Öğrenci; derslerini, okulunu ve öğretmenini, öğretmen; öğrencilerini, anlatacağı konuları ve okuldaki sınıfıyla zihnen ve fiilen meşgul olur. Çoban, dünyasını hayvanlarla doldurur. Bir elektronikçinin dünyası sinyaller, elektrik akımları, diyot, direnç, vs. gibi nesnelerle doludur. Bir pastacının, inşaatçının, ziraatçının dünyaları ayrı ayrıdır. Dünya içinde dünyalarımız vardır.
İhtiyaç ve acziyetimiz sebebiyle dünyalarımız birbiriyle bütünleşmiş, bağlanmış, irtibatlandırılmıştır. Herkes bir diğerinin dünyasına muhtaçtır. Hepimiz kurduğumuz dünyanın, ruhen ve fizik’en sağlam ve faydalı olmasına çalışmalıyız. Bir başkasının dünyasına zarar vermemeliyiz. Toplumda bu sistem kanuni müeyyidelerle düzenlenmiştir.
Taşa tohum ekilmez... Çöle ağaç dikilmez... Çalıdan meyve beklenmez... Bunları yapanlar işinden önce şahsi dünyalarını bozmuş olurlar. İnsani sıfatları gelişmeyen, hiçbir şeyi faydalı hale getiremez. İnsani sıfatlara sahip olan da zararlı olmaz. Kendi dünyasını imar edemeyen viran eder. Dedik ya dünyalar iç içe geçtiği için başka dünyaları da tesir altına alır. Kimse dememeli benim dünyam mükemmel. Aynı gemideki yolcular gibiyiz. Bitişiğimizdeki komşunun kamarasına su dolarsa gemi batar, diğer kamaralarla birlikte sulara gömülür.
Dünyamızın ayakta kalması bizim gayretimize bağlıdır. Ailemiz, çevremiz, okulumuz bir noktaya kadar elimizden tutabilir. Biz sağlam yere basmıyorsak, el âlem ne yapabilir? Bindiğimiz dalı kesersek önce kendimiz düşeriz. Çürük tahtaya basan düşmeye razı olmuş demektir.
Kendi dünyamızı hem yıkar hem de yaparız. Yıkılmış evleri, kurumuş bağ ve bahçeleri gördüğüm zaman onun sahibini hayal edebiliyorum. Tembellik hastalığına yakalanmış, elinde bir şişe, bulmuşsa bir de köşe, önünde bir de oyun masası varsa, hayatı oyun zanneder, kendini uyuşturup başka âlemlere gider. Çıkamadığı bir girdaba düşer, orada can verir. Bunlara; hayatına zar atmış, her şeyini kaybetmiş insanlar denir..Biraz önce; hayatı tespih gibi sallayanlar, daha sonra; hayat beni harcadı diye feryat ederler . O zaman adama sorarlar: “Ne oldu tespihin ipi mi koptu” diye.
Demiştik ya, taşa tohum ekilmez. Yüreği taşlaşmış kimselerden de olumlu bir şey beklenmez!. Cehalet, tembellik, vurdumduymazlık elele verdiğinde hayat sertleşir, hatta taşlaşır. Taş yüreklilerden de fayda gelmez.
Kendinde gül olduğunu iddia edeni, gülün kokusu gösterecektir. Hiçbir söz, lisanı hal kadar tesirli olamaz! Keşke dindarlar da lisan-ı hal ile konuşsalar… Hal lisanı iddia sahibinin yaşayarak konuşmasıdır. Bu dil çok daha tesirlidir.
Boş yere “altınım has” diye iddia etmeye gerek yok. Çünkü kuyumcuda mihenk taşı var! Altına, insan kıymet verdiği için altın kıymetlenmiş. Altınla, altın gibi adam bir araya gelirse işe yarar. İnsan altına kıymet verdi ama altın kimseye kıymet vermedi. Altında kıymet verme gücü olsaydı, firavunları kıymetlendirirdi. Demek ki özü çürüyen ağacı, kabuğu ayakta tutmuyor. Her soruya cevap arama. Zamanı gelince, hayat her sorunun cevabını verir.
Kuşları tuzağı düşüren yem hırsıdır. Şu kısa dünya hayatında hırs gösterip tuzağa düşmeden şükür içinde yaşamak kadar güzel bir şey olabilir mi?
Oltalara dikkat edin. Oltalara takılan yemler bir balığın ölümü demektir. Kazancın helaline sahip olmak için çalışmalıyız. Reçelini bal diye satan, bir gün balının bal olduğunu ispat edemez. Küçük bir arı eliyle bize bal ikram eden bizden ne istiyor? Terbiye kelimesinin içinde Rab olduğunu hiç düşündünüz mü? Haramdan kaçmak helale koşmak, ölçülü ve ahenkli yaşamak Müslüman’ın işidir