Söylem ve Eylem Birliği
Söylediğini yaşamayanların yaptığı çalışmaların, hedefine ulaşması beklenemez. Muhataplara sunulan teklifler, teklif eden tarafından harfiyen uygulanmadığı takdirde istenilen başarı elde edilemez. Vermeyi teklif eden; ama kendisi bir şey vermeyen, çileyi teklif eden; ama rahatı ve konforu seçen, eleştiren; ama elini taşın altına koymayan insanların, muhatapları üzerinde etkili olması mümkün değildir.
Efendimizin (sav) cahiliye bataklığında kaybolmuş insanlardan kıyamete kadar tüm insanlığa örnek olacak bir sahabe nesli yetiştirirken uyguladığı en önemli prensiplerden birisi de söylem ve eylem birliği prensibidir. Bu neslin yetişmesini sağlayan temel prensipleri, efendimizin tüm ahlaki ilkeleri ve eşsiz metodu tüm incelik ve örnekleriyle günümüz dava adamlarına en büyük miras olarak kalmıştır.
Örneğimiz Allah Rasûlü, ashabına ne teklif ettiyse onu ilk önce kendi hayatında yaşadı. Davetin yokluk ve sıkıntı içinde olduğu dönemlerde, ashabıyla aynı sorunlara göğüs gerdi. Bir şey verilecekse önce kendi verdi. Bir iş yapılacaksa önce kendi yaptı. Ashabının arasında kimi zaman mübarek karınlarına açlıktan taş bağlamışken, kimi zaman onlar gibi toprağın üzerinde bağdaş kurup, bir kaptan yemek yerken, kimi zaman sırtında odun taşırken, hendek kazarken, mescid duvarına taş taşırken görüldü. Onun bu tavrı, cömertliği, fedakârlığı en katı insanların bile imanına vesile oldu.
Efendimizin (sav) ashabına bir şey teklif ederken onu ilk önce kendisinin uyguladığına dair en güzel örneklerden birisi Cehcah bin Kays’ın Müslüman oluş hikayesidir.
Cehcah bin kays anlatıyor:
İslam’ı tanımak için kavmimden birkaç kişi ile Rasûlullah’a geldik. Akşam olunca Efendimiz: “Herkes yanında oturan misafirlerden birinin elinden tutsun ve evine götürsün.” buyurdu. Herkes birini aldı gitti. Mescidde Efendimizle ikimizden başka kimse kalmadı. Çünkü ben iri kıyım, öyle herkesin evine götürüp doyuramayacağı bir adam idim. Görüntüm çok yiyen biri olduğumu gösteriyordu. Rasûlullah, beni evine götürdü. Bana bir keçiden süt sağıp verdiler. Hemen içtiğimi görünce bir daha verdiler: “Doydun mu”? Dediler: “Doymadım” dedim.
Peş peşe yedi keçi sağdılar. Ben de hepsini içtim fakat yine doymadım. Bir toprak tencerede yemek getirdiler onun da hakkından geldim. Bunu gören Efendimizin hanımı ÜmmüEymen: “Peygamberi aç koyanın Allah karnını doyurmasın!” dedi. Peygamber (s.a.v.) de: “Sus ya ÜmmüEymen! O kendi rızkını yedi. Bizim rızkımızın kefili Allah’tır.” buyurdu. Rasûlullah’ın kendi yiyeceğini bile bana ikram etmesi beni çok etkilemişti.
Sabah namazı mescide geldik. Bizim kabileden gelenler, birbirlerine kendilerine yapılan ikramı anlattı. Ben de bana yedi keçiden süt sağdılar hepsini içtim, bir tencere yemek geldi, onu da yedim.” dedim. Akşam namazını Müslümanlığı kabul etmiş olarak Peygamberle kıldık. Peygamberimiz yine: Herkes yanındakinin elinden tutsun eve götürsün” deyince beni yine kimse götürmedi. Peygamberimiz beni yine evine götürdü. Bana bir keçiden süt sağıp verdiler. Ben onu içince doydum. Benim doyduğumu gören ÜmmüEymen: Ya Rasulallah! Bu adam bizim dünkü misafirimiz değil mi?” dedi.
Efendimiz: Evet” deyip sonra “Bu gece o, Mü’min midesiyle yedi. Dün ise kâfir midesiyle yemiş idi. Kâfir yedi mide ile yer. Mü’min ise bir mide ile yer.” buyurdu. (İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam)
Abdülaziz Kıranşal.