Beklenen Nesil Nasıl Olmalı
İçinde bulunduğumuz dünyada, bütün şer odakları ve müstekbir güçler -her çeşidi ve şekliyle- İslâm’ı yok etmek için güç birliği oluşturmuşlardır. İslam’ı ve müslümanları karalamak için gerçekleri tersyüz etmek ve olmadık iftiralar atmak suretiyle rollerini iyi oynamaktadırlar.
Rasulüllah (s.a.v.), şu hadislerinde, bulunduğumuz durumu en iyi bir şekilde yansıtmaktadır: "İnsanlara öyle aldatıcı yıllar gelecek ki, yalancılar doğrulanıp, doğrular yalanlanacak. Hâinlere güvenilip, güvenilir kimseler ihânetle suçlanacak. İşte o zamanda Ruveybida konuşacak". "Ruveybida nedir? diye sorulduğunda, genelin işi hakkında konuşan, değersiz adam" buyurdu. (Sahih-i Câmiu’s-Sâğîr, 3544)
İşte bizler Ruveybidaların/değersizlerin egemen olduğu, sözleri ile gerçekleri çarpıtıp kitleleri maniple ettikleri böyle bir zamandayız. Beklenen nesil bu gerçekleri bilerek meydana inmelidir. Bu nesil bilmelidir ki, özü ve sözü doğru olan; Hakk’a dâvet eden ve dâvetinin karşılığında dünya hayatıyla ilgili hiçbir karşılık istemeyen Allah yolunun dâvetçileri yalanlanmakta, buna karşılık halkın geleceğini çalan, ahlâkî değer yargılarını yok eden, halkın İslâmî kimliğini silerek, onları kimliksiz ve şahsiyetsiz bir duruma getirmeyi amaçlayan bozguncular da doğrulanmakta ve tasdik edilmektedir. İşte "Beklenen nesil" bu ahval ve şerâitte görev yapacağının bilincinde olmalıdır.
Sözlerden ziyade eylemlerin değer ifade ettiği bir dünyada insanlar, sözü ile eylemi örtüşen modellerin peşinden giderler. Bundan dolayı da iyi örnek/model olmanın önemi, izahtan vârestedir. "Âdeta kötü âlimler, cennetin kapısına oturmuş, sözleriyle insanları cennete, amelleriyle de cehenneme dâvet ediyorlar. Sözleri insanlara: "Haydi cennete gelin" dedikçe, amelleri; "Onları dinlemeyin, eğer sizi çağırdıkları şey gerçek olsaydı ilk başta kendileri uyarlardı" demektedir. Görünüşte onlar rehberler gibidir. Fakat gerçekte yol kesici eşkıyalardan başka bir şey değildirler." İşte "beklenen nesil", özü-sözü ve eylemiyle uyumlu bir model olmak zorundadır. "Görünüşte yol gösteren bir rehber, hakikatte ise yol kesici bir eşkıya" asla olmamalıdır.
İslam toplumu, sınırları İslam imanıyla çizilmiş kardeşler topluluğudur. "Müslüman, müslümanın kardeşidir." (Müslim, Birr, 58). Müslümanlar, kardeşliği Kitap ve Sünnet ile ilan edilmiş ve Medine İslam toplumuyla kardeşliği yaşamaya başlamış bir ümmettir. Rasulüllah (s.a.v.) kardeşler arasındaki her türlü ilişkilerde, müslümana kendi nefsini ölçü almasını öğütleyerek "Hiç biriniz, kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe olgun mü’min olamaz." (Buhari, İman 7; Müslim, İman 71);
"Müslüman müslümana zulmetmez. Müslüman müslümanı, başına musibet geldiğinde terk etmez, onu zalimin zulmüne bırakmaz. Müslüman, din kardeşine yardımda bulundukça Allah da ona yardımda bulunur. Kim bir müslümanın dünya darlığını giderip de sevindirirse, Allah da kıyamet gününde onun sıkıntısını giderip mutlu eder. Kim dünyada müslüman kardeşinin ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter" buyurmuştur. (Buhari, Mezâlim 3; Müslim, Birr 32)
Bu hadisler göstermektedir ki, İslam’da din kardeşliği duygu, düşünce, tavır, elem, keder ve sevinç olarak bütün mü’minlerin tek bir vücut olması, kendilerini böyle hissetmeleri demektir.
Nitekim bu husus Rasulüllah (s.a.v.) tarafından şöyle ifade edilmiştir: "Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve yekdiğerini korumakta bir vücut gibidir. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsız olursa, öteki uzuvları da bu yüzden rahatsız olur ve uykusuz kalır." (Buhari, Edeb 27; Müslim, Birr 66)
"Mü’minler birbirlerine karşı, parçaları yekdiğerine kenetli sağlam bina gibidir." (Buharî, Salat 88, Mezalim 5; Müslim, Birr 65; Tirmizî, Birr 18)
İşte "Beklenen nesil" bu hadislerde ortaya konan fotoğrafta yerini almalı, müslümanlar arası ilişkilerde hep yapıcı ve kaynaştırıcı olmalı. Asla dağıtıcı, talan edici ve bozguncu olmamalıdır.
Beklenen nesil bilmelidir ki, insanlar bir fabrikanın standart ürünleri gibi değildir. Birbirlerinin çoğaltılmış fotokopileri de değildir. Bunun için her insandan aynı inanç ve düşüncede olması beklenemez. Hakkında muhkem ayet ve hadis olmayan konular ictihada açıktır, ictihada açık olanlar da ihtilafa açıktır. Müslümanların bütünlüğünü parçalamayan, kin, düşmanlık ve hasedden uzak olan farklı düşünceler de rahmettir ve servettir. Eğer Allah dileseydi, dinin tamamını tek bir görüntüde, ihtilaf taşımayan, ictihada ihtiyaç duymayan ve kendisinden zerre miktarı sapıldığında derhal küfre düşülen bir kalıp ve modelde de yapabilirdi. Eğer yine Allahu Teâlâ bütün müslümanların her şeyde ittifak etmelerini ve herhangi tâlî bir meselede veya temel olmayan aslî bir meselede dahi olsa ihtilaf etmemelerini dilemiş olsaydı kitabını, hakkında anlayışların farklılaşmadığı, yorum ve tefsirlerin artmadığı, delâleti katî olan muhkem nasslar halinde indirirdi. Fakat O, dinin tabiatının; dilin yapısı ve insanın karakteri ile ittifak halinde olmasını ve durumu kullarına geniş kılmayı dilediği için bu şekilde yapmadı.
İşte "Beklenen nesil" yoruma gerek duyulmayacak kadar açık ve seçik olan/muhkem nasslarla ortaya konan konularda ittifak edip, Yüce Allah’ın tolere ettiği/hakkında kesin hüküm koymayıp İslam’ın genel ilkeleri doğrultusunda hareket ederek sonuca varmalarını müslüman akıllara havâle ettiği konularda anlayışlı olmalı ve farklı görüşlere tahammül etmelidir. Kendi seçtiği ictihâdî görüşlerde "mutlak doğru bunlardır" diye ısrarcı olmamalıdır. "Bunlar benim, hataya ihtimali olan doğrularımdır. Bana göre diğer kardeşlerimin aynı konudaki farklı görüşleri de doğruya ihtimali olan yanlışlardır" diyebilme anlayış ve erdemini gösterebilmelidir.
Beklenen nesil, "Allah için sevmesini ve Allah için buğzetmesini" de bilmelidir. Egemen güçler âdetâ "toplumun inananlar kesimini hoşgörü borçlusu, kendilerini de hoşgörü alacaklısı" görmektedirler. Haksızlık, baskı ve zulüm yapmak, azgın azınlığın hakkı, bunları hoşgörü ve anlayışla karşılamak da bizlerin görevi sanılmaktadır. Hâlbuki sınırsız hoşgörü olamaz. Sevgi ne kadar tatlı ve sıcak, buğz ve kin ne kadar sert ve soğuk görülürse görülsün "Allah için" oldukları zaman, aralarında hiçbir fark kalmaz, aynı hükümde birleşirler. Her ikisi de "en üstün amel" derecesine yükselir. Ebu Zerr’in (r.a) naklettiği hadiste Rasulüllah (s.a.v.) bunu aynen şöyle ifade etmiştir: "Amellerin en üstünü, Allah için sevmek ve Allah için kin tutmaktır" (Buhârî, İman ; Ebû Dâvud, Sünne 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 146)
İslam ile ona taban tabana zıt olan terörü bir araya getirmekten, aynı şeymiş gibi göstermekten asla çekinmeyen hoşgörüsüzler bile, müslümanlardan anlayış ve hoşgörü beklemektedirler. Onlar bunu isterlerken kendi ilan ettikleri nefretlerini hiç akıllarına getirmemektedirler. "Anlayış ve hoşgörü müslümanların görevidir, hakkı değildir" demeye çalışıyorlarsa, her şeyden önce bizzat bu fikri ve anlayışı; hoşgörü ve müsamaha ile karşılamak mümkün değildir.
Çünkü Rasulüllah (s.a.v.), müslümanların sadece sevme duygusuyla değil, aynı zamanda kin ve nefret duyguları ile tepki gösterilebileceğini, müslüman gönüllerin sevgi kadar etkili ve kutsal kin ve nefretle de "Allah için" olmak kaydıyla hareket edebileceğini bildirmiştir. Hatta O, elle ve dille düzeltilemeyen kötülüğe karşı, ancak kalben buğzetmek/kin duymak suretiyle müminin iman noktasında kalabileceğini de açıklamıştır.
İşte "Beklenen nesil" bu bilinçle sevgi, kin ve hoşgörü dengelerini iyi ayarlayan ve hepsini adresine, doğru gönderen bir nesil olmalıdır. Böyle bir nesil mutlaka inşa edilmelidir.