* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İnsana Yakışan Her Halde Kul Olduğunu Unutmamaktır  (Okunma sayısı 590 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 7241
İnsana Yakışan Her Halde Kul Olduğunu Unutmamaktır
« : Ekim 29, 2024, 08:17:09 ÖÖ »


İnsana Yakışan Her Halde Kul Olduğunu Unutmamaktır

Kalb-i Selim ile Hâl-i Selime Kavuşmak

Sözlükte “büyüklük” anlamına gelen kibir (kibr), tevazuun karşıtı olarak “kişinin kendini üstün görmesi ve bu duyguyla başkalarını aşağılayıcı davranışlarda bulunması” demektir; ancak kelimenin daha çok birinci anlamda kullanıldığı, büyüklenme ve böbürlenme şeklindeki davranışların ise bu huyların dışa yansımasından ibaret olduğu belirtilir. Aynı kökten gelen tekebbür ve istikbâr kibre yakın anlamlara gelmekle birlikte kibri büyüklük duygusu, tekebbürü ise bu duygunun eyleme dönüşmesi şeklinde yorumlayanlar da vardır.

Kaynaklarda, tekebbürün en ileri derecesinin gerçeği kabule yanaşmayarak Allah’a karşı büyüklenmek ve O’na boyun eğip kulluk etmeyi kendine yedirememek olduğu ifade edilir.[1] Bu bağlamda yazımız vesilesi ile insanın tekebbüre düşmesi ya da bir başka tabirle müstağni olma durumunu ele almaya gayret edeceğiz.

Öncelikle ifade etmek gerekirse kulun tekebbürden uzak durması, kendini müstağni görmemesi bakımından Hz. Peygamber’in Kur’an’ın üçte birine denk tuttuğu İhlâs sûresine temas etmek yerinde olacaktır. Yüce Rabbimiz mealen: “De ki O Allah birdir. Allah her şeyden müstağni, fakat her şey ona muhtaçtır. Doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir kimse onun dengi değildir.” (İhlâs 1-4) buyurmaktadır. Sûrenin ilk âyetinde Allah’ın birliği doğrudan doğruya ifade edildikten sonra sıfatlarıyla birlikte zâtının varlığı ve bekâsı, ayrıca fiillerini yürütmesi açısından kimseye muhtaç bulunmadığı, aksine her şeyin kendisine muhtaç olduğu vurgulanmış, gerek nesep yoluyla gerekse dengi, benzeri bulunmak gibi başka yollarla ulûhiyyet ve rubûbiyyette çokluğun mümkün olmadığı açık ve güçlü ifadelerle dile getirilmiştir.[2] İhlâs sûresinde bu kadar açık bir şekilde insanın müstağni olmaması yönündeki vurgu dikkat çekicidir.

Fıtrat itibariyle Allah’ın kendisine verdiği imkanlar, istidat ve bunlara bağlı olarak kendini geliştirme, öz itibarıyla insana verilmiştir. Ancak es-Samed olan Allah’ın kulu olarak insanın gücü sınırlıdır ve müstağni olup olmama durumu da bunun idrakine göre şekillenmektedir.

Allah’a kulluğun bütünlüğü olarak tevhide yönelmiş bir insan, yaratılmış bir kul olarak nelere muktedir olabileceğini bilerek hareket ederken; aksi yönde bir eğilim gösteren insan ise varlığını kendinden menkul bilerek hakikate yüz çevirmekte; beşer olarak kendini her şeyden üstün görüp tekebbüre düşmektedir.

Asırlar boyu kadim insanlık tarihi bu iki tercihe göre şekillenmiş, gerek birey ölçeğinde gerek toplumlar nezdinde refah ve huzur ya da savaş ve zulüm günleri buna göre yaşanmıştır. İçinden geçtiğimiz günlerde meydana gelen olaylara bu gözle bakmayı denediğimizde ne demek istediğimiz daha belirgin hale gelecektir.

Meselenin köklü mazisine işaret ettiğimize göre hakikati Allah’a kullukta bulan Müslümanlar açısından nerede durduğuna geçebiliriz…

Kul, her ne kadar Allah’a yönelmişse de elde ettiği fazlalıklar ya da edinemediği noksanlıklar sebebiyle müstağni olmaya meyledebilir. Sözgelimi fazla maharetli bir kimse şöhrete kavuşabilir, buna bağlı olarak kibre kapılabilir, özgüveni haddini aşabilir, gururla yoldaşlık edebilir. Tam tersine mal-makam, şan ve şöhret bakımından noksanlıkları bulunan haset edebilir, isyankâr olabilir, kendisinden üstün gördüklerine zarar verebilir. Her iki durumda da insan müstağni olmaya meyyaldir.

Oysa her şey bir ölçüyle yaratılmıştır. Nimetler takdirle verilmiştir. Her birinin özünde Müslüman bir kul açısından imtihan vardır. Varlıkta da yoklukta da insan imtihan edilir: şükür ya da sabır olarak. Her haline şükretmeyen ya da sabretmeyen, ilahi takdirin kendi hayatındakini tesirini unutmaya başlar, haset ve kibirle müstağni olmaya meyledebilir.

Haset eden, kibre kapılan ise üzüntüye duçar olur. Halbuki üzüntü tabii değil arızîdir. Malı mülkü alınan kişi üzgündür ama mala sahip olmayanda bu hal vaki değildir. Öyleyse elden çıkmaya elverişli olan şey değersizdir ve değersiz olan şeyler amaç edinilmemelidir.

Bu bağlamda Kindî’nin söz konusu türden üzüntüleri konu ettiği eserinde (Def’ul-ahzân) yer verdiği kıssa dikkat çekicidir.[3] Vaktiyle bir vezir, üzgün padişaha, mutlu olan hizmetçisi üzerinden mutluluk formülü vermek ister. Vezir, mutluluğunun delili için padişahtan doksan dokuz altın ister. Altınları temin ettikten sonra vezir diğer bir hizmetçisine altınları mutlu hizmetçinin evine padişaha hizmetinden ötürü götürmesini ve içinde yüz altın bahşettiğini söylemesini emreder. Akşam altınlar teslim edildikten sonra hizmetçi saymaya başlar ve her defasında altınlar eksik çıkar. Acaba biz mi evde kaybettik düşüncesiyle aramaya başlarlar, bulamadıklarında getirenden ve yanındakilerden şüphelenmeye başlarlar. “Acaba onlar mı aldı yoksa yolda gelirken mi düşürdüler?” düşüncesi ile sabaha kadar ararlar. Hatta gece meşalelerle yollara dahi defaatle bakarlar. Ertesi gün üzgün ve yorgun hizmetçiyi işaret eden vezir, padişaha dönerek, eline geçen doksan dokuz altını değil de elinde olmayan bir tane altının peşinde koşarak kendini bu hale getirdiğine söyler. Hikâyede anlatıldığı üzere, insan da Allah’ın nasip ettiklerinden ziyade zamanı gelmeyeni ve kendinde olmayanı talep etmesinden dolayı mutsuz olur.

Kindî'ye göre insan, eline geçmeyenden ötürü üzülmek yerine sahip olduğunun kıymetini bilmelidir.[4] İçinde yaşadığımız oluşma ve bozulma (kevn ve fesad) aleminde kayıplardan kurtulmak mümkün olmadığına göre insan, değişen ve elden giden geçici nimet ve imkanlar yerine, her zaman kalabilen erdemleri aramalıdır. Değişken olan tabiat dünyasında duyusal haz ve menfaatlerin sürekli bizimle olmasını istemek tabiat düzenine aykırıdır.[5]

Elindekine rıza göstermek, alçakgönüllülük, daima şükür halinde olmak ve tevazu, Müslümana yakışandır. Yaptıklarını yaşadığı ortama taşımak, hüsn-ü hâle davet etmek de hem bir emr-i bi’l ma’ruf vazifesi hem iyiliğin kaim olması bakımından bir vecibedir. Hâl böyle olduğunda ilahi müjde de apaçıktır:

“Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarf edenler var ya, onların mükâfatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.” (Bakara 2/262) “Kim muhsin olarak yüzünü Allah’a döndürürse onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır ne de üzüntü çekerler.” (Bakara 2/112)

Kulu üzüntüden, kibirden, hasetten daha köklerine inildiğinde tekebbürden koruyacak olan ise kalb-i selimdir. “O gün kalb-i selimden başka ne evlat ne mal fayda verir.” (Şuarâ, 88-89) ayetinden mülhem olarak Bağdatlı Rûhî ne güzel söylemiştir:

“Sanma ey hâce ki, senden zer u sîm isterler,

Yevme lâ-yenfau’de kalb-i selîm isterler.”

(Sanma ki senden altın ve gümüş isterler,

Hiçbir şeyin fayda vermediği kıyamet gününde kalb-i selim isterler.)

Olup olması gereken, kuldan beklenen budur. İnsanı kurtaracak, müstağnilikten alıkoyacak olan kalb-i selimdir. Kalb-i selim; içinde dünyaya ve fani değerlere ait bir tutku taşımayan, Allah’tan başkasına yer olmayan sağlıklı kalp demektir. Ahirette kurtuluşun tek reçetesi kalb-i selimdir.[6] Buna ise ancak tevazu, şükür, salih amel ve bunların bütünü olan güzel ahlâk ile ulaşacaktır.

------------------------------------------------------------------------------------------------

[1] Mustafa Çağrıcı, "Kibir", TDV İslâm Ansiklopedisi,

[2]Bekir Topaloğlu, "Allah", TDV İslâm Ansiklopedisi.

[3] Söz konusu eser Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı tarafından Üzüntüden Kurtulma Yolları ismiyle tercüme edilerek TDV Yayınlarından neşredilmiştir.

[4] Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Salih Edis, “Kindî’nin Üzüntüyü Giderme Yönteminin Tasavvufî İdealler Açısından Kritiği”, Danişname 1 (Eylül 2020), s. 142.

[5] Ayrıntılı bil için bkz., Mustafa Çağrıcı, “Kindî'nin Def'u'l-Ahzân Adlı Risalesi, Kaynakları ve Tesirleri”, Marmara İlahiyat Dergisi, S. VII- X, İstanbul 1995, s. 223.

[6] Hasan Kamil Yılmaz, Kalbi Selim, Diyanet Dergisi.

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]